Kasım 1918’de bir “Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” Edirne’de ve aynı tarihlerde bir diğeri de Batı Trakya’da kuruldu. Bunları, kendi bölge örgütünü Aralık’ta kuran İzmir izledi. Doğudaki ilk örgüt Kars’ta (Kasım 1918’de) kurulmuştu, bunu Trabzon ve Erzurum’da (ilk hazırlıklardan sonra ikisi de Şubat 1919’da) kurulanlar izliyordu. Bir tane de Aralık ayında, Urfa’da kurulmuştu.
Birçok küçük örgüt vardı ve hepsi de benzer şekilde hareket ediyordu: Örgütün arkasındaki İttihatçılar genellikle, örgütün “ulusal” niteliğini vurgulamak ve geniş destek çekmek amacıyla, yerel eşraf ve din adamlarının (çok defa müftülerin) cemiyetin itibari başkanları olmalarına çalışıyorlardı. Sonra da, örgütün temsile dayanan niteliğini kanıtlamak için bir kongre düzenlemeye girişiyorlardı. Gerçekte bu kongrelere genellikle, İTC taşra örgütünün davetli, ama seçilmemiş memurları gidiyordu.
1918’in 28 Aralık’ı ile ve Müslüman niteliğini ve anayurtla birleşik kalma kararlılığını ilân edeceklerdi. Anadolu kentlerinde “Müdafaa-i Hukuk” örgütleri genellikle Müslüman toprak sahipleri ve tüccarlarından destek görüyordu. Bu kişilerin birçoğu, devlet ihaleleri yoluyla ve sürülmüş ya da göç etmiş Yunanlıların ve Ermenilerin topraklarını, taşınmazlarını ve işlerini, hemen hiçbir şey ödemeden devralmak suretiyle zenginleşmişti. Bu nedenle Yunanlıların ve Ermenilerin hak iddialarına karşı koymak için çok güçlü bir saikleri vardı. “Müdafaa-i Hukuk” topluluklarının önderleri genellikle yeraltı direnişine de iştirak ediyorlardı. Bu model, Kasım 1918 ile Haziran 1919 arasındaki yıllarda Anadolu ve Trakya’nın her tarafında görülebilir.
/../
Osmanlı ordusu yenilgiler, salgın hastalıklar ve firarlar yüzünden tükenmiş haldeydi, ama yine de bir varlığı vardı. Ordunun komuta yapısı henüz sağlamdı ve önde gelen subayların hemen hepsi –mesleklerinde geçen on yıl içinde yükselmiş olan Jön Türk subayları– yek vücut direnişi destekliyorlardı. Askerlerinin silah bırakmasını ve terhis olmalarını gizlice engellemişler ve bölgesel direniş örgütlerine gizlice silah ve mühimmat temin etmişlerdi. Öyle bile olsa, Anadolu’nun çoğunda ordunun gücü etkili değildi. Trakya, Boğazlar bölgesi ve tüm Batı Anadolu, 804 kilometrelik bir kıyı hattı boyunca dağılmış 35 bin civarında askere sahipti ve birçoğu İtilaf devletlerinin denetimindeki bölgelerde bulunuyorlardı. Düzenli ordu birlikleri öylesine zayıftı ki milliyetçiler Yunan işgalcilerine karşı direnmek için 1921’e kadar Türk ve Çerkes çetelerine bel bağlamak zorunda kalmışlardı. Bu çeteler sürekli akınlarla Yunan ordusuna hayli rahatsızlık verebilirlerdi ve verdiler de, buna rağmen bunlar tayin edici bir etken olamayabilirlerdi.
1800'lerden bugüne, özgün, karmaşık, tartışmalı hatta kavgalı bir süreç olarak yaşanan modernleşme tarihimiz üzerine derinlikli bir inceleme... Zürcher'in emeği, hem yeni bilgiler sunuyor okurlara hem de tutarlı bir yaklaşım. Üçüncü Selim'den, Zürcher'in tanımlamasıyla "Üçüncü Cumnuriyet"e, yani 1980 sonrasına.
(Tanıtım Bülteninden)