Nurullah Ataç

Nurullah Ataç'ın şahsı üzerinde müdafilerinin de muarızlarının da ittifak ettikleri noktalar vardır: Ataç'ta fikir bakımından constance yoktu, merhum kendi kendisiyle devamlı zıtlaşma halinde idi. Herkesle her zaman kavga edecek kadar sinirliydi. Paradoks meraklısıydı. Esaslı hiç bir eser bırakmamıştır. Sohbet zevki için feda etmeyeceği prensip yoktu. Münakaşası ayıp sayılacak derecede bedahat halinde bulunan prensipleri Ataç'a ait münakaşanın pençesinden kurtarmak zorundayız. Bu prensipler şunlardır. 1. Yüzde yüz öz dil imkânsızdır. Böyle bir dil mevcut olmadığı gibi icat edilebileceği iddiası da ciddiyetten mahrum bir tafrafuruşluktur. Türkçe'yi bu ölçüde özleştirmek için inceliklerinden ve zengin ifade imkânlarından mahrum eden, basit, kaba, mahalle karısı ağzına yakın cümle yapılarına düşüren bir iddianın ne ilmî, ne de edebî haysiyeti vardır. 2.Ters (devrik) cümle bir kaide değil, konuşma dilinin bazı anlarına mahsus grametik ihmalin neticesi müstesnalardır. Başka dillerde de vardır, fakat yazı diline geçmez. 3.Dünyanın eski ve yeni bütün nesir örneklerinde edebî dilin halk dilinden ayrıldığı görülür. Folklora mahsus edebî halk dilinde bile argo, külhanbey ve kocakarı ağzı yoktur. 4.Tenkidi sırf mizaca ve şahsî zevk ve tercihe indirmek doğru değildir. Doğru olduğu farzedilse bile, bu mizacın psiko-nevrotik değişikliklere maruz ve devamlı zıtlaşmalara mahkûm olmaması lâzımdır. Kendi tercihlerinikanun haline getirmeye çalışan bir tenkidçinin hiç değilse kendi kendine sadık kalması gerekir. 5.Tenkide ait eserleri, şahıslar ve metinler üzerindemonografileri, sistematik olmasa bile mütecanis fikirleriolmayan bir muharrire "tenkidçi, eleştirmeci" sıfatı verilemez. Nurullah Ataç'ın dünyada kabul edilmiş prensipleri hiçe sayarak sırf mesele çıkarmak ve dikkati kendi üzerinde toplamak için ileri sürdüğü iddiaların yeni nesillerin şahsiyetsizleri üzerinde şu fena tesirleri olmuştur. 1. Edebiyatımızın ana eserlerine karşı alâkasızlık ve küçümseyicilik. 2.Edebiyatımızın bütün büyüklerine karşı küstahça bir saygısızlık. 3.Aksiliği, patavatsızlığı, aykırılığı orijinallik sanma illeti. 4.Basit, kaba, âdi cümlelerin Türk nesrini sarmağa başlaması. Misâl, Ataç'ın son yazısında (ve her yazısında) bulunan şuna benzer cümleleridir. "Usları satağa çıkarsak hepimiz yine kendimizinkini beğenir, onu alırmışız, öyle derler. Sanmıyorum bunun doğru olduğunu. Bütün kişiler gibi ben de beğenirim kendimi, çok kimselerinkine değişmem usumu ilh..." Bu basit fikri düşünmekten ve bu kadar bayağı ifade kalıplarına dökmekten âciz bir berber çırağı, bir şoför muavini bir küfeci var mıdır? Böyle bir düşüncenin ve böyle bir nesrin edebiyatımıza getirdiği ilerilikten ve yenilikten bahsedenler, utanabilmek için edebiyata ait en iptidaî bilgileri bile edinmeğe muhtaçtırlar.
Peyami Safa - Sanat-Edebiyat-Tenkit - Sayfa 315

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
324
Baskı Tarihi
1999
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Bir sanat eseri, yaratıldığı devre göre ve o devrin hassasiyetini, zevkini ve anlayışını en iyi ifade ettiği için mi değer kazanır? Yoksa o devri aşan, her zaman için taze, hatta her zaman yeni güzelikleri keşfedilen ebedi değerlere mi sahiptir? Başka ve daha kestirme bir deyimle, bir eserin, bilhassa bir şaheserin değeri "tarihi" midir, "ebedi" mi? Batıda bu mesele çok münakaşa edilmiştir. Geçen asrın büyük Fransız tarihçisi ve filozofu Ernest Renan "İlmin Geleceği" adlı meşhur eserinde tarihi görüşü savunur. "Mutlak bir hayranlık daima sathidir.