Asıl Mürcie

Tarihte aynı adla şöhret bulmuş bir mürcie ekolü daha var ki, bunlar zulmü ve zalimi meşrulaştıran 'eyyamcı Mürcie'den tamamen farklıdırlar.

Beni Ümeyye'nin zulmünü temize çıkaran, iman-amel arasını ayırma işini yönetimin hizmetinde kullanan Mürcie'yle 'kıyamcı Mürcie'nin 'irca' inancı birbirinden farklıdır.

Kıyamcı mürcie eyyamcı Mürcie'den çok sonra Irak'ın doğusundaki yeni fethedilen bölgede ortaya çıkmıştır. Bunlar zalim yöneticileri değil zulme uğrayan fertleri savunmuşlardır.

Bilindiği gibi Emeviler Ömer b. Abdülaziz gelinceye kadar yeni fethedilen bölgelerin müslüman olan ahalisinden zorla cizye almayı sürdürüyorlardı. Ömer b. Abdülaziz, "Allah Muhammed'i tahsildar olarak göndermedi!" diyerek bu zulme son vermişti. Onun ölümünden sonra, özellikle Horasan ve çevresindeki Türkler ve diğer kavimlerin müslüman olmalarından dolayı cizye gelirlerinin düştüğünden yakınan tahsildarlar bu duruma bir çare bulunmasını istiyorlardı. İnsanların ve yeni fethedilen bölge halklarının topluca Allah'ın dinine girmelerini cizyeden kaçış olarak değerlendiriyorlardı. Bunda inandırıcı olmak için yeni müslüman olan bu halkları sapık göstermeye çalışıyorlar, iplerini ellerinde tuttukları bazı saray mollaları ağzıyla bunların müslümanIıkları konusunda asılsız şayialar yayıyorlardı.

Bu nedenle, bu dönemde yaşayan ve Özellikle Arap olmayan ünlü İsimlerden 'zındık'lık damgası yemiş olanlara, bir haksızlığa alet olmamak için ihtiyatla yaklaşmak gerekmekte.

Emevi yönetimi hicri 110 yılında cizye gelirlerinden mahrum kalan hazinenin kasalarınıdoldurabilmek için dine toplu girişleri zorlaştırıcı kimi tedbirler aldı. Bu tedbirlerden bir tanesi de bir a'cemî (Arap olmayan)'nin müslüman sayılması için ihdas edilen yeni şartlardı: Bunlardan bazıları:

1. Sünnet olmak: Bu şart o günün koşullarında ele alınmalı. Yeni müslüman olanlar ne bebe ne de çocuk idiler. Hemen hepsi yetişkin insanlardı. O günün ilkel şartları gözönüne alındığında bunların sünnet olmaları kolay olmuyordu.

2. Farzların ikamesi: İşi 'fetih' adı altında ganimetçiliğe döken yönetim, müslüman olur korkusuyla İslami tebliğ, dini eğitim ve öğretimden özellikle mahrum bıraktığı halktan, daha asgari bilgiye sahip olmadıkları dini en yüksek düzeyde yaşamalarını istiyordu.

3. Husn-u İslam: Bu şart, okkası tartısı olmayan bir husustur. Vali ya da vergi tahsildarı istedikleri kişi ya da kişiler hakkında canları çektiği zaman bunun aksini isbat edebiliyorlardı.

4. Kur'an'dan bir sure okumak: Bir anda binlercesi İslam'a giren bu insanların arap olmadığını, dolayısıyla kısa zamanda arapçaya vakıf olup Kur'an'ı öğrenemeyeceklerini yönetim de biliyordu.

Horasan'ın cizye tahsildarı vali Eşres'e "İnsanlar İslam'ı kabul edip mescidler yaptırdılar. Ne yapayım?" diye sorunca Vali'den şu cevabı alıyordu:

" -Haracı ve cizyeyi eskiden kimden alıyorsanız şimdi de aynen eskisi gibi almaya devam ediniz."

İşte kıyamcı Mürcie'yi ortaya çıkaran ilk kıvılcımın sebebi yönetimin bu haksız tutumu olmuştu. Semerkant yakınlarındaki bir bölgede yeni müslüman olan yedi bin kişi bu haksız uygulamaya karşı başkaldırdı. Yedi fersah çapındaki bir alana kamp kuran İslam'ın bu yeni salikleri'nin tek sloganı "La ilahe illallah Muhammedu'r-Rasulullah" idi. İşte bu noktada yeni bir akım doğdu. Bu haksızlığa uğrayan mazlum insanların haklarını savunmak için bir grup kari (alim) ve fakih onlara katıldı. Bu fakihler yönetimin sözkonusu uygulamasını boşa çıkarmak ve gayr-i meşru ilan etmek için bir takım fıkhi deliller getirdiler. Doğal olarak tartışılan mesele iman-amel münasebetleriydi. Sebebi de yeni müslüman olan binlerce insanın amellerindeki noksanlığı bahane eden yönetimin, müslüman oldukları halde onları kafir sayarak 'cizye' almasıydı. Sözkonusu alim ve fakihler yönetimin zulmüne maruz kalan bu insanların müslüman olduğunu isbatlamak için "irca" (havale etme, karar mercii) fikrine baş vurdular.

Sözkonusu alimlerin tezleri şuydu: Kitle halinde İslam'ı kabul eden bu insanların müslüman olduklarını ilan edip kelime-i şehadet getirmeleri onların müslüman olduklarını kabul için yeterliydi. Bu durumdaki birinin inancının sıhhatine hükmedilirdi.

Böylesi bir insana "yok sen müslüman olmadığın halde öyle görünüyorsun" denilemezdi. Hele hele bunları kafir sayıp cizye almak caiz değildi. Bazen cizye vermemekte direnenler Emevi valilerince kanı ve malı helal sayılıp öldürülüyordu. Bu zulüm toplu katliamlara kadar vardırılıyordu. Alimler bunun önüne de set çekmek için yönetimi ikrarları kabul etmeye ve kalpleri aslî sahibi olan Allah'a havale etmeye (irca) çağırdılar. Bu fikri kabul edenlere de 'irca' fikrini kabul eden kimse anlamında 'mürcie' dendi. Daha sonra "sapı" "samandan" ayırdedemeyen bazıları bu kıyamcı mürcie ile oportünist mürcie'yi birbirine karıştırdı.
 

mürcie, İslam, İslam tarihi, Türkler
Mustafa İslamoğlu - İmamlar ve Sultanlar - Sayfa 144

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
248
Baskı Tarihi
Temmuz 2009
Yazılış Tarihi
1990
ISBN
978-975-550-004-9
Baskı Sayısı
17. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Düşün Yayıncılık
İnsanlar "kuru et yiyen bir kadının oğlu" olan bir Peygamber yerine, elmas taçlı, sırma kaftanlı bir "Peygamber" tasavvur ediyorlardı. Yalnız tasavvur etmekle kalmıyorlar, ömrü boyunca bunlardan nefret eden ve uzak duran Nebi´den geriye kalan hatırayı bu tasavvura uygun aksesuarlarla süslüyorlardı. Yani insanlar "bir kul gibi yeyip bir kul gibi yaşayan" bir peygambere inanmak yerine, tasavvurlarında kayser ve kisra´ya benzettikleri bir peygambere inanmayı yeğliyorlardı. Özetle insanlar "bir kul gibi yaşamak"tan daha çok "kayser ve kisra gibi yaşamaya" taliptiler.