şiir

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
416
Baskı Tarihi
Nisan 2013
ISBN
978-975-352-011-9
Baskı Sayısı
9. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Pınar
Allah (c.c), kendi yolunun küllenmiş işaretlerini hatırlatmak için zaman zaman peygamberler göndermiştir. Bu peygamberler, mesajlarını yaymaya çalışırken hem kendilerini engellemek isteyenlerin, hem de taraftarlarının zulümlerine maruz kalmışlardır. Bu taraftarlardan bir kısmı peygamberin getirdiği sahih inancı olduğu gibi yaşamaya çalışırken, bir diğer kısmı kitabı tahrif etmek, bidat ve hurafelere tâbi olmak ve peygamberlerini adeta ilahlaştırmak gibi durumlara düşmüşlerdir.
Neden Altını Çizdim?
Özellikle Mevlana'nın şiirlerindeki küstah üslup dikkat çekici.

Yunus Emre ve Mevlana'nın Fıkıh ve Şeriata Bakışı

Yunus Emre ise yazmış olduğu bir çok güzel şiirlerinin yanısıra, sayıları azda olsa şeriatı aşağılayan bir tavır ve düşünceyle de bazı şiirler yazmış, batıni yönünü bu şiirlerinde açığa vurmuştur. Örneğin: Hakiykat bir denizdir, şeriattır gemisi Çoklar gemiden çıkıp denize dalmadılar. ............ Aşk imandır bize, gönül cemaat Kıblemiz dost yüzü, daimdir salât Dost yüzün göricek şirk yağmalandı Anınçin kapı kaldı Şeriat. Cemaleddin Rumi ve Yunus Emre gibi Bâtın Ehli kişilerde açığa çıkan Şeriata karşı menfi olan tavrın, şeriatın mensuplarına karşı da olmasını beklemek normal olacaktır. Bunlar Yunus Emre'nin yukarıdaki şiirinde de olduğu gibi İslâm'ın kavramlarının muhtevalarını değiştirip değişik bir inanç sergilemişlerdir. Aşk ile gelen erenler içer ağuyu nüş ider Topuğa çıkmayan sular, deniz ile savaş eder. Şiiriyle ve benzeriyle, fakihleri topuğa çıkmayan sulara kendilerini de denizlere benzetip konuyu kendi bakış açısıyla değerlendiren Yunus Emre'nin bu düşüncelerini daha değişik biçimlerde Celaleddin Rumi'de de bulabilmekteyiz. Fakihlere karşı tavır onda hakaret niteliği kazanır: Eblehan ta'zim-i mescid mikünend Der cefâ-i ehl-i dil cidd mikunend An mecazest, in hakikat, ey halan! Nis mescid cüz derun-i serverân. (Camiye hürmet eden aptallar, durmadan gönül ehlini incitiyorlar! Ey Eşekler, o mecaz, bu hakikattir! Büyüklerin ve gönül ehlinin derunundan başka mescid mi var?) Mâ zi Kur'an bergüzidem magzra Post ra piş-i seghan endahtim (Biz Kur'an'ın özünü, ruhunu, içini ve cevherini aldık. Postunu köpeklerin önüne attık.) Örneklerini çoğaltabileceğimiz bu anlayışa İbn Arabide de rastlayabiliriz.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
324
Baskı Tarihi
1999
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Bir sanat eseri, yaratıldığı devre göre ve o devrin hassasiyetini, zevkini ve anlayışını en iyi ifade ettiği için mi değer kazanır? Yoksa o devri aşan, her zaman için taze, hatta her zaman yeni güzelikleri keşfedilen ebedi değerlere mi sahiptir? Başka ve daha kestirme bir deyimle, bir eserin, bilhassa bir şaheserin değeri "tarihi" midir, "ebedi" mi? Batıda bu mesele çok münakaşa edilmiştir. Geçen asrın büyük Fransız tarihçisi ve filozofu Ernest Renan "İlmin Geleceği" adlı meşhur eserinde tarihi görüşü savunur. "Mutlak bir hayranlık daima sathidir.

Şiir

"O gül-endâm bir al şala bürünsün yürüsün Ucu gönlüm gibi ardınca sürünsün" Beytini gözlerini süzerek okuyanların ne kadar çok olduğunu biliriz. Bu mısrâların fonolojik değeri bellidir. "Endâm" kelimesinde ikinci hecenin uzatılması boyun uzunluğu hayâlini sesle desteklediği gibi "şal" hecesinin uzatılması da sürünme hayâlini kuvvetlendirmektedir. Şalın ardından gönlün sürünmesi hayâli de nesirle ifadesi imkânsız olmayan bir nazım unsurudur. Bunlar, kendi kendine yettiği için yabancı ifade şekillerinden hiç bir ödünç almağa muhtaç olmayan gerçek şiirin sınırlarından dışarı çıkarılınca, ortada "bürünsün" ve "sürünsün" rediflerinden başka bir şey kalmaz. Aruzcuların hatâsı fonolojik değerin şiire yabancı olduğunu kabul etmemeleri ve aruzcu olsun, hececi olsun, şiiri, bugünkü dünyanın terkettiği mânâda anlayanların hatâsı da, şiirle nesir arasındaki farkı ifade şeklinden ve teknikten ibaret görmeleridir. Bazı genç sairlerimiz de, halk deyişi ve folklor tarzında beylik ve laubali edanın zengin bir ifade değeri taşıdığı vehmi içindedirler. Bunlar, basma kalıbın en iptidaî şekilleriyle büyülenmişlerdir. Birçok genç şâirlerimizin, gerçek şiir için büyük bir hazine sayılabilecek iç dolgunluğu, edebî kültürlerinin yetersizliği ve şiir telâkkilerinin şaşılacak derecede geriliği yüzünden, küçük, yavan ve babayani manzumelerinin sevimli, fakat bayağı eda ve muhtevaları içinde ziyan olup gitmektedir.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
324
Baskı Tarihi
1999
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Bir sanat eseri, yaratıldığı devre göre ve o devrin hassasiyetini, zevkini ve anlayışını en iyi ifade ettiği için mi değer kazanır? Yoksa o devri aşan, her zaman için taze, hatta her zaman yeni güzelikleri keşfedilen ebedi değerlere mi sahiptir? Başka ve daha kestirme bir deyimle, bir eserin, bilhassa bir şaheserin değeri "tarihi" midir, "ebedi" mi? Batıda bu mesele çok münakaşa edilmiştir. Geçen asrın büyük Fransız tarihçisi ve filozofu Ernest Renan "İlmin Geleceği" adlı meşhur eserinde tarihi görüşü savunur. "Mutlak bir hayranlık daima sathidir.

Şiir

Şiir bir sırrın imâsıdır. Şâir, insan kaderiyle kendisi arasındaki münasebetin şuurlu bir ifadeden daima kaçan meçhûl yükü altındadır. Bunu bilmez, fakat sezer. Bilmediği için şuurlu ifade edemez, fakat sezdirir. İşaretler ve semboller yoluyla sezdirir. Gerçek şiir budur. Sûzi Dilârâ peşrevinin veya bir senfoninin lûgatta nasıl hiç bir mânâsı yok, fakat bize bestecinin ruh hallerini kendine has bir dille intikal ettiriyorsa, şiirden de bize günlük dilde mânâsı olmayan ruh seyyâleri intikal eder. Her şiir semboliktir. Hattâ bize günlük hayat anlarını günlük dille ifade eden, mânâları açık şiirlerin bile, kelimeleri aşan, ifadesi imkânsız bir tarafları vardır ki, onların da bütün şiir değerleri bu meçhullerindedir. Saz eserlerinde ve şiirde lojik mânâ arayanlar ikisinden de bir şey anlamaz ve hoşlanmazlar. Fakat musikide de, şiirde de, kelimeler ötesi, kendine has mânâları akıl yoluyla değil, sezgi ve ruhî intikal yoluyla arayanlar aradıklarını bulur ve ikisinden de zevk alırlar. Şiir ve musiki, günlük dille ifadesine imkân olmayan ruh hallerinin ifadesidir. Gayeleri bu hallerin anlaşılması değil, yaşanmasıdır. Aşk gibi tariften kaçarlar. Onları yaşamak lâzımdır. Zihnimiz belki yine karıştı. Fakat ne yapalım ki futboldan değil, şiirden bahsediyoruz. Değil şiirin ve musikinin, kahvenin bile lezzetini tarif ve izah etmek mümkün değildir. İçen bilir.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
324
Baskı Tarihi
1999
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Bir sanat eseri, yaratıldığı devre göre ve o devrin hassasiyetini, zevkini ve anlayışını en iyi ifade ettiği için mi değer kazanır? Yoksa o devri aşan, her zaman için taze, hatta her zaman yeni güzelikleri keşfedilen ebedi değerlere mi sahiptir? Başka ve daha kestirme bir deyimle, bir eserin, bilhassa bir şaheserin değeri "tarihi" midir, "ebedi" mi? Batıda bu mesele çok münakaşa edilmiştir. Geçen asrın büyük Fransız tarihçisi ve filozofu Ernest Renan "İlmin Geleceği" adlı meşhur eserinde tarihi görüşü savunur. "Mutlak bir hayranlık daima sathidir.

Evi Yanan Şair

Şiirin biri ebedî biri de manzum aktüaliteden ibaret iki mevzuu vardır. Şiirin ebedî mevzuu, insan kalbinin kâinat sırrı, Allah, aşk, ölüm karşısında geçirdiği haz ve sıkıntı ürpermeleridir; şiir bunları unutacak kadar şiddetli günlük vak'aların tazyikine kapılır da yalnız aktüalite karşısındaki geçici reaksiyonların ifade hududu içinde kalırsa, yaşama ve yayılma şansı, bir takvim yaprağının bahtı kadar küçük ve dar olur. Bugünün şâiri, eteğinden çeken siyasî ve içtimaî meselelerin üstünde düşünmek zaruretinin verdiği bir hassasiyet ve tefekkür varlığı içinde şiirin ebedî mevzuuna dalabilmek için muhtaç olduğu sükûn ve istiğrak imkânlarından mahrumdur. Fransız şâirlerinden çoğu, bugün, iktisadî buhran veya onun bir başka türlüsü olan zekâ buhranı hakkında makaleler yazıyor ve konferanslar veriyorlar. Valery bunların başında gelir; Paul Claudel de şiirden fazla sosyoloji ve politika hakikatleri söylüyor. Misâller epeycedir. Evi yanan bir adam ne kadar şâir olsa, fezaların sonsuzluğu önünde hayale ve düşünceye dalmayı, bir kova su aramaktan daha gülünç bulur. Evi dünya olan şâir de, cihanın geçirdiği bugünkü yangın telâşı içinde yıldızlarla sohbet fırsatını bulamıyor ve maddî tedbirler arayarak, yürekleri yananlara günlük fikirlerin teselli suyunu serpmek istiyor. Bu yangın sönecektir. O güne kadar şiirin en büyük, sözlerini söylemesini beklemeyelim. Temelleri zangırdayan bir dünyanın hüznü içinde, bugünlük, şiir susacak ve- \ yahut biraz kekelemek için ağzını açacaktır.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
324
Baskı Tarihi
1999
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Bir sanat eseri, yaratıldığı devre göre ve o devrin hassasiyetini, zevkini ve anlayışını en iyi ifade ettiği için mi değer kazanır? Yoksa o devri aşan, her zaman için taze, hatta her zaman yeni güzelikleri keşfedilen ebedi değerlere mi sahiptir? Başka ve daha kestirme bir deyimle, bir eserin, bilhassa bir şaheserin değeri "tarihi" midir, "ebedi" mi? Batıda bu mesele çok münakaşa edilmiştir. Geçen asrın büyük Fransız tarihçisi ve filozofu Ernest Renan "İlmin Geleceği" adlı meşhur eserinde tarihi görüşü savunur. "Mutlak bir hayranlık daima sathidir.

Şiir Ve Nesir

Şiir ve Nesir Hafta, 20 Şubat 1935 Bir manzume, içindeki nesir hamulesi çoğaldıkça hakikî şiir hüviyetinden uzaklaşır; çünkü şiirin koyu bir seyyale içine sıkışan gizli terkibi dağılır, hâlis cevheri sulanır ve bozulur. Hakikî bir manzumeyi nesre çevirmeğe özenmek, belki yıldırıma ağır yürümesini teklik etmek kadar tabiata zıt bir davete girişmektir. Nesre yakın şiirler, ki topal yıldırımlardır, yere inmeden evvel havada yorgun bir parıltı halinde sallanarak bir iki sektikten sonra hemen dağılıp giderler. Tanzimattan beridir Türk şiiri bu anlayışın tam zıddına doğru yürüdü. O kadar ki Rebab-ı Şikeste'nin birçok şiirlerini nesre çevirmek için mısraları alt alta değil bir sıraya dizmekten başka hiç bir zahmete katlanmanıza lüzum yoktur: "Bu memlekette de bir gün sabah olursa Halûk, eğer bu memleketin sislenen şu nasiye-i mukadderatı kavi bir elin, kavi, muhyi bir ihtizazı temasiyle silkinip şu donuk, şu paslı çehre-i millet biraz gülerse, o gün, ben ölmemiş bile olsam hayata pek ölgün bir irtibatım olur..." Manzumesi gibi, hemen bütün şâirlerimizin hele Nazım Hikmet'in birçok şiirlerini nesre çevirmek için bir edebiyat talebesinin kalemine bile ihtiyaç yoktur; mısraları keserek yanyana yapıştırmak için okuma bilmeyen bir terzinin makası ve biraz da zamk yetişir: "Ufuklardan ufuklara ordu ordu köpüklü mor dalgalar koşuyordu. Hazer rüzgârların dilini konuşuyor, konuşup coşuyordu... ün..."

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
324
Baskı Tarihi
1999
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Bir sanat eseri, yaratıldığı devre göre ve o devrin hassasiyetini, zevkini ve anlayışını en iyi ifade ettiği için mi değer kazanır? Yoksa o devri aşan, her zaman için taze, hatta her zaman yeni güzelikleri keşfedilen ebedi değerlere mi sahiptir? Başka ve daha kestirme bir deyimle, bir eserin, bilhassa bir şaheserin değeri "tarihi" midir, "ebedi" mi? Batıda bu mesele çok münakaşa edilmiştir. Geçen asrın büyük Fransız tarihçisi ve filozofu Ernest Renan "İlmin Geleceği" adlı meşhur eserinde tarihi görüşü savunur. "Mutlak bir hayranlık daima sathidir.

Şiir Ne Değildir?

Şiirin doktorluk kadar bir ihtisas haysiyeti olduğunu kabul etmeyenlere, şiirin doktorluk kadar güç bir iş olduğunu anlatmak güçtür. Zamanımızın şâir bolluğu ve şiir azlığı bu zorluktan ileri geliyor. Bütün elde edilmek şansı bir doğuş kabiliyetine irca edilen şiir üstünde herkesin bir hak iddia etmemesine şaşılabilir: Çünkü doğuşta kim şâir değildir? Şiddetli bedbin hassasiyetinin ilk canlı ifadesini çığlıklar ve gözyaşları ile vermemiş hangi çocuk vardır? Eğer şiir, doğarken kopardığımız bu çığlıkların büyüdükten sonra manzum ifadesi demekse kafiye bulabilen herkes şâirdir. Halk şiiri, güzel iptidaîliği içinde bunu çok kereler isbat etmemiş midir? Aynı iptidaîliğin güzelliği kadar, kolaylığı ve basitliği de hâlâ şâirlerimizi folklor nev'inden şiirler yazmaya teşvik ediyor. Artık şunu açık konuşalım: Şiir bu değildir.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
324
Baskı Tarihi
1999
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Bir sanat eseri, yaratıldığı devre göre ve o devrin hassasiyetini, zevkini ve anlayışını en iyi ifade ettiği için mi değer kazanır? Yoksa o devri aşan, her zaman için taze, hatta her zaman yeni güzelikleri keşfedilen ebedi değerlere mi sahiptir? Başka ve daha kestirme bir deyimle, bir eserin, bilhassa bir şaheserin değeri "tarihi" midir, "ebedi" mi? Batıda bu mesele çok münakaşa edilmiştir. Geçen asrın büyük Fransız tarihçisi ve filozofu Ernest Renan "İlmin Geleceği" adlı meşhur eserinde tarihi görüşü savunur. "Mutlak bir hayranlık daima sathidir.

Şiire Dair Bir Konuşma

(Yeni Mecmua, 30 Mayıs 1942) Konuşuyorduk. Sordu: - Ya şiir? Cevap verdim: - Bizde çok şâir ve az şiir var. - Bu şâir bolluğu ve şiir kıtlığı nereden geliyor? - Şiiri az anlayanların çokluğundan. - Okuyanlar arasında mı, yazanlar arasında mı? - İkisi birbirine bağlı. Şiirimizin hem edası, hem de muhtevası kısırlaşıyor. Tersinden bakalım: Eda ne kadar fakir! Dasdaracık bir folklor kalıbı ve daha beteri ahenk, vezin, kafiye gibi şekil disiplinlerine dilini çıkaran bir şımarık çocuk serkeşliği. - Neden bu? - Muhteva kısır. Şâir sanıyor ki, şiir yalnız kendi ruhundaki ürperişlerin ifadesidir. Bu su kabarcıklarını dalga sanıyor. Minicik aşklar, hüzünler... - Bu hislerin şiddetleri mi kifayetsiz? - Şiddet burada kemiyet kadar keyfiyet de ifade eder. Bunlar mağlûp adam iniltileri... Biz şiiri kalbimizdeki hezimetlerin şarkıları sanıyoruz. Her mısraın altında bir keder ve şikâyet. - Şiirimiz neş'eyi mi terennüm etmeliydi? - Bu da acılığı kadar berbat bir şey olurdu. Şiir ne galibin, ne mağlûbun, şiir kahramanın sesidir. - Kahraman? - Sokak mânâsiyle kahraman değil. Bayrak, bando, mızıka, şakşak kahramanı değil. İçine, varlığın ve topluluğun büyük sıkıntılarını çekerek yüreğinde öğüten ve şiirin temiz kanı haline getiren ruh ve seciye kahramanı! Büyük kuşlar yenecek dalga, yok kasırga arar. Şâir bu büyük kuştur. - Kartaldır. - Evet, bir isim koymak şartsa öyle bir şey. Fakat serçe değil! - Genç şiirimiz bir serçe cıvıltısı mıdır? - Bütün genç şiirimiz değil. Fakat birçoklarına serçe cıvıltısı bile denemez. Serçe, ilkbahar sevincinden de belli ki, mini minnacık bir kahramandır. Mevsimin zaferiyle sarhoş, kendinden emin ve mesafelere hâkim, kendi çapında bir mücahit... Ve ağlamıyor. - O halde sinek vızıltısına iniyoruz. - Mukayesede ısrar etmeyelim. Teşbih aldatır. Şâir ruhu, varlığı bütün meseleleriyle kavrayandır. Şöyle de diyebiliriz: Şâir, ruhu filozof, ifadesi şiir adamdır. Bu şiir felsefeden bahsetmeğe mezun olmaksızın onun varlığı ve topluluğu kavrayış örgüsünü taşır. - Şiirin dünyası mutlaka metafizik dünyası mıdır? - Şiir fizikle metafizik arasında istediği gibi gidip gelebilir; fakat kanatlarının enerjisi, onu bu iki kutba da eriştirecek kudrette olmalıdır. Varıp varmamış, olmasının ehemmiyeti ikinci plânda gelir. - Öyle ise şiirden zekâ istiyorsunuz. - Hayır, varlığı kavrayan ruh istiyorum. Şâir zekâsiyle değil ruhuyla düşünür. Zekâ onu tekniğe kavuşturan vasıtadır. - Şiirde mânâ şart mıdır? - Gençler mânânın şiire düşman olduğunu öğrenmişler. Şiir mânânın tâ kendisidir. Eğer şiir adını kaybetseydi, ona tereddüt etmeden mânâ diyebilirdiniz. Fakat lügat mânâsı değil. - Başka mânâ var mıdır? - Yok mudur? Bakışların mânâsı, duruşların mânâsı, nefeslerin mânâsı... Bunları lûgatta bulabilir misiniz? Şiirin de ruhumuzun tâ içine bakışından gelen kendine has bir mânâlılığı vardır. Bazan bu, lügat mânâlarıyla da karışabilir, -şiirde yasak yoktur- fakat orada kalamaz. - Şiir büyük bir kültür ister mi? - Kültür, seziş, düşünce, görgü, deneme, ruhu şişiren, büyüten, harekete ve varlıkla temasa getiren her şey, ruha ait her faaliyet çeşidi... Şiir bunların topuna birden muhtaç... - Büyük dâva. - O kadar büyük ki, onun yanında şâirlerimizin çoğu bücür ve şiirlerimizin çoğu kısır kalıyor. Şâir bolluğu ve şiir kıtlığı da bundan. Şiir, fakat. "Şiir!"

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
324
Baskı Tarihi
1999
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Bir sanat eseri, yaratıldığı devre göre ve o devrin hassasiyetini, zevkini ve anlayışını en iyi ifade ettiği için mi değer kazanır? Yoksa o devri aşan, her zaman için taze, hatta her zaman yeni güzelikleri keşfedilen ebedi değerlere mi sahiptir? Başka ve daha kestirme bir deyimle, bir eserin, bilhassa bir şaheserin değeri "tarihi" midir, "ebedi" mi? Batıda bu mesele çok münakaşa edilmiştir. Geçen asrın büyük Fransız tarihçisi ve filozofu Ernest Renan "İlmin Geleceği" adlı meşhur eserinde tarihi görüşü savunur. "Mutlak bir hayranlık daima sathidir.

Türk Şiiri Belediyesizdir

Genç şiirimizde görünen fantezi temayülleri, garabetler, aykırılıklar, belirsizlikler, küstahlık derecesindeki fikir ve hayal cür'etleri taassupsuz, fakat müsamahasız bir tasfiyeye muhtaçtır. Şarlatanı samimîden ayıracak bir tenkit, yenilik işportalarını dolduran karışık ve hileli eserleri ayıkladıktan sonra halisin revacını temin etmiş olur. Belediyenin kimyahanesinde yağ muayene edilir gibi her eser tenkidin lâboratuvarına sevkedilmelidir. Henüz böyle bir tahlilhane yoktur, çünkü edebiyatımız belediyesizdir.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
324
Baskı Tarihi
1999
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Bir sanat eseri, yaratıldığı devre göre ve o devrin hassasiyetini, zevkini ve anlayışını en iyi ifade ettiği için mi değer kazanır? Yoksa o devri aşan, her zaman için taze, hatta her zaman yeni güzelikleri keşfedilen ebedi değerlere mi sahiptir? Başka ve daha kestirme bir deyimle, bir eserin, bilhassa bir şaheserin değeri "tarihi" midir, "ebedi" mi? Batıda bu mesele çok münakaşa edilmiştir. Geçen asrın büyük Fransız tarihçisi ve filozofu Ernest Renan "İlmin Geleceği" adlı meşhur eserinde tarihi görüşü savunur. "Mutlak bir hayranlık daima sathidir.

Edebiyatımız Belediyesizdir

Genç şiirimizde görünen fantezi temayülleri, garabetler, aykırılıklar, belirsizlikler, küstahlık derecesindeki fikir ve hayal cür'etleri taassupsuz, fakat müsamahasız bir tasfiyeye muhtaçtır. Şarlatanı samimîden ayıracak bir tenkit, yenilik işportalarını dolduran karışık ve hileli eserleri ayıkladıktan sonra halisin revacını temin etmiş olur. Belediyenin kimyahanesinde yağ muayene edilir gibi her eser tenkidin lâboratuvarına sevkedilmelidir. Henüz böyle bir tahlilhane yoktur, çünkü edebiyatımız belediyesizdir.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
330
Baskı Tarihi
2002
ISBN
9757012254
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
YGS
Yalçın Küçük'le Şebeke Adlı Kitabı ve Edebiyat Üzerine Söyleşi... (Ahmet Yıldız) (Edebiyat ve Eleştiri, Ocak/Şubat 2002, sayı: 59) Ahmet Yıldız : Edebiyata ilginiz nereden geliyor? Bir iktisatçı ve bilim adamı olmanıza karşın sezgilerinizin bilgiden önce geldiğine inandığınızdan mı? Türk-İslam “taarruzu”na karşı saldırı için mi? Ayrıntı merakınızdan mı? Yoksa toplumsal değişme ve patlama önce edebiyatta sanatta başlar yargısından mı? Yalçın Küçük : Doğrusu sorularınızdan beni en çok yadırgatan bu soru oldu. Çünkü böyle bir soru ile karşılaşacağımı hiç düşünmemiştim. Neden?

Şair Ve Bilgin

Şair ile bilgi yan yana gelebilir mi; ben kuşku duyuyorum.Hatta bir bilginin şair olamayacağını düşünüyorum; şiiri, ekonomik sözde erimiş müzikli felsefe olarak anlasam da, şairin filozof olmadığını ve olamayacağını biliyorum.