Şiire Dair Bir Konuşma

(Yeni Mecmua, 30 Mayıs 1942) Konuşuyorduk. Sordu: - Ya şiir? Cevap verdim: - Bizde çok şâir ve az şiir var. - Bu şâir bolluğu ve şiir kıtlığı nereden geliyor? - Şiiri az anlayanların çokluğundan. - Okuyanlar arasında mı, yazanlar arasında mı? - İkisi birbirine bağlı. Şiirimizin hem edası, hem de muhtevası kısırlaşıyor. Tersinden bakalım: Eda ne kadar fakir! Dasdaracık bir folklor kalıbı ve daha beteri ahenk, vezin, kafiye gibi şekil disiplinlerine dilini çıkaran bir şımarık çocuk serkeşliği. - Neden bu? - Muhteva kısır. Şâir sanıyor ki, şiir yalnız kendi ruhundaki ürperişlerin ifadesidir. Bu su kabarcıklarını dalga sanıyor. Minicik aşklar, hüzünler... - Bu hislerin şiddetleri mi kifayetsiz? - Şiddet burada kemiyet kadar keyfiyet de ifade eder. Bunlar mağlûp adam iniltileri... Biz şiiri kalbimizdeki hezimetlerin şarkıları sanıyoruz. Her mısraın altında bir keder ve şikâyet. - Şiirimiz neş'eyi mi terennüm etmeliydi? - Bu da acılığı kadar berbat bir şey olurdu. Şiir ne galibin, ne mağlûbun, şiir kahramanın sesidir. - Kahraman? - Sokak mânâsiyle kahraman değil. Bayrak, bando, mızıka, şakşak kahramanı değil. İçine, varlığın ve topluluğun büyük sıkıntılarını çekerek yüreğinde öğüten ve şiirin temiz kanı haline getiren ruh ve seciye kahramanı! Büyük kuşlar yenecek dalga, yok kasırga arar. Şâir bu büyük kuştur. - Kartaldır. - Evet, bir isim koymak şartsa öyle bir şey. Fakat serçe değil! - Genç şiirimiz bir serçe cıvıltısı mıdır? - Bütün genç şiirimiz değil. Fakat birçoklarına serçe cıvıltısı bile denemez. Serçe, ilkbahar sevincinden de belli ki, mini minnacık bir kahramandır. Mevsimin zaferiyle sarhoş, kendinden emin ve mesafelere hâkim, kendi çapında bir mücahit... Ve ağlamıyor. - O halde sinek vızıltısına iniyoruz. - Mukayesede ısrar etmeyelim. Teşbih aldatır. Şâir ruhu, varlığı bütün meseleleriyle kavrayandır. Şöyle de diyebiliriz: Şâir, ruhu filozof, ifadesi şiir adamdır. Bu şiir felsefeden bahsetmeğe mezun olmaksızın onun varlığı ve topluluğu kavrayış örgüsünü taşır. - Şiirin dünyası mutlaka metafizik dünyası mıdır? - Şiir fizikle metafizik arasında istediği gibi gidip gelebilir; fakat kanatlarının enerjisi, onu bu iki kutba da eriştirecek kudrette olmalıdır. Varıp varmamış, olmasının ehemmiyeti ikinci plânda gelir. - Öyle ise şiirden zekâ istiyorsunuz. - Hayır, varlığı kavrayan ruh istiyorum. Şâir zekâsiyle değil ruhuyla düşünür. Zekâ onu tekniğe kavuşturan vasıtadır. - Şiirde mânâ şart mıdır? - Gençler mânânın şiire düşman olduğunu öğrenmişler. Şiir mânânın tâ kendisidir. Eğer şiir adını kaybetseydi, ona tereddüt etmeden mânâ diyebilirdiniz. Fakat lügat mânâsı değil. - Başka mânâ var mıdır? - Yok mudur? Bakışların mânâsı, duruşların mânâsı, nefeslerin mânâsı... Bunları lûgatta bulabilir misiniz? Şiirin de ruhumuzun tâ içine bakışından gelen kendine has bir mânâlılığı vardır. Bazan bu, lügat mânâlarıyla da karışabilir, -şiirde yasak yoktur- fakat orada kalamaz. - Şiir büyük bir kültür ister mi? - Kültür, seziş, düşünce, görgü, deneme, ruhu şişiren, büyüten, harekete ve varlıkla temasa getiren her şey, ruha ait her faaliyet çeşidi... Şiir bunların topuna birden muhtaç... - Büyük dâva. - O kadar büyük ki, onun yanında şâirlerimizin çoğu bücür ve şiirlerimizin çoğu kısır kalıyor. Şâir bolluğu ve şiir kıtlığı da bundan. Şiir, fakat. "Şiir!"
Peyami Safa - Sanat-Edebiyat-Tenkit - Sayfa 233

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
324
Baskı Tarihi
1999
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Bir sanat eseri, yaratıldığı devre göre ve o devrin hassasiyetini, zevkini ve anlayışını en iyi ifade ettiği için mi değer kazanır? Yoksa o devri aşan, her zaman için taze, hatta her zaman yeni güzelikleri keşfedilen ebedi değerlere mi sahiptir? Başka ve daha kestirme bir deyimle, bir eserin, bilhassa bir şaheserin değeri "tarihi" midir, "ebedi" mi? Batıda bu mesele çok münakaşa edilmiştir. Geçen asrın büyük Fransız tarihçisi ve filozofu Ernest Renan "İlmin Geleceği" adlı meşhur eserinde tarihi görüşü savunur. "Mutlak bir hayranlık daima sathidir.