Şöyle söyleyeyim, bugün artık insanın bir cisim gibi yaşayamadığı saptanmış bulunuyor. Herhangi bir Batılı psikoloğu oku, aynı şeyi söyleyecektir. İnsanoğlu, amaçsız, dünyaya atılmış bir nesne gibi yaşayamıyor. Ne kadar güvenlik içinde olursa olsun, sadece beslenen ve üreyen bir makine konumuna indirgendiği zaman acı çekiyor. Tekdüze bir yaşam değil, etkili olmak istiyor. Bu etkinliği toplum içinde yakalayamazsa, kendi icat ediyor, yani yokediciliğin heyecanını yaşıyor. Bir şey yaratmıyorsa, kimseyi etkileyemiyorsa, kendini beğenmişliğini insanlara zarar vermeden tatmin edemiyorsa- unutma ki, kişi narsizmini bir politikacı, bir ne bileyim, sinema yıldızı olarak da tatmin edebilir- tecrit olunmuşluğunun cenderesinden kurtulamıyorsa, izleyen yaşamsal iktidarsızlık ve hiçlik duygusunun dayanılmazlığından ancak yaratamadığı hayatın yok edilmesi projesinde yer alarak kurtulmaya çalışıyor. Şarlara göre bu, ‘dazlak’lıkla Hitler’lik arasında, efendim, işkenceye izin verenle, copu fiilen sokan arasında bir yerde de çözümlenebiliyor. Veyahut, ölü-seviciliği kişinin kendi bedenini hedef alabiliyor. Uyuşturucu, alkolizm, intihar gibi. İntihar istatistiklerine bak: İnsanlar aşk, itibar, intikam gibi tutkuları için kendilerini öldürüyorlar ama aç kaldıkları ya da cinsel arzularını tatmin edemedikleri için intihar eden hemen hiç yoktur. Bir de üstelik, dünyada en çok intihar vakasının olduğu toplumlar, fiziki ihtiyaçlarını en çok karşılamış, en güvenli toplumlardır.”
Viva La Muerte! -
Sayfa 176
-