Beyaz Gemi

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
144
Baskı Tarihi
2007
ISBN
975-8651-16-1
Baskı Sayısı
12. Baskı
Basım Yeri
Ankara
Yayın Evi
Elips
Mütercimi
Güneş Bozkaya
Roman, San-Taş Vadisi’nde etrafındaki beş-altı insanla yaşamak zorunda olan, dedesinden başka seveni olmayan, gerçek hayatında mutsuz olan fakat hayal dünyasında mutlu olmaya çalışan bir çocuğun psikolojisini konu almaktadır.

Enesay

"Ene" Kırgızca ana demektir, "say" ise dere,ırmak yatağı.Bahadırın ruhu son defa Enesay türküsünde söylenecekmiş: Senden geniş nehir var mı Enesay? Senden aziz bir yurt var mı Enesay? Senden derin bir dert var mı Enesay? Senden özgür olan var mı Enesay? Senden geniş bir nehir yok Enesay, Senden aziz bir yurt yok Enesay, Senden derin bir dert de yok Enesay, Senden özgür özgürlük yok Enesay.

Eksik Şiir

Türü
Şiir
Sayfa Sayısı
211
Baskı Tarihi
2006
Yazılış Tarihi
2006
ISBN
975-342-588-0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Metis Yayınları
Editörü
Müge Gürsoy Sökmen

Seyr-ü sefer

Ey aşk! Al beni süründür yak ateşlerde Ben gönüllü köleyim sahibim sensin Kanat beni ballı zehirden dişlerinle Sen herşeye rağmensin ebediyensin Gönül yangın, mahkemesiz mahkum, kederde Çilemi seveyim ha gökte ha yerde Ben aşksız neyleyim herkesteki bedeni Ben dururum tende can seyr-ü seferde

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
128
Baskı Tarihi
2009
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Parıltı Yayınları
Editörü
Murat Kartal
"Ahmet Haşim'in ince, zarif, nükteli, sanatlı, işlenmiş, kadife gibi yumuşak ve açılmış çiçekler gibi olgun nesrini methetmek için ne söylense az gelir. Ekseriyetle pek zeki ve bazen de için için alaycı olan bu nesir hakikaten ne güzeldir! Ahmet Haşim bunlarla 'Bize Göre' hisler ve fikirler yazmıştır... Hatırlıyorum, Ahmet Haşim, İkdam'da bir 'Bize Göre' parçasının fikrinden ve kalbinden sızdıra sızdıra bütün yarım gününü geçirecek, akşama doğru bitirir ve imzalardı. En evvel, yazdıklarını birer birer herkese, İkdam'ın her yazarına ve her gelen misafirine okurdu.

Kırk Derece

Tanıdıklarımdan bir zat meyveleri hiç sevmez,zira işitmiş ki, ekseri yaz hastalıkları sadece meyveden gelir. Meyvelere karşı nefreti o kadar büyüktür ki, onlardan bahsedilmesine bile tahammül edemez. Hatta en hürmet ettiği bir adamı meyve yerken görse, ona karşı hürmetinin büyük bir ölçüde azalacağını itirak eder. Ben , onun aksine olarak, meyveleri, sırf hastalık verdikleri için severim. Bu satırları hafif bir meyve rahatsızlığının tatlı tatlı nekahati sonunda yazıyorum. İki,üç fazla armut ve şeftali yemek yüzünden kanımı tutuşturan kırk derecelik bir hararet sayesinde görülmemiş bir alemde efsanevi bir seyahat yapmış gibi sinirlerim hayret verici bir takım hatıraların intibalarıyla doludur. Kırk derece hararet!.. Bu Çin,Japon ,Amerikan ve Afrika'dan ziyade bir insan için görülmesi lüzumlu,meraklı bir dünyadır.Yalnız nabzınızı saymak için bileğinizi tutan elin büyümüş kıllarını seyretmek, göğsünüzü dinlemek üzere üzerinize eğilen başın tayfun gürültüsünü andıran nefesini işitmek,kırk derece ateşin korkunç zevklerini tattırmaya kafidir. Dalga geçiren esrarkeşin gözü ne görürse, kırk derece ateşle yanan adamın dışa fırlayan gözü de onu görür. Doktorun başı yüzüme yaklaştıkça, kıpkızıl bir çehreye takılmış hortum şeklinde iri müthiş bir burnun sürgüler gibi dimdik duran kıllarla dolu delikleri , başıma birer külah gibi geçmek tehlikesini gösteriyordu. Bir vehim eseri olduğu bilinen, fakat hakiki imiş gibi insana korku ve ürperti veren sıtmanın heyecanlı tehlikeleri! Fakat kırk derecelik hararetin en büyük fazileti, hastanın gözüne,etrafındaki insanları asıl ruhlarının çehreleriyle göstermesidir. sanki derisi soyulmuş ve kıpkızıl etleri kanayan, fakat buna rağmen, yine kıs kıs gülen dost ve akraba çehreleri!

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
128
Baskı Tarihi
2009
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Parıltı Yayınları
Editörü
Murat Kartal
"Ahmet Haşim'in ince, zarif, nükteli, sanatlı, işlenmiş, kadife gibi yumuşak ve açılmış çiçekler gibi olgun nesrini methetmek için ne söylense az gelir. Ekseriyetle pek zeki ve bazen de için için alaycı olan bu nesir hakikaten ne güzeldir! Ahmet Haşim bunlarla 'Bize Göre' hisler ve fikirler yazmıştır... Hatırlıyorum, Ahmet Haşim, İkdam'da bir 'Bize Göre' parçasının fikrinden ve kalbinden sızdıra sızdıra bütün yarım gününü geçirecek, akşama doğru bitirir ve imzalardı. En evvel, yazdıklarını birer birer herkese, İkdam'ın her yazarına ve her gelen misafirine okurdu.

Bir İyliğin Kıymeti

Köpekleri hiç sevmediğimi bilen dostlarımdan bir avcı, geçen gün yolda bana rastgeldi ve vaktiyle bazı yazılarımda köpekten bahsederken, kullandığım lisan dolayısıyla duyduğu eski gücenmeyi tazeleyerek beni hayli hırpaladı. Bu kuduz taşıyıcısı, aç gözlü ve pis hayvanın faziletlerine beni inandırmak için neler söylemedi! Ona kısaca şu cevabı verdim:Sadakat ve faziletinden faydalananlar bile köpeğin benden fazla dostu değildir. Bu hayvanın ismi her dilde bir küfür olarakkullanılırken, insanların ona karşı minnet ve muhabbet taşıdığına kimi inandırabilirsiniz? Size tavşan desem,deve desem darılmazsınız,fakat köpek!... Ve ona şu hikayeyi naklettim: Kırklareli taraflarında ,bir çiftşikte misafir idim.Beni Karakaçanlarda bir öğle yemeğine davet ettiler.Karakaçanlar, sürüleriyle dağ dağ dolaşan göçebe çobanlarıdır. Keçi kılından örülmüş siyah çadırlar altında, bir yamyam yemeğini andıran kuzu çevirmesini yedikten sonra etrafı gezmeye gittik. Dağlı çobanlar:'Size prenslerimizi gösterelim' dediler ve henüz süt emen köpek yavrularını annelerinden ayırıp önümüze getirdiler. Bu yumuk ve zinde hayvanlar karşısında dağlı çobanlar anlattılar: -Bizim topumuz tüfeğimiz hep köpeğlerimizdir.Gece kurda ve hırsıza karşı koyunlarımızı onlar muhafaza ederler. Her doğan köpek bizim için yeni kazanılan kuvettir. Artık onlara nasıl baktığımızı anlayabilirsiniz! -Köpeklerinize ne yedirirsiniz? -Köpeklerimiz sütten kesildikten sonra, ölünceye kadar kuru ekmek dışında bir gıdanın tadını bilmezler. Yalnız bazen bir köpek, koyunlarla oynaşırken, körpe bir kulak dişleri arasında kalır. Bu dakikadan itibaren artık köpek etin ve kanın tadını almış, masum ruhu bir canavar ruhuna dönüşmüştür. Tabii evvela bizim bundan haberimiz olmaz. Fakat her gün sürüden bir koyunun eksildiğini görerek köpeklerimizin içinden birinin azdığını ve kurt olduğunu anlarız. Gözetlemeye başlarız ve nihayet bulunca onu hemen öldürürüz. Zira eti tadan,artık kuru ekmeğe dönemez. Bu hikayeden sonra, ancak mahrumiyet pahasına fazilet sahibi olan böyle bir hayvanın ismini, en büyük küfür gibi kullanan avam hikmetinin aldanmış olmayacağını anlattım.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
128
Baskı Tarihi
2009
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Parıltı Yayınları
Editörü
Murat Kartal
"Ahmet Haşim'in ince, zarif, nükteli, sanatlı, işlenmiş, kadife gibi yumuşak ve açılmış çiçekler gibi olgun nesrini methetmek için ne söylense az gelir. Ekseriyetle pek zeki ve bazen de için için alaycı olan bu nesir hakikaten ne güzeldir! Ahmet Haşim bunlarla 'Bize Göre' hisler ve fikirler yazmıştır... Hatırlıyorum, Ahmet Haşim, İkdam'da bir 'Bize Göre' parçasının fikrinden ve kalbinden sızdıra sızdıra bütün yarım gününü geçirecek, akşama doğru bitirir ve imzalardı. En evvel, yazdıklarını birer birer herkese, İkdam'ın her yazarına ve her gelen misafirine okurdu.
Neden Altını Çizdim?
Bana Tolstoy'un kroyçer sonat'ını hatırlattı

Garden Bar'da Konuşan iki Adam

Şu ışıklar içinde görünüp kaybolan kadınlara bak! Ne derilerindeki beyazlık insan derisi beyazlığı, ne gözlerindeki siyahlık insan gözü siyahlığı, ne dudaklarındaki kızıllık insan dudağı kızıllığıdır. Tabiatın eserleri hiç de bu sahne yaratıkları kadar güzel değil! Kırmızı, sarı, yeşil ,siyah boyalar,renksiz etleri,çipil gözleri,soluk dudakları değişikliğe uğratarak, harap uzviyetlerden birer gençlik ve güzellik mucizesi vücuda getirmiş. Kim diyor ki kadın , eskisi gibi, yüzünü sıkı örtüler altında saklamıyor? Ya boya örtüleri? Bunların altında hakiki çehreyi hiç görmek kabil mi? Boyalar olmazsa bilmem kadın ne yapardı. -Kadın ne yapardı bilmem... Fakat boyalar olmasa bilmem ki göz nasıl boyanırdı?

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
128
Baskı Tarihi
2009
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Parıltı Yayınları
Editörü
Murat Kartal
"Ahmet Haşim'in ince, zarif, nükteli, sanatlı, işlenmiş, kadife gibi yumuşak ve açılmış çiçekler gibi olgun nesrini methetmek için ne söylense az gelir. Ekseriyetle pek zeki ve bazen de için için alaycı olan bu nesir hakikaten ne güzeldir! Ahmet Haşim bunlarla 'Bize Göre' hisler ve fikirler yazmıştır... Hatırlıyorum, Ahmet Haşim, İkdam'da bir 'Bize Göre' parçasının fikrinden ve kalbinden sızdıra sızdıra bütün yarım gününü geçirecek, akşama doğru bitirir ve imzalardı. En evvel, yazdıklarını birer birer herkese, İkdam'ın her yazarına ve her gelen misafirine okurdu.

Sürrealistler

Sürrealistler? -Sürrealizm oldukça makul bir esasa dayanır. Bu mesleğin nazariyatcısı ve reisi Andre Breton'a göre ; Şiirin zevki şuuraltı kaynaklarda gizlidir. Bazen sırf tesadüfle yan yana gelen iki kelimenin çapışmasından fışkıran parıltı, koca bir manzumenin yegane aydınlık şiir noktasını teşkil eder. Sanat eserinin oluşumunda sanatkarın iradesinden ziyade, tesadüfün tesirli bir rolü vardır. Binaenaleyh, kendimizi içgüdümüze bırakmak suretiyle, şuuraltı alemle temasımızı muhafaza edebiliriz.

Eksik Şiir

Türü
Şiir
Sayfa Sayısı
211
Baskı Tarihi
2006
Yazılış Tarihi
2006
ISBN
975-342-588-0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Metis Yayınları
Editörü
Müge Gürsoy Sökmen

Eksik Hayatlar

Yapamazdık yapamazdık Bizde öyle yürek yoktu Daha doğrusu başka yürekleri İncitmekten akıl korktu Korktuk evet cezalanmaktan Ki vazgeçtik sevdalanmaktan Bize düştü eksik hayatlar Ki farklıydık sözde yalan Yeryüzünde bir noktayken Büyüttük aciz ihtirasları Yaralandık parçalandık Kurallara kurban ettik tüm aşkları

Eksik Şiir

Türü
Şiir
Sayfa Sayısı
211
Baskı Tarihi
2006
Yazılış Tarihi
2006
ISBN
975-342-588-0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Metis Yayınları
Editörü
Müge Gürsoy Sökmen

RÜYA

Değmeyin feryadıma figanıma değmeyin Eğer sevda bu demekse ben vazgeçtim beni sevmeyin Garipliğim kader değil geçici gülmeyin Bu kış da efkarlıyım bahara Allah kerim Hadi yüreğim ha gayret Hele sıkı dur hele sabret Başını eğme dik tut Bu bir rüyaydı farzet

Türü
Gazete
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Neden Altını Çizdim?
Çok cesur bir yazı. İyi ki böyle aydınlarımız var...

Müjdeli Bir Değişim

Cumhuriyet tarihinin en ilginç dönemlerinden birini yaşıyoruz. Bütün hayatın “devlete ve devlet görevlilerine” göre tanzim edildiği “oligarşik” bir cumhuriyetten, her şeyin halka göre belirlendiği “demokratik bir cumhuriyete” geçme mücadelesi veriliyor. Cumhuriyetin yapısının değiştirilmesi için verilen mücadelenin tam göbeğinde “ordu” konusunun durması elbette bir tesadüf değil. Türkiye’yi halkın iradesinden bağımsız bir azınlığın yönetebilmesi ancak ordunun “silahlı bekçiliğiyle” mümkün. Biraraya geldiklerinde büyük çoğunluğu oluşturan dindarların, Kürtlerin, solcuların, Alevilerin “özgür ve eşit” yaşama talepleri hep “silahla” baskı altına alınmış. Bu kesimlerden “devlet görevine” seçilenler ise eski yeniçeriler gibi bir “devşirme” anlayışından geçirilmişler. Dindarlar dindarlıklarını, Kürtler Kürtlüklerini, Aleviler Aleviliklerini “devlet kapsında” bırakıp içeri öyle girebilmişler. Devletin içinde “asıl kimliklerinin” dışında “Atatürkçülük” diye tarif edilen yeni bir kimlik edinmişler. Bu “devşirme” yöneticiler, Sünni olacaklar ama Sünni yaşam tarzını ve ibadet etme biçimini terk edecekler, Kürt olacaklar ama “Kürtlüklerini” öne çıkartmayacaklar, Alevi olacaklar ama Aleviliklerini saklayacaklar, solcu olacaklar ama fikirlerini söylemeyecekler. İbadetinden, Aleviliğinden, Kürtlüğünden, solculuğundan vazgeçmeyen “halk” ise “hakkını” isteyemesin diye sürekli bir baskı altında tutulacak. Medyayla, edebiyatla, karikatürlerle beyinleri yıkanacak, dindarlar “yobaz”, Aleviler “mumsöndü yapan ahlaksız”, Kürtler “bölücü”, solcular “hain” gösterilecek. İnsanlar dinlerinden, dillerinden, fikirlerinden “utanır” hale getirilecek. Devlet ekonomide tek patron olacak. Cumhuriyet çok uzun zaman bunu başarıyla yürüttü. Dünyanın koşulları da buna izin verdi. Ama dünya da Türkiye de değişti. Türkiye, “küreselleşen, bütünleşen” dünyanın önemli bir parçası haline geldi. İnsanlar “hakları” olduğunu öğrendi. Üretim yapan “halk” yavaş yavaş zenginleşmeye, devletin boyunduruğundan çıkmaya başladı. Zenginleşen “dindar” kesim siyasete ağırlığını koydu. Kürtler, silahla “kimliklerini” kabul ettirme yolunu seçti. Aleviler örgütlendi. Devletle, halk “iktidar” için karşı karşıya geldi. Şimdi dünya koşulları “halktan” yana. Para, halkın elinde. Halkın Kürt kesiminde “silah” var. Ve, halk “yeter” diyor. Sadece bu ülkenin halkı değil, dünya da “yeter” diye bağırmakta. Bu ülkenin huzura kavuşabilmesi için halkın bu ülkenin “sahibi” olması gerekiyor. Bunun önündeki engel ordu. Gerek ordu, gerekse “ordu yanlısı medya” sürekli olarak aynı şeyi söylüyor: “Cumhuriyet tehlikede.” Söyledikleri doğru ama eksik. Bu “oligarşik cumhuriyet” tehlikede. Bu ülkede “azınlığın sultası” sona erecek. Halkın iradesine tabi “demokratik” bir cumhuriyet kurulacak. Ordu, “hukuk dışı” bir baskı kuramayacak halkının üzerinde. Kendi kimliğini unutmak zorunda kalan “devşirmeler” tarafından değil, gerçek kimliklerine sahip çıkan insanlar tarafından birlikte yönetilecek bu ülke. “Ben Kürdüm” diyen birini cumhurbaşkanı seçebileceğiz, “ben Aleviyim” diyen bir başbakanımız olabilecek, “Cuma namazlarını kaçırmayan” diyen bir genelkurmay başkanımız görev yapabilecek, “enternasyonalizme” inanan bir Marksist Meclis başkanlığını üstlenebilecek. Bu ülkenin her vatandaşı, inancı, dini, dili, fikri ne olursa olsun diğerleriyle “eşit” konuma gelecek. Bizim gerçek bir ülke, gerçek bir cumhuriyet, gerçek bir demokrasi olabilmemiz için önümüzdeki en büyük engel olan ordunun asli görevi olan askerliğe dönüp, elini siyasetten çekmesi bunun ilk adımı. Bu ilk adımın sancılarını çekiyoruz. Çok uzun sürmez bu. Hayatın bizzat kendisi “orduya” bunu emrediyor, buna direnmek mümkün değil. Ordu kışlasına çekilecektir. Kendi halkına karşı “oligarşik” bir cumhuriyetin “bekçiliğini” çok fazla yapamaz. Güneydoğu’daki savaş da barışla sonuçlanacaktır normalleşmeyle birlikte. Asıl zorluğu belki de biz “ezilenlerin” kendi aralarındaki sorunlarda yaşayacağız. “Devletin bölünmesinden” çok korkan bu cumhuriyet, kendi halkını insafsızca “böldü” çünkü. Eğitim sistemiyle, medyasıyla, ezilen insanları birbirine düşman haline getirdi. Yıllarca ezilen ve birbirine düşman olan bu insanları barıştırmak, birbirlerinden duydukları kuşkudan kurtarmak, onların arasında eşitlik oluşturmak için eğitim sisteminden, medyanın yapısına kadar çok önemli değişikliklerden geçmemiz gerekecek. Türkiye’de büyük değişim başladı bence. Bu değişimin en görünür ve en çarpıcı adımı ordunun konumu ama onu hallettikten sonra daha epeyce değişimden geçeceğiz. Her çocuğun kendine ait bir odasının olacağı, her gencin özgürlüğü alabildiğine yaşayacağı, yaşlıların “bakın nasıl bir ülke yarattık” diye gülümseyeceği bir geleceğe doğru gidiyoruz. Bu yolculuk biraz zor belki ama varılacak menzil çok huzurlu.