Muz Sesleri

Yazarı
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
277
Baskı Tarihi
Ocak 2010
ISBN
978-975-289-670-3
Baskı Sayısı
0
Yayın Evi
Everest Yayınları
Ece Temelkuran, kalplerin yağmalandığı yerden anlatıyor hikâyesini; Ortadoğu'dan. Bizden alıp döküntülerini iade ettikleri hikâyelerimizi geri almak için… Aşklarımızı, acılarımızı, haysiyetimizi… Yağmalandıkça kapattığın kalbini aç şimdi. Çünkü bu senin hikâyen. Sen de Ortadoğulusun!

Kaynaktan Diğer Alıntılar

Başlık Altı Çizili Satır Sayfa Artan sıralama
İnsanların kalplerini yağmalıyorlar "Bir çocuk görmüştüm, Afganistan'da bombalanan evinin önünde ağlıyordu. Anası-babası ölmüş ve elinde yanmış bir Kur'an. Kur'an'a ağlıyordu. Başka bir şey bu... Allahlarını yağmalıyorlar. 211
Ekmek Ağacı II Yoksullardan böyle tuhaf bir alayla bahsetmesine rağmen, pencereden endişeyle ekmekleri ve ekmekleri alanları izlemesine bir türlü anlam veremediği için bir gün asabı bozuk yüzüne aldırmadan sormuştu Setanik. "Zeynab hanım, niye ekmekleri insanlara doğrudan vermiyorsunuz?" Saçları kadar korkunç kaşlarının altından bakıp, "Onlara dokunmak istemiyorum" diye tıslamıştı. Vakit geceyarısını geçtikten sonra, Zeynab hanım elinde bir şişe vişne likörüyle Setanik'in kapsının önünde belirmiş ve "Konuşmak zorundayız." demişti. "Batı'da yoksullar zenginlerden nefret edebilir. Ama Doğu'da yoksullar kendilerini zenginlerin küçük kardeşi zannederler. Öfkelenseler bile söylemezler. Yoksullar Batı'da söyler, Doğu'da kendi kendilerine söylenirler." "Ben, benden nefret hakkı olmayanın minnetini istemiyorum. Herkesi onurlu bir yoksullukta eşitleme hayalimizden geriye bu kaldı. Bu zavallığımızdan tiksiniyorum. O yüzden dokunmak istemiyorum onlara. Bir kez dokundum ve pişmanım. Kedi evimle onlarınki arasında melez bir hayat kurmuştum. 90'lardaydı. Sovyetler yıkılmıştı ve dünyayı kurtaramayacağım için Aşrafıyya Mahallesinin yoksullarını kurtarıyordum. Değiştirmeyi başaramadıkları dünyaya küsmeyi hakları sayan arkadaşlarımı da örgütlüyordum bazen. Yeni yoksulları beğenmiyorlardı. Oysa eskisi gibi olmayan bizdik, bunu anlatamayacağım için sadece paralarını alıyordum. Birinin çocuğu için burs parası, ötekinin hastası için doktor parası, berikinin sakat kardeşi için tekerlekli sandalye parası... Sonra bir gün dünya için tek çözüm olduğuna inanmaya başladığım bu iyilik makinesine yoksul bir kadın çomak soktu." 186
Ekmek Ağacı I Bu genç Ermeni kadının sözlerinden çok kalbinin ciddiye alınması gerektiğini onu tanıyan herkes bilirdi. Zeynab Hanım'ın ve "Ekmek Ağacı"nın sırrını bilen tek insan olmasının sebebi de buydu. Olay şöyle gerçekleşmişti... Her sabah dallarına ekmek torbaları asılan portakal ağacının adı zaman içinde "Ekmek Ağacı"na dönüşmüş, insanlar sokaktaki bir evin ya da dükkanin yerini tarif ederken "Ekmek ağacının yanında" ya da " Ekmek ağacının tam karşısında" gibi cümleler kurmaya alışmışlardı. Zeynab Hanım durgun evinin içine vuran güneşte dumanı kıvrıla kıvrıla çoğalan sigarasıyla, gün boyunca ara sıra pencereden gizlice ekmeklerin durumunu kontrol ederdi. Torbaların kaçı gitmiş, kaçı kalmış, sayardı. "Yoksullar kaplumbağalar gibi" demişti bir kez, "hareket ettiklerini hiç görmezsin. Hep sen bakmazken ekmeklerini alıp ortadan yok olurlar." 185
Tek bir kişiyi dövenler... Marwan artık ses çıkarmamaya başladığında mütereddit oldu tekmeler. Giderek birbirine bakmaya başladı dövenler. Tek bir kişiyi dövenler birbirine bakmaya başladığında kendilerine gelmeye başlarlar. 180
Örtünmek Ayşe güzel kadın, kalçalı. Ve Beyrutta herkes birbirine bakar. Öyle kaçamak değil, durup şöyle uzun uzun. "Röntgenini alırcasına" Ayşe'nin deyişiyle. Hep sinirlendi buna Ayşe. 177
Sigara Çok sigara içiyor. Bırakamadı bir türlü. Ölümle ilgili hiçbir şeyi ciddiye almadığı için diyorlar, ama değil. Aslında sadece ellerini nereye koyacağını bilmiyor. 136
Beyrut Çok tanıyanı var, ama kimsesi yok, bakma. Fena halde öksüz o. [...] Herkes onda kendi yaşadığını seviyor. Sor, herkes söyleyecektir. Hayatlarının en önemli dönemecini onunla aldıklarını anlatırlar. Çünkü herkesten, herşeyden koparır seni. Kendinle bırakır. Ne istediğini bir tek o zaman bilirsin, sana kendini itiraf ettirir. [..] Aramızda bir yerde oturuyor. Bizimle yaşıyor gibi ama... Sorsan kimse gösteremez yerini. Efkarlı bir yerimiz var. Ne zaman ansak onun adını, ne zaman " Beyrut" desek, oramız sızlıyor. 136
İnsan kendini feda etmek ister. İnsanda öyle bir yer var, insan kaybolmak ister. Bakma sen söylediklerine, insan kendini feda etmek ister. Bir acıda, bir sevinçte, bir kavgada, bir hikayede erimek ister. 135
Başka türlü... Onda güzel ne diye sorsan, kimse söyleyemez. Ben söyleyeyim. Senden habersiz bir şey yaptığını sanırsın hep. Müptelası olduğu budur herkesin. O seni bulana kadar onu bulamayacağın için, oturup ne yapıyor diye düşünürsün. Merak edersin, öfkelenirsin ve o seni bulduğunda şaşarsın kendine, nasıl hiç kızmamış gibi onu yeniden sevdiğine. Onun yanında zayıfsın işte, bu halini seviyorsun. Ağzına tükürüşünü seviyorsun, seni böyle aşılayışını, kendine benzetmesini. Bir gün öyledir, bir gün böyle. Kafasının taşı atmışsa, derhal kendine bir sığınak bulacaksın, yerin altına kaç. Keyfi yerindeyse çık beraber Korniş'e, denize karşı nargilesini sanki biraz önce ortalığı kurşunlayan kendisi değilmiş gibi tüttürür. Ve pek haşhaşlıdır. Başka türlü katlanamıyor kendine muhakkak. Uyuyamıyor başka türlü... 134
İnsan kokusu Kokusu pek bahis konusu olur. Sadece insan gibi kokar oysa. İnsandan başka hiçbir şey kokmaz. Çünkü hepimize benzer, ama hep bizden daha güzeldir. Bizden başka kimsesi yok ama hiçbirimizi sallamaz. 134