modernizm

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
263
Baskı Tarihi
Nisan 2013
Yazılış Tarihi
1995
ISBN
978-975-7501-81-7
Baskı Sayısı
4. Baskı
Basım Yeri
Ankara
Yayın Evi
Dost Kitabevi Yayınları
Editörü
Ferhat Babacan
Mütercimi
Mehmet Küçük
Orijinal Adı
From Post-Industrial to Post-Modern Society: New Theories of the Contemporary World, Second Edition

Bu kitapta tartıştığımız kuramlar çokluk batı toplumları üzerinde odaklanmıştır. Ama batı, daha önce hiç olmadığı ölçüde, dünyanın geri kalanının bir parçası olmuştur. Bu dünyanın hatırı sayılır bir kısmını, ister iyi diyelim ister kötü, batı denetlemektedir. İncelediğimiz sanayi sonrası toplum kuramlarının bu durumun tamamen farkında oldukları söylenebilir.

Marx, Weber ve Durkheim Artık Bugünü Açıklayamaz

Malcolm Bradbury, 1970’li yılları "asla yaşanmamış on yıl" olarak adlandırmıştı. Ama 1980’li yıllar 1970’li yıllardan doğdu (tıpkı 1960’lı yılların 1950’li yıllardan doğmuş olması gibi). Şimdi artık bu on yıl boyunca sanayi sonrası toplum kuramının çeşitli yeni biçimlerinin üretilmekte olduğunu görebiliyoruz. Söz konusu kuramın bu biçimleri, bütün olarak alındığında, 1960’lı yıllarda üretilen çeşitlerin iyimserliğinden yoksun­dur. Bu yeni biçimler, Alvin Toffler’ın büyük bir hevesle öngördüğü "süper-sanayi" toplumu beklentisi içinde değil. Sağ-kanat düşüncenin olduğu kadar sol-kanat düşüncenin de ürünü olarak sanayi sonrası toplum kura­mının bu biçimleri, önümüzde bizi bekleyen büyük gerilimler ve çatışma­lar öngörmektedir. Ama bunlar sanayi toplumlarının bir sınır çizgisini geçtiği konusunda, en az daha önceki sanayi sonrası toplum kuramcıları denli ısrarlıdır. Buna göre, klasik sanayicilik, yani Marx, Weber ve Durkheim tarafından çözümlenen yani batılıların büyük çoğunluğunun geçtiğimiz yüz yıl boyunca içinde, yaşadıkları türden toplum, bundan böyle yoktur.


Sayfa Sayısı
190
Yazılış Tarihi
1930
ISBN
978-975-10-3118-1
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İnkılap Kitabevi
Editörü
Aslıhan Karay Özdaş
Bence, Refik Halit’in affı kararı üzerinde bu içli yazılarının tesiri büyük olmuştur. Atatürk’ün bunları okuyup duygulandığını yakından biliyorum. Fakat, birkaç zamandır gönlünde beslemekte olduğu bu af arzusunun nihayet kanuni bir şekilde uygulanmasına yol açan yazı –buna bir eser de diyebiliriz- öyle sanıyorum ki, Refik Halit’in Deli adlı küçük bir komedya kitabıdır.Atatürk, hiçbirimizin görmediği bilmediği bu eserciği nereden bulmuştu ve ona kim göndermişti hatırlayamıyorum.

Türkçü ne demek? Anadolu'dan Türk mü getirip satıyor?

Maruf Bey - Kuzum Şebnur, bu kız çılgın mı? Şebnur - Ne diyorsunuz, Büyük Beyefendi, onun akıllılığına dünya hayran... Görseniz, aşağıdaki ince kileri larabotor mu, diyorlar, nedir, ecza odası yaptılar. Kaya Turgut'la içeriye kapanırlar, bir şeyler kaynatırlar, bir şeyler yakarlar, allı yeşilli dumanlar çıkar! Sonra önlerinde bir fırın var... Maruf Bey - (keserek) Fırına da bir şey veriyorlar mı? Şebnur - (safiyane) Bilmem ki... Beni her zaman içeriye almıyorlar, zaten alsalar da kim girer? Kükürt kokusundan burnumun direği kırılıyor. Maruf Bey - Peki, Şebnur, Ayten böyle kimyager olacak, neydi oğlanın adı, hatırımda kalmıyor... Şebnur - Özdemir! Maruf Bey - Ha, Özdemir... O ne tahsil ediyor? Şebnur - Hiç... Sultani Mektebi'ni bile bitiremedi, boş gezenin boş kalfası! Maruf Bey - Hiçbir şey olamadı mı? Şebnur - Oldu. Maruf Bey - Ne? Şebnur - Sporcu. Maruf Bey - Anlamadım! Şebnur - Sizin anlayacağınız; cambaz, pehlivan, yangın nöbetçisi, tulumbacı gibi bir şey! Maruf Bey - Eyvah! Ailemizin şerefi mahvoldu desene... Şebnur - Ben de öyle sanıyordum ama Vacit Bey memnun, "Oğlumu herkes parmakla gösteriyor!" diyor. Maruf Bey - Vacit çıldırmış... Zaten bizim damadın zevksizliğine numune çocuklarının ismi, bunlar da nasıl isimler? Bir kere Ayten kaide itibarıyla yanlış, biri Türkçe, diğeri Farsça olan iki kelimeden tamlama yapılamaz. Özdemir'e gelince... Şebnur - (keserek) Evvela Yakup Hoca da böyle bir şeyler derdi... Ama sonradan fikrini değiştirdi; Türkçü oldu. Maruf Bey - Yahu bu softanın olmadığı da kalmamış! Türkçü ne demek? Anadolu'dan Türk mü getirip satıyor, ne halt ediyor? Yoğurtçu, kestaneci, helvacı gibi şimdi Lazcı, Arnavutçu, Kürtçü, falan gibi zanaatlar da mı var? Şebnur - Ben de içinden çıkamıyorum ki a Büyük Beyefendi! Adlarını kaba Türkçe koyanlara, galiba, Türkçü diyorlar, Yakup Efendi niye ismini Tekin koydu ki... Maruf Bey - Uğursuzun bulduğu isme de bak! Şebnur - İsmi bir şey mi? Kendisini bir görseniz... Bari herife şapka yakışsa... Maruf Bey - (gözlerini açarak) Şapka mı? Demek Yakup Hoca Hristiyanlaştı da... Vay kâfir vay! Şebnur - Ne ettiğini bilmem, benim bildiğim zamaneye uydu. Hem uymasın da ne yapsın, fesle, sarıkla gezecek değil ya! Maruf Bey - Neden gezmesin? Fesle, sarıkla gezmek ayıp mı? Şebnur - Ayıp değil, yasak! Adamı yakaladıkları gibi karakola tıkarlar, en aşağı üç ay hapis. Maruf Bey - (hayret içinde) Şebnur, sen de aklını kaçırdın galiba... Deli deli neler söylüyorsun? Şebnur - A, niye deli olayım, Büyük Beyefendi, Şapka Kanunu'ndan haberiniz yok. Maruf Bey - Şapka Kanunu mu? (hiddetle) Çık dışarı, divane! Çık diyorum sana. (gözleri döner) Karı beni çıldırtacak! (Şebnur korkarak kaçar)

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
64
Baskı Tarihi
1963
Yazılış Tarihi
1918
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Serdengeçti Neşriyat
Bu kitap, Gökalp’in en temel konulardaki fikirlerini söylediği önemlieserlerinden biridir. Onun fikir dünyasına girişi bu eser ile yapılmalıdır. 21. yüzyılı yaşadığımız şu günleri (de) anlattığı bu küçük hacimli eser içinde serdedilen fikirlerden neredeyse mazide kalmış olanı yoktur. 100 sene öncesinin aydını olarak Gökalp bizim gündemimizi konuşmaktadır.

Üç cereyan da hakikî ihtiyaçlardan doğmuştur

İslamlaşmak fikrinin mürevvici "Sırâtı Müstakim", "Sebilürreşad", Türkleşmek fikrinin mürevvici "Türk Yurdu" mecmualarıdır. Dikkat olununca (modernleşme ile beraber) bu üç cereyanın da hakikî ihtiyaçlardan doğmuş olduğu görülür.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
438
Baskı Tarihi
Mayıs 2008
ISBN
978-975-9169-77-0
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kırmızı
Editörü
Fahri Özdemir
"Bu çıkmazı aşmak için, bir zihin devrimine gerek vardır. Türkiye'de çağdaş ve özgürlükçü düşünce, kendisini yetmiş veya seksen yıldan beri cenderesine alan ipoteği atmalı, Türk modernleşmesinin tarihi eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmelidir." Ancak bu kambur atıldıktan sonradır ki, Kemal Atatürk adındaki parıltılı ve trajik insan, gerçek boyutlarında ele alınabilir; Türkiye gibi toplumlarda yüzyılda bir yetişen bu büyük kabiliyet, olağanüstü ihtirasları ve olağanüstü hatalarıyla, tarihte ait olduğu yere konabilir."

Batılılaşma ve Kemalizm

Maksat, o halde, Batı kültürünü ilginç, güçlü ve güzel kılan şeyleri benimsemek değildir: siyasi nedenlerle düşman sayılan bir kesimin toplumsal dayanaklarını ortadan kaldırmaktır. İki hedef arasında mantıki bir ilişki bulunmaz. İslam kültürünü reddetmek, Batılılaşmak değildir; ikisi ayrı ayrı şeylerdir. Kemalist rejim Türkiye'de İslam kültürünün, İslami değer ve alışkanlıkların bir kısmını tahrip etmiş olabilir. Ama bundan Türkiye'nin Batı kültürüne yaklaştığı ya da Batı uygarlığına özgü fevkalade yaratıcılıktan pay almaya başladığı sonucu çıkmaz. Atılanın yerine hiçbir şey konmamış, ya da sözgelimi Batı yerine başka bir şey konmuş olabilir. Nitekim "Batılılık" adına getirilen şeylerin olağanüstü yüzeyselliği, hatta anlamsızlığı oldukça erken bir tarihte farkedilmiş olmalı ki, 1930'lardan itibaren Tek Parti rejiminin ideolojik vurgusu artık "Batılılaşmak" değil, Ergenekon uygarlığının ihya edilmesi üzerine yoğunlaşacaktır. Şapkanın, cazbandın ve Latin alfabesinin tatmin edemediği ulusal ideali, bu kez başka bir yönde aramak ihtiyacı duyulacaktır. Cumhuriyetin "Batı" yönündeki önemli reformlarının tümü, dikkat edilirse, Cumhuriyetin ilk yıllarının – daha somut olarak, 1923-28 arasındaki altı yıllık dönemin – eserleridir. 1930'lara doğru Reisicumhurun söylemine hakim olan kültürel referans ise artık Batı değil, düşsel bir Orta Asya geçmişidir. Cumhuriyetin ikinci onyılına rengini veren Dil ve Tarih devrimlerinin, Soyadı kanununun işaret ettikleri uygarlık modeli Avrupa değil, İslamiyet öncesi Türk tarihidir. Yeni Türk dilinin kaynakları Uygurca ve Yakutça'da aranacaktır. Atatürk'ün yazdırdığı Medeni Bilgiler kitabında Türk demokrasisinin öncülü olarak sunulanlar Fransız devrimi veya İngiliz parlamentosu değil, "Eti, Sümer ve Akat Türkleridir". Türk uygarlığının kaynağı, Avrupa'ya medeniyeti öğrettiği ileri sürülen "Alp Türk ırkında" keşfedilmiştir. Yeni ihdas edilen Türk adlarının kültürel ufkunda Newton ve Amadeus değil, Cengiz ve Attila bulunur. Kemalizmin "Batılılık" cephanesi, öyle gözüküyor ki, birkaç cılız atımdan ibaret olan ömrünü, on yıla kalmadan tüketmiştir. Öte yandan Orta Asya'nın çağdaş Türk toplumuna sağladığı uygarlık modeli de doyurucu bir model olmaktan uzaktır. Simge, şiir ve hayaller için Ergenekon'a dönülebilir; fakat çağdaş teknolojiye ve siyasi kurumlara yön verecek örnekleri Oğuz destanında bulmakta zorlanırız. Bundan ötürü model arayışı cumhuriyet Türkiyesinin gündeminden hiç düşmeyecek; 1960'larda Nasır'ın Mısır'ı, 1970'lerde Brejnev'in Rusyası, Mao'nun Çini ve hatta Enver Hoca'nın Arnavutluğu, 1980'lerde ilkel ve ilkesiz bir çeşit Amerikan maddiyatçılığı, Türkiye için uygarlık modelleri olarak sunulabilecektir. Bu arayışların çıkmaza girmesiyle birlikte, İslamiyetin – üstelik entellektüel kaynaklarından uzaklaşmış, hoşgörü kapasitesi sonuna kadar zorlanmış, ezildikçe içine kapanmış bir İslamiyetin – yeniden güçlü bir ideolojik alternatif olarak ortaya çıkmasına hayret edilmemelidir.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
438
Baskı Tarihi
Mayıs 2008
ISBN
978-975-9169-77-0
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kırmızı
Editörü
Fahri Özdemir
"Bu çıkmazı aşmak için, bir zihin devrimine gerek vardır. Türkiye'de çağdaş ve özgürlükçü düşünce, kendisini yetmiş veya seksen yıldan beri cenderesine alan ipoteği atmalı, Türk modernleşmesinin tarihi eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmelidir." Ancak bu kambur atıldıktan sonradır ki, Kemal Atatürk adındaki parıltılı ve trajik insan, gerçek boyutlarında ele alınabilir; Türkiye gibi toplumlarda yüzyılda bir yetişen bu büyük kabiliyet, olağanüstü ihtirasları ve olağanüstü hatalarıyla, tarihte ait olduğu yere konabilir."

İslam kültürünün tasfiyesi

Cumhuriyet "Batıcılığının" iç siyasi boyutu da gözardı edilemeyecek önemdedir. "Laiklik" adı altında girişilen şey, bir tasfiye hareketidir: Milli Mücadeledeki ortaklığı sayesinde Osmanlı devletinde yüz yıldan beri sahip olamadığı bir güç ve ağırlığa kavuşan, devlet iktidarına ortak olan popüler İslamiyetin, siyasi sahneden silinmesi hedeflenmiştir. İzlenen stratejinin "askeri" uslubu belirgindir. Düşmanı çökertmek için seçilen yöntem, onun iaşe ve mühimmat kaynaklarına saldırmaktır. İslamcı siyasetin güç aldığı kaynak, Türk toplumunda derin kökleri olan dinî kültürdür: o halde bu kültürün - örgütsel yapıları, dayanışma ve eğitim kurumları, literatürü, hukuku, ayırdedici simge ve kıyafetleri, gelenekleri, tarih bilinci, sanatı ve müziği ile birlikte – yokedilmesi gereklidir. Yıkımın bırakacağı boşluğu dolduracak olan kültürel modeli yakın veya uzak Türk tarihinde bulmak mümkün olamadığı oranda – ve ancak bu oranda – bu model ve referans, Batı'da aranacaktır. İslam kıyafeti atıldığında, çıplak kalınmayacağına göre, onun yerine giyilecek bir giysi gereklidir. Atatürk'ün deyimiyle "Turan kıyafetini araştırıp ihya eylemeye mahal bulunmadığı" için, giysi modeli Batı'da aranmıştır. Benzer bir ihtiyaçtan hareket eden Çin devrimi ise, 1960'larda işçi tulumuyla milis üniforması karışımı bir otantik "Mao giysisinde" karar kılacaktır. Şer'i hukuk lağvedildiğinde, Türkiye'de bundan başka örnek alınacak bir şahıs hukuku geleneği bulunmadığı için ve yeni bir hukuk oluşturmak yıllar süreceğinden, mevcut bir kaynaktan tercüme etmek en mantıklı çözüm olarak görülmüştür. Hilafet kurumuyla birleşerek İslami politikanın bir simgesi haline gelen Osmanlı hanedanı kaldırıldığında, yeni bir hükümdarlık tesis etmenin pratik sakıncaları görüldüğünden, o yıllarda Avrupa'da revaçta olan bir rejim modeli – cumhuriyet – tercih edilmiştir. Alfabe devriminde asıl gaye, Batı kültürünü benimsemekten çok, İslam kültürünün entellektüel köklerini kurutmaktır. Amaç Türklerin Shakespeare'i ya da Paris gazetelerini daha kolay okuması değildir: Kuran'ı ve Osmanlı kaynaklarını okumalarını önlemektir. Bu aşamada tümüyle Türkçeye özgü bir alfabe geliştirmek üzerinde bir müddet durulmuşsa da, daha kolay – ya da daha inandırıcı – bulunduğu için Batı'dan alfabe ithali tercih edilmiştir. Cumayı ve Hicret esasına dayalı tarih perspektifini toplum zihninden silmek için, Pazar tatili ve Miladi takvim getirilmiştir. Batı müziğinin radyoda zorunlu kılınması ise, bu müziğe yönelik gerçek bir sevgi veya inançtan çok, İslami kültürle yakın ilişkileri olan alaturka müzik geleneğini yıkmak kaygısını akla getirmektedir. Şahsi eğilimleri Rumeli havaları ve Safiye Ayla'dan yana olan Gazi'nin (bu noktada İsmet İnönü'den farklı olarak) Batı müziğine ilişkin ciddi bir bilgi veya duyarlığı bulunduğunu gösteren bir ipucu yoktur. Çok eşliliğin hukuken tasfiyesinde de gerçek bir ahlaki tercihten çok pratik gerekçeler rol almışa benzemektedir. Çok eşliliğin doğurduğu karmaşık hukuki sorunlar, şer'i hukuk ilkelerinin kısmen de olsa korunmasını zorunlu kılacaktır; oysa bu, arzu edilen bir hal değildir. Oysa ki Atatürk'ün kişisel tercihleri, bilindiği kadarıyla, Medeni Kanunun öngördüğü tek eşli aile idealinden uzaktır.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
438
Baskı Tarihi
Mayıs 2008
ISBN
978-975-9169-77-0
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kırmızı
Editörü
Fahri Özdemir
"Bu çıkmazı aşmak için, bir zihin devrimine gerek vardır. Türkiye'de çağdaş ve özgürlükçü düşünce, kendisini yetmiş veya seksen yıldan beri cenderesine alan ipoteği atmalı, Türk modernleşmesinin tarihi eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmelidir." Ancak bu kambur atıldıktan sonradır ki, Kemal Atatürk adındaki parıltılı ve trajik insan, gerçek boyutlarında ele alınabilir; Türkiye gibi toplumlarda yüzyılda bir yetişen bu büyük kabiliyet, olağanüstü ihtirasları ve olağanüstü hatalarıyla, tarihte ait olduğu yere konabilir."

Batı'ya dönüş: 1923 virajı

1923 yılı, iç siyasette radikal bir dönüm noktasını temsil eder: yeni rejim, iç ve dış kamuoyunu şaşırtan bir virajla yeniden Batı'ya yönelir. Dönüşün ilk belirtisi, Milli Mücadeleyi birlikte yürütmüş olan dinî-millî ittifakın bozulmasıdır. Gazi'nin Ocak ve Şubat aylarında çıktığı yurt gezisi, "irtica" tehlikesine parmak basan ilk deklarasyonlara sahne olur. 20 Mart 1923'te Konya Türk Ocağı merkezinde Gazi, "hoca kıyafetli sahte alimlere" karşı cepheden taarruza geçer. Haziran-Temmuzda bizzat Gazi tarafından seçilen İkinci Mecliste sarıklı mebusların sayısı, birinci meclisteki 118'den, 10-15 düzeyine inmiştir. 25 Temmuzda imzalanan Lausanne antlaşması, Batı ülkeleri ile çok yönlü bir barışın temellerini atar. Bunu izleyen haftalarda, Mustafa Kemal'in Batı uygarlığını "adam olmak" diye tanımlayan ünlü meydan okuyuşu duyulur. Ekimde ilan edilen Cumhuriyetin hedefi, "medeni dünya" kod adıyla anılan Batı'da "layık olduğumuz mevkii" temin ederek "medeni milletler ailesine" girmektir. Reisicumhurun 29 Ekim söylevinin işaret ettiği hedef Medine değil, Ergenekon da değil, Paris ve Londra'dır. Cumhuriyetin hedefi, ölçütü ve muhatabı, Batı'da aranacaktır.

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
384
Baskı Tarihi
2005
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-00125-1-8
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Doğu Kütüphânesi
Editörü
Halil Açıkgöz
Bu kitabın yazarı aslında Halil Açıkgöz ancak altını çizdiğimiz tüm satırlar Cemil Meriç'e ait olduğundan yazarı Cemil Meriç olarak girdik.

Pala ile Ameliyat

Tanzimat, sıhhatli bir gelişmedir. Sonradan pala ile ameliyat yapmaya kalktık.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
438
Baskı Tarihi
Mayıs 2008
ISBN
978-975-9169-77-0
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kırmızı
Editörü
Fahri Özdemir
"Bu çıkmazı aşmak için, bir zihin devrimine gerek vardır. Türkiye'de çağdaş ve özgürlükçü düşünce, kendisini yetmiş veya seksen yıldan beri cenderesine alan ipoteği atmalı, Türk modernleşmesinin tarihi eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmelidir." Ancak bu kambur atıldıktan sonradır ki, Kemal Atatürk adındaki parıltılı ve trajik insan, gerçek boyutlarında ele alınabilir; Türkiye gibi toplumlarda yüzyılda bir yetişen bu büyük kabiliyet, olağanüstü ihtirasları ve olağanüstü hatalarıyla, tarihte ait olduğu yere konabilir."

Osmanlı'nın Son Döneminde Elitizm İddiaları

1856'da İzmir-Aydın ve İzmir-Kasaba demiryollarının açılmasından itibaren Ege kasabalarında Avrupa mobilyaları, sigorta şirketleri, tiyatro kumpanyaları, modern tarım ve inşaat teknikleri görülür. Kişisel gözlemlerimize göre, 20.ci yüzyıl başında Bitlis'te, Yusufeli'nin köylerinde, Arapkir'in yazlıklarında ithal (Avrupa) yapı malzemesi kullanılmıştır. Özyüksel'in yayınladığı rakamlara göre, 1911 yılında İstanbul-Ankara ve Eskişehir-Kütahya hatlarında toplam 2.921.000 kişi biletli olarak trene binmiştir Bunların tümü, acaba elit tabaka mensupları mıdır?


Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
438
Baskı Tarihi
Mayıs 2008
ISBN
978-975-9169-77-0
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kırmızı
Editörü
Fahri Özdemir
"Bu çıkmazı aşmak için, bir zihin devrimine gerek vardır. Türkiye'de çağdaş ve özgürlükçü düşünce, kendisini yetmiş veya seksen yıldan beri cenderesine alan ipoteği atmalı, Türk modernleşmesinin tarihi eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmelidir." Ancak bu kambur atıldıktan sonradır ki, Kemal Atatürk adındaki parıltılı ve trajik insan, gerçek boyutlarında ele alınabilir; Türkiye gibi toplumlarda yüzyılda bir yetişen bu büyük kabiliyet, olağanüstü ihtirasları ve olağanüstü hatalarıyla, tarihte ait olduğu yere konabilir."
Neden Altını Çizdim?
Biz kılık kıyafet devrimini hep Cumhuriyet dönemine mahsus biliriz ama işin aslı öyle değil...

Devrim

Kıyafet gibi tamamen kozmetik sayılabilecek bir alanda bile, II.Mahmud'un Pantolon Devrimi, Cumhuriyetin Şapka Devriminden bir hayli daha radikaldir: biri sadece başlığa dokunurken, öbürü, başlıktan pabuca, sakaldan ziynete kadar, bütün bir kıyafet sistemini değiştirmiştir. 1820 ile 1830 arasında Osmanlı üst tabakasının dış görünüşünde meydana gelen devrim, 1920 ile 1930 arasında Türk üst tabakasının giyiminde gerçekleşen devrimden bir hayli daha çarpıcıdır.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
278
Baskı Tarihi
1990
Yazılış Tarihi
1976
ISBN
975-437-035-4
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Objektif serisinin sekizinci kitabı.

İnsanın Felaketi

Şimdi pencereyi açıp "Kahrolsun medeniyet!" diye bağıracağımı mı sanıyorsunuz? Hayır! Yalnız, medeniyeti konfor zannedenlerin yanıldıklarını hatırlatmak istiyorum. Bütün modern konfor vasıtaları medeniyetin, bitmez tükenmez rahatsızlıklarına bir tavizden ibarettir. Çok defa bu vasıtalar, mesela otomobil, bazılarının rahatını sağlarken birçoklarının da rahatını kaçırır. Medeniyet konfor değil, daha çok'u elde etmek için bir mücadele sistemidir. Daha çok iş, daha çok istihsal, daha çok satış, daha çok ihraç, daha çok ithal, daha çok istihlâk, daha çok haber, daha çok bilgi (fakat madde planında), daha çok'u elde etmek için daha çok vasıta, Bu sonsuz (daha)nın son hedefi nedir? Medeniyet bunu bilseydi, atom enerjisini o hedef için hazırlar ve kullanırdı. İnsanın bütün felâketi, kendi kendisine vereceği mânayı şaşırmasıdır. İnsan derken, Allahsız insanı kastediyorum! Milliyet, 11 Şubat 1955 Sayfa: 74