Sömürgeciler, işe, göz diktikleri toprak parçasını överek, ona haniyse "ulvi" nitelikler yakıştırarak başlarlar. Mesela, daha onyedinci yüzyılda -İsrail'in kurulmasından 300 yıl önce!- George Sandys, İngiliz şair, Filistin'i "süt ve bal akan ülke; yaşama elverir bir dünyanın ortasında, ılıman bir iklimde; güzel dağlar, zengin vadilerle süslenmiş, mükemmel sular fışkırtan kayalar; hiçbir köşesi yok ki, esenlik ve servetten yoksun olsun!' diye anlatırdı. İkinci aşamada, tamah edilen toprak, üzerinde yaşayan insanlardan soyutlanır, sömürgecilerin gönlünde eski medeniyetleri, görkemli geçmişi -nasılsa bir yerlerde bir iki harabe vardır!- ve yerlilerden olmasa, "muhteşem!" olabilecek geleceği ile yer eder! Gel gör, o güzelim topraklardan o Allah'ın belası yerliler hiç eksik olmazlar! Bu durumda iki şey yapılabilir: Birincisi Golda Meir Örneği, ' Filistinliler diye birileri yoktur! diye kestirip atmaktır. Bu yutturulabilirse dünya kamuoyuna 'ülkesiz bir halk için, halksız bir ülke' gibi fevkalede akılcı ve haklı bir dilekçe ile başvurulabilinir! Ha, eğer bu pek bir kör kör parmağım gözüne bir iddia ise, bir ikinci yol daha vardır. O da, yerlilerin var olduğuklarını kabul etmekle birlikte, 'onlar sayılmaz'ı oynamaktır. Yerliler 'sayılmaz' çünkü ya Kızılderililer gibi 'vahşi' ya da Araplar gibi marjinal bir medeniyetin mensupları oldukları için o güzelim toprak parçasına layık değildirler!
Sömürgecilerin yakıştırmalarının tutması ve sürmesi için 'yerliler'in kendilerini takdim etmeleri, çağdaşlarına bir özgeçmiş, bir niyet mektubu sunmaları önlenir. İlk aşamada 'takriri sükûn' kanunu türünden önlemler alınmak suretiyle yerlilerin gerçekliklerinin üstü örtülür. İkinci aşama biraz daha karmaşıktır; bir yandan yerlilere özgeçmişleri unutturulurken, öte yandan da onları sömürgecilerin çıkarları doğrultusunda yeniden biçimlendirmek geretirir ki, o doğrultuda düzenlenmiş eğitim sisteminin uygulamaya konulması demektir.
Viva La Muerte! -
Sayfa 179
-