İlkçağ evreninde, öldürme açıklanmaz ve cezası çekilmez bir şeydir. Lukretius'ta evet, daha o zamandan, insanın öldürmesi tanrının öldürmesine bir karşılıktan başka bir şey değildir. Lukretius'un şiirinin şişmiş vebalı cesetleriyle dolu tanrısal sunaklar gibi olağanüstü bir imgeyle bitmesi bir rastlantı değildir. Bu yeni dil Epikurus'un, Lukretius'un çağdaşlarının duyarlılığında yavaş yavaş biçimlenmeye başlayan bir kişisel tanrı kavramı göz önüne alınmadan anlaşılamaz. Başkaldırı kişisel tanrıdan kişisel olarak hesap sorabilir. O egemenliğini sürdürmeye başlar başlamaz, başkaldırı en azgın kararlılığıyla dikilir, kesin hayırı çıkarır ağzından. Bugün yaşadığımız biçimiyle başkaldırının tarihi Prometheusun öğrencilerinden çok Kabil'in çocuklarının başkaldırısıdır. Bu bakımdan herşeyden önce Tevrat hız verecektir bu başkaldırıcı güce. Buna karşılık Pascal gibi başkaldırmış us, yolunu tamamlayınca İbrahim'in İshak'ın ve Yakub'un Tanrısına boyun eğmek gerekecektir. En çok kuşkuyu duyan ruh en büyük yazgıcılığa sarılacaktır. Bu açıdan, Tanrının görünüşünü yumuşatmasıyla, onunla insan arasına bir aracı koymasıyla, İncil dünyanın bütün Kabillerini önceden yanıtlama çabası olarak görülebilir. İsa başlıca iki sorunu, başkaldırmışların da sorunu olan kötülük ve ölüm sorunlarını çözmeye gelmiştir.
Başkaldıran İnsan -
Sayfa 41
-
Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
0
ISBN
978-975-510-577-2
Baskı Sayısı
0. Baskı
Mütercimi
Tahsin Yücel
1957 yılında kırk dört yaşında Nobel Ödülünü alan Albert Camus (1913-1960), yaşamı boyunca şu sorunun yanıtını aradı: "İnsan toprakla nasıl bağdaşabilir, yoksulluğu yüzünden acı çekerek, ama güzelliğini koruyarak saçma ve yücelik için nasıl yaşayabilir?" Camus'ye göre sanat `yalancı bir lüks' ve bencil bir edebiyatçının yapıtı değildir. Sanat yaşayabilir, kullanılabilir bir durumdadır; gerçeğe sadık ve onun üzerinde olduğu için, hiç uysallaşmayan saçmalığı ve hiç yok olmayan umudu ile insanın durumunu tepeden tırnağa kapsar.