Türü
Roman
Sayfa Sayısı
102
Baskı Tarihi
Ocak 2020
ISBN
978-975-510-141-5
Baskı Sayısı
34. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Can Sanat Yayınları
Editörü
Cem Alpan
Orijinal Adı
Uçurtmayı Vurmasınlar

Çocuklar tutsak yaşayabilirler mi?

"Kuşum ölmedi. Benim elimden mama bile yiyor. Canlanıyormuş yavaş yavaş. 'Yaşayacak' dedi Nuran. Hep benimle kalsın istiyorum. Ama biraz büyüyünce uçmak istermiş. 'O zaman beni bırakıp gider mi?' diye sordum. Uçma zamanı gelince gitmesi gerekirmiş. Kuşlar tutsak yaşayamazlarmış. Ya çocuklar İnci? Onlar tutsak yaşayabilirler mi?"

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
102
Baskı Tarihi
Ocak 2020
ISBN
978-975-510-141-5
Baskı Sayısı
34. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Can Sanat Yayınları
Editörü
Cem Alpan
Orijinal Adı
Uçurtmayı Vurmasınlar

Sakın o uçurtmayı vurma!

"Bir uçurtma! İlk kez senle birlikte görmüştüm geçen yıl. Ben ne olduğunu bilememiştim de sen demiştin uçurtma diye. Kocamandı senle gördüğümüz. Bizim göğümüzdeydi hem. Bu seferki o kadar büyük değildi. Ama maviydi onun gibi. Ağabeye dedim ki: 'Bak uçurtma kaçmış!' 'Hani bakayım! Nereden kaçmış?' 'Bizim göğümüzden kaçmış. Ama sakın onu vurma!' Ağabeyin gözleri doldu ben böyle deyince. Bana simit aldı. Babam gibi. Ağabey uçurtmayı vurmadı. Belki annemi de vurmazdı. O uçurtma nasıl kaçmış İnci?"

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
102
Baskı Tarihi
Ocak 2020
ISBN
978-975-510-141-5
Baskı Sayısı
34. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Can Sanat Yayınları
Editörü
Cem Alpan
Orijinal Adı
Uçurtmayı Vurmasınlar

Büyüyünce kaçarım belki, hani o mavi uçurtma gibi..

"Bu akşam hiç istemedim içeri girmeyi. Çok güzeldi hava. Kuşlar ötüyordu gün batarken. Avlunun bir kenarından görünen kavak ağacının en tepe yapraklarıvar ya... Oraya vurmuştu güneş. Bir de kuşların kanatlarına. Güneşin batışı çok güzel olurmuş öyle mi? Ben hiç görmedim batışını. Doğuşunu da görmedim. Nevin diyor ki: Kuşlar bizim için yakalıyormuş güneşin son ışıklarını. Biz günbatımını onların kanatlarında görelim diye. Kuşları çok seviyorum o yüzden."

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
79
Baskı Tarihi
2015
Yazılış Tarihi
1880
ISBN
978-605-171-065-5
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Alfa Yayınları
Editörü
Melis Oflas
Mütercimi
Ayşe Meral
Orijinal Adı
Le Droit à la paresse

Marksist düşünür Paul Lafargue'ın 1880 yılında yazdığı bu deneme, aşırı çalışma karşısında işçi sınıfının sefaletini gözler önüne seriyor. Aynı zamanda işçinin emeğini sömürmekten vazgeçmeyen, din adamları ve burjuvalarla işbirliği yapan kapitalizmin de güçlü bir eleştirisini yapıyor.

Neden Altını Çizdim?
Bitmeyen rekabet hala devam ediyor mu?

Aptal ve öldürücü rekabet

Cicero döneminden bir şair olan Antiparos, köle kadınları özgürleştireceği ve altın çağı getireceği düşüncesiyle (tanelerin öğütülmesi için kullanılan) su değirmeninin icadını şu sözlerle kutluyordu:

"Ey değirmenci kadınlar, değirmen taşını çeviren kolu bırakın ve huzur içinde uyuyun! Horoz boş yere sabah olduğunu haber versin! Demeter kölelerin işini perilere yükledi ve bakın sevinçle tekerleğin üzerinde sıçrıyorlar. Bakın, harekete geçen dingil tekerlek parmaklarıyla dönüyor, dönen ağır taşı çevirerek. Babalarımız gibi yaşayalım ve tanrıçanın sunduğu hediyelere aylak aylak sevinelim!"

Maalesef pagan şairin müjdelediği boş vakitler henüz gelmedi; gözü kör, sapkın ve insan katili çalışma tutkusu özgürleştirici makineyi özgür insanları köleleştirme aletine dönüştürdü: Makinenin üretkenliği onları fakirleştirdi.

İyi bir işçi kadın iğle dakikada ancak beş ilmek atarken, bazı yuvarlak örgü tezgâhları aynı sürede otuz bin ilmek atıyor. Makinedeki her dakika işçi kadının yüz çalışma saatine karşılık geliyor ya da makinenin her çalışma dakikası işçi kadına on günlük dinlenme bahşediyor. Örgü sanayisi için geçerli olan şey, modern mekaniğin yenilik getirdiği bütün sanayi biçimleri için de az çok geçerlidir. Ama ne görürüz? Makina mükemmelleşip sürekli artan bir hızla ve kesinlikle insan çalışmasını aşarken, işçi dinlenecek yerde sanki makineyle yarışmak ister gibi çabasını arttırıyor. Ah aptal ve öldürücü rekabet.


Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
79
Baskı Tarihi
2015
Yazılış Tarihi
1880
ISBN
978-605-171-065-5
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Alfa Yayınları
Editörü
Melis Oflas
Mütercimi
Ayşe Meral
Orijinal Adı
Le Droit à la paresse

Marksist düşünür Paul Lafargue'ın 1880 yılında yazdığı bu deneme, aşırı çalışma karşısında işçi sınıfının sefaletini gözler önüne seriyor. Aynı zamanda işçinin emeğini sömürmekten vazgeçmeyen, din adamları ve burjuvalarla işbirliği yapan kapitalizmin de güçlü bir eleştirisini yapıyor.

Neden Altını Çizdim?
Anlaşılan günümüzde robotların için konuştuğumuz konular bundan tam 200 yıl önce yine gündemdeymiş

Makinalar işimizi elimizden alacak mı?

Kapitalistleri tahtadan ve demirden makinelerini mükemmelleştirmeye zorlamak için etten kemikten yapılmış makinelerin maaşlarını yükseltip çalışma saatlerini azaltmak lazım. Buna kanıt mı lazım. Yüzlerce kanıt gösterilebilir. İplikçilikte kullanılan mekik tezgahı (self acting mule), iplik eğirme işçileri eskisi kadar uzun saatler çalışmak istemedikleri için Manchester'da icat edilip uygulandı.

Amerika'da makine, tereyağı üretiminden buğdayın çapalanma işine kadar tarım üretiminin bütün dallarını istila etmiş durumdadır. Peki neden? Çünkü özgür ve tembel olan Amerikalı, Fransız köylüsünün sığırımsı hayatına maruz kalmaktansa bin kez ölmeyi yeğler. Şanlı Fransa'mızda bu kadar zahmetli ve insanın bedeninde tutulmalara neden olan tarla sürme işi, Batı Amerika'da rahat rahat pipo içerek ve oturarak yapılan açık havada hoş vakit geçirme işidir. 


Sayfa Sayısı
763
Baskı Tarihi
2007
Yazılış Tarihi
1866
ISBN
978-975-998-384-0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Bordo Siyah
Editörü
Veysel Atayman
Mütercimi
Osman Çakmakçı
Orijinal Adı
Prestupleniye i Nakazaniye

Suç ve Ceza,(Rusçası: Преступление и наказание) Dostoyevski'nin romanlarından biridir. Orijinal ismi Prestupleniye i Nakazaniye dir. Roman ilk olarak 1866'da Rus Habercisi adlı edebiyat dergisinde yayınlandıktan sonra cilt haline getirilmiştir. Dostoyevski'nin Sibirya'da cezaevinden döndükten sonra yazdığı roman, yazarın en uzun ikinci romanı olma özelliği taşır. Bununla birlikte yazarın olgunluk döneminin ilk büyük romanıdır.

Istırap ve acı

Istırap ve acı geniş vicdanlarla derin yürekler için her zaman zorunludur. Bana öyle geliyor ki, gerçekten büyük insanlar şu dünyada büyük acılar çekmek zorundadır.


Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
166
Baskı Tarihi
2016
Yazılış Tarihi
1972
ISBN
9753420839
Baskı Sayısı
29. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Metis Yayınları
Editörü
Müge Gürsoy Sökmen
Mütercimi
Yurdanur Salman
Orijinal Adı
Ways of Seeing

Türkiye'de bütün kitaplarıyla her zaman kendisine geniş bir okur kitlesi bulan John Berger'ın klasiğidir Görme Biçimleri. Dokuz basım yapan kitap, Berger'ın bir ekip çalışmasıyla BBC için yaptığı bir televizyon dizisinden kitaplaştırılmıştır.

Yayımlandığı 1972'den günümüze, yağlıboya resimden reklamlara, görselliği ve imgeleri anlamanın, eleştirel bir görme biçiminin manifestosu oldu bu güzel kitap. Metis Yayınları'nda da “görme” ile ilgili daha sonraki yayınlarımız için damar oluşturan esinleyici bir etkisi oldu.

Fotoğraf makinasının bulunuşu

Fotoğraf makinasının bulunuşu bu makinanın bulunuşundan çok önce yapılan resimlere bakışı da değiştirdi. Başlangıçta resimler süslemek üzere yapıldıkları yapının bütünleyici birer parçasıydı. Erken rönesans katedral ya da kiliselerinde insan, duvarlardaki imgelerin yapının iç yaşamının birer kaydı olduğu, imgelerin birleşerek yapının belleğini oluşturduğu duygusuna kapılır -imgeler yapının kendine özgü niteliğini böylesine tamamlar.

Her resmin biricikliği bir zamanlar bulunduğu yerin biricik olmasından kaynaklanıyordu. Resim bir yerden başka bir yere taşınabilirdi. Ama hiçbir zaman aynı anda iki yerde birden görülemezdi. Fotoğraf makinası, resmin fotoğrafını çekerek resmin imgesinin taşıdığı biricikliği ortadan kaldırmış oldu. Bunun sonucunda resmin anlamı değişti. Daha kesin söylersek resmin anlamı çoğaldı, birçok anlama büründü.

Herhangi bir resim televizyon camında göründüğünde olanlar buna canlı bir örnektir. Resim her seyircinin evine girer. Seyircinin evindeki duvar kağıtları, mobilya ve hatıra eşyalarıyla çevrelenir. O ailenin havasına girer. Konuşmalarına konu olur. Kendi anlamını onların anlamına katar. Bu resim aynı anda başka milyonlarca eve de girer, bunların her birinde değişik bir bağlam içinde görülür. Fotoğraf makinası aracılığıyla artık resim, seyirciye gitmektedir, seyirci resme değil. Böylelikle resmin anlamı çoğalmaktadır.


Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
285
Baskı Tarihi
1990
ISBN
978-975-437-0288-1
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Türk dili üzerindeki tartışmalar devam etmektedir. Bir Türkçülük hareketi olarak başlatılan özleştirme akımı tam bir millî kültür yabancılaşması haline dönüştürülmüştür. Kelimeler -ve tabii onlarla birlikte millî kültür muhtevaları-atılıyor, uydurma kelimelerle gayri millî bir kültür kurulmaya çalışılıyor. Böylece nesiller birbirine ve yeni nesiller millî kültüre yabancılaş¬maya devam ediyor.

Terbiye Hasadı

Eskiden, orta ve yüksek tahsil gençliği arasında "yahu..." demek, yerine göre ayıptı; bugün aynı tahsil gençliği arasında "ulan..." demek, yerine göre bir samimiyettir. Fakat ben ne stadyom, ne de mekteb gençliğini ayıplayacağım. Mekteb veya halk çocuğu. Üstüne muhitinin kondurduğu her tesirin şeklini alan gevrek, mukavemetsiz, kıkırdak halinde bir şahsiyet, yahud şahsiyetsizlik çağı içindedir. Ona bu tesirler nereden geliyor? İtiraf edelim ki bizden.

Bizden geliyor. Çok ters anladığımız demokrasi ve halkçılık, fikirlerimizden, edebiyatımızdan geliyor. Yuhayı ulanı mısraları içinde alan şairleri alkışlayan biziz; bunları mekteb kitaplarına sokan biziz.

Bin defa yazıp söyledik ki halk dili başka, argo başkadır. Gene de bazı muharrirlerimizi "laf anlayan beri gelsin be yahu..!" tarzında cümleler yapmaktan vazgeçiremedik. Türk nesrinin bizim nesilden evvelki büyük ustalarından olduğu için Fatay da bu todi cümlesi karşısında kimbilir ne ürpermeler geçirmiştir.

İyilerini ve hakikilerini kaydetmiyorum, fakat halk dili, halk şiiri, halk türküsü diye gazetelerden edebiyata ve mekteb kitablarına soktuğumuz laübali ve sırnaşık edanın aksi sadalarını bir maçta veya bir mekteb paydosunda duyursak şaşırmayalım. Ektiğimizi biçiyoruz. Bu bir terbiye hasadıdır.


Türü
Roman
Sayfa Sayısı
624
Baskı Tarihi
2017
Yazılış Tarihi
1859
ISBN
978-605-172-240-5
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Yordam Edebiyat
Mütercimi
Nuri Yıldırım
Orijinal Adı
Обломов

Oblomov, tıpkı Don Kişot ve Godot’yu Beklerken gibi, ünü yazarını aşmış romanlardandır. Oblomov sadece bir roman kahramanı değil, bir kavramdır. O, ataletin, aylaklığın, tembelliğin, üşengeçliğin, hayalciliğin, uykuculuğun cisimleşmiş halidir. Yatağında hayal kurarak uyuklamaktan başka bir emeli olmayan Oblomov’un, önce taşınma derdiyle boğuşmak, sonra çiftliğini denetlemek zorunda kalmakla altüst olan dünyası, eşine az rastlanır bir mizahla anlatılır.

Hisse senedi

İvan Matveyeviç:

"Bu hisse senedi de nedir?" diye sordu. "Ben tam olarak anlayabilmiş değilim."

"Bir Alman icadı!" diye yanıt verdi Tarantyev kızarak. "Örneğin, üç kağıtçının biri yanmaz ev diye bir fikir ortaya atıyor ve bu tür evlerden oluşan bir şehir kurmaya kalkışıyor. Tabii, büyük para gerek. Sonra satıp para toplamak üzere, her hissesi, diyelim, beş yüz ruble şeklinde piyasaya kağıt sürüyor. Bir yığın budala bu kağıtları kendi aralarında alıp satıyorlar. Firmanın işlerinin iyi gittiği söylentisi yayıldığında kağıtların fiyatı artıyor, kötü gittiği duyulduğunda ise her şey batıyor. Elinde bir sürü değersiz kağıt parçaları kalıyor, paran uçup gidiyor. "Şehir nerde?" diye soruyorsun, yandı ya da yarım kaldı diye yanıt veriyorlar. Senedin mucidi çoktan paraları toplayıp kaçmıştır. İşte hisse senedi dedikleri şey!"