"Laboratuvarlar, elektronik aletler, burunlarından kıl aldırmayan kimyagerler vs. vs. Hoşgeldin aydın despotizmi."
Ben artık buna "aydın despotizmi" değil, "bilim despotizmi" demeyi yeğliyorum. Çünkü itiraf etmeliyim ki, Cemil Meriç'i tanıdıktan sonra "aydın" kavramını adamakıllı sorgular oldum. Hint'ten Fransa'ya, Doğu'dan Batı'ya tüm kültürleri ve ideolojileri sorguyalabilecek donanımlı biri ile, bizim hareketimizin aydınları arasında bir fark olmalıydı. Bu fark, "komisar" ile "yogi" arasındaki gibi bir farktı. Lenin ile Fromm arasındaki gibi bir farktı. İdeplojiden öte, insanın yeryüzündeki serüvenini kapsama meselesiydi ve neresinden bakarsam bakayım, Formm, Lenin'i; yogi de komiseri kapsıyordu; birinciler ikincilerin aştıkları bir merhale gibiydiler. Bu bakımdan "aydın" dendiğinde kendi ideolojisine rasyonel yani bilimsel, yani ussal gerekçeler bulmakla sorumlu olan mektepliyi düşünüyordum. Ve görüyorum ki, her ideoloji kendi aydınını yetiştiriyor. Aynı Rand, Hayek, kapitalizmin aydınlarıysa, bizim aydınlarımız da var. Ulema İslam'ın aydınlarıysa, Cizvit papazları da Hristiyanların aydınları. Bir de bunların üçünü beşini hazmetmiş adamlar var ki, onlara başka bir ad lazım.
Valla, Kurda Yedirdin Beni -
Sayfa 64
-
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Or’da Kimse Var mı?” dörtlüsünün üçüncü kitabı Valla Kurda Yedirdin Bern’de Türk solunun ve Kürt sorununun resmi çiziliyor. “Türküm…kendi insanımın manzaralarını seviyorum… Buna milliyetçilik diyorsan, öyle olsun!” diyor Günay Rodoplu, ve devam ediyor. “Milliyetçi’ olduğum içindir ki, Kürtlerin köken arayışlarını empatiyle izliyor, elimden geldiği kadar yardımcı olmaya çalışıyorum. ‘Mızıka çalındı, düğün mü sandın?’ türküsü içimi titretirken, Şiran’ın ‘Hanımaı mın, bermaya mın’ feryadına kulak vermemem mümkün mü?