Neden Altını Çizdim?
Alıntı nedenini açıklamak, alıntıdan kendisinden uzun olacak sanırım:
“Ya öyle, ya da böyle” yorumcu yaklaşım sahipleri, maalesef sağlıklı istinbat yöntemleri konusunda olduğu gibi, gerçeklik ve bilginin mahiyeti üzerinde de yeterince kafa yormuyorlar. Mesela tasavvufu kaynağı itibariyle İslam öncesi/sonrası “batıl” kaynaklara dayandırma gayreti içinde bulunurken, içerikle değil dayandığı iddia edilen akımların bâtıllığı ile delil getirmeye çalışıyorlar. Hâlbuki içerikle ilgili eleştiri yöneltmeye başlasalar, sonra aynı mantıkla dinin diğer kurumlarına baksalar, neredeyse tüm kurumlarının ve hatta dinin esasının dahi yıpranma ve hatta sapmalardan benzer hasarı gördüğüne şahit olurlar. Bu durumda da eleştirilen unsurları tedavi edebilecek yöntemin, cüz’lerle teker teker uğraşıp, sırayla hepsini batıl ilan etmek değil (ki böyle gidince ortada Hakk nâmına da birşey kalmıyor), bilginin ve doğrunun hayat seyrinin daha derin incelenmesi ve hemen her alanda Hakk’ın batıldan ayıklanması olduğu görülecektir.
İlk insandan itibaren, insan fıtratının ilişki içinde olabileceği tüm değerler ile birlikte vahyin tanım ve tarifine muhtaç tüm yöntemler asırlar boyunca ve Peygamberler vesilesiyle tecdîd edile geldi ve son Peygamber (S.A.V.) ile çözüm de kemâle erdi. Bu çözüm içinde de, bu İslam içinde olgunlaşacak ve bu dinin renklerine sahip olacak mefkûrelerin de, fıtratın arayışı içinde olacağı “kadim doğruları” barındırmaya devam etmesi garip değil! Hakk arayıcısına düşen, kendinden başlayarak her kurum ve akımdan, selim kalp sahiplerinin kabul edemeyeceği apaçık İslam dışı unsurları tespit etmek ve toptan silmek yerine teker teker onları ayıklamak değil mi?
“Ya öyle, ya da böyle” yorumcu yaklaşım sahipleri, maalesef sağlıklı istinbat yöntemleri konusunda olduğu gibi, gerçeklik ve bilginin mahiyeti üzerinde de yeterince kafa yormuyorlar. Mesela tasavvufu kaynağı itibariyle İslam öncesi/sonrası “batıl” kaynaklara dayandırma gayreti içinde bulunurken, içerikle değil dayandığı iddia edilen akımların bâtıllığı ile delil getirmeye çalışıyorlar. Hâlbuki içerikle ilgili eleştiri yöneltmeye başlasalar, sonra aynı mantıkla dinin diğer kurumlarına baksalar, neredeyse tüm kurumlarının ve hatta dinin esasının dahi yıpranma ve hatta sapmalardan benzer hasarı gördüğüne şahit olurlar. Bu durumda da eleştirilen unsurları tedavi edebilecek yöntemin, cüz’lerle teker teker uğraşıp, sırayla hepsini batıl ilan etmek değil (ki böyle gidince ortada Hakk nâmına da birşey kalmıyor), bilginin ve doğrunun hayat seyrinin daha derin incelenmesi ve hemen her alanda Hakk’ın batıldan ayıklanması olduğu görülecektir.
İlk insandan itibaren, insan fıtratının ilişki içinde olabileceği tüm değerler ile birlikte vahyin tanım ve tarifine muhtaç tüm yöntemler asırlar boyunca ve Peygamberler vesilesiyle tecdîd edile geldi ve son Peygamber (S.A.V.) ile çözüm de kemâle erdi. Bu çözüm içinde de, bu İslam içinde olgunlaşacak ve bu dinin renklerine sahip olacak mefkûrelerin de, fıtratın arayışı içinde olacağı “kadim doğruları” barındırmaya devam etmesi garip değil! Hakk arayıcısına düşen, kendinden başlayarak her kurum ve akımdan, selim kalp sahiplerinin kabul edemeyeceği apaçık İslam dışı unsurları tespit etmek ve toptan silmek yerine teker teker onları ayıklamak değil mi?
… (tasavvufun, kaynağı itibariyle İslâmî geleneğin merkezinde ya da İslam’ın tamamen dışında olduğu arasında gidip gelen - i.k.) Bu önyargılar, insanın ruhsal özleminin tüm hakiki ifadelerinin tek bir kaynağa sahip olarak görülebileceği ve farklılıkların yalnızca görünüşte olup, kültürel ve mahalli şartlar tarafından zorlandığı anlayış sayesinde çözülegelmiştir geçmişte. Mesela büyük dinler, Hristiyan takviminin yedinci yüzyılında ortaya çıkan son dünya dini İslam’da en son noktaya erişen ihtiyaçların idrâki dizisinin parçaları olarak görürler.
Hem İslâmî ideoloji, hem de Hristiyan düşünüşü, elbette ki, dinin ebediliği fikrinde hiçbir zorluk bulmayacaklardı; her ne kadar çok az sayıda insan bunu herhangi faydalı bir amaç için akıllarında tutmayı başarıyor görünüyorsa da. Kur’an meselâ, İslam’dan önce Yahudi olarak mü’minlerden “Müslüman” diye bahseder ve bizzat St. Augustine Hristiyanlığın tarihteki İsâ’nın zamanından önce de var olduğunu söylemiştir.
Yol'un Yolu -
Sayfa 141
-
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
167
Baskı Tarihi
1996
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
İDris Şah
Mütercimi
M. Ali Özkan
Orijinal Adı
a perfumed scorpion