Ömer -1 |
Akıl hastalığının ne demek olduğunu tam anlayamayacak yaştaydık. Ama başka birçok şeyi anlayabiliyorduk. Söz gelimi, bütün yüklerin bir olmadığını biliyorduk.
Şişman bakkal kesinlikle şakaya gelmezdi. Bahçesinden mürdüm erikleri aşırdığımız Hasibe Teyze, birçok yaramazlığımıza göz yumardı. Kimi babalar çocuklarının her istediğini yerine getirir de kimi babalar dayak atmaktan başka bir şey bilmezdi. Ya da bize öyle gelirdi.
Çocuk kafalarımızla, bütün yetişkinlerin birbirinden farklı olduğunu anlamıştık. Mahallemizden geçen gezgin satıcıların bile değişik özellikleri vardı. Örneğin sütçümüz son derece sessiz bir insandı. Geçiş saatlerini bilmeseniz, onu fark etmezdiniz bile. Üç tekerlekli arabasını iterek geçen Haydar Ağa ise tam tersine, gürültücünün tekiydi. Mevsimine göre değişik sebze ve meyve isimleri bağırarak, evlerin camlarını zangırdatırlardı.
Evet, çevremizdeki büyükler birbirinden farklıydı. Ömer derseniz, bütün büyüklerden bambaşkaydı. Ömer akıl hastasıydı.
Öteki büyüklerimize seslenirken, “Amca” yada “Ağabey” gibi bir niteleme eklerdik, ona ise ya “Ömer!” der geçerdik, ya da –kızdırmak istiyorsak- “Deli Ömer!” diye bağırırdık.
|
17 |
|
Ömer -2 |
Ömer ise askere gidecek yaştaydı. Ama askere gitmiyordu çünkü akıl hastasıydı. Raporluydu. Hiçbirimiz Ömer’in raporunu görmüş değildik. Zaten akıl hastası olduğunu anlamak için raporunu görmemiz de gerekmezdi. Tüm davranışları olağandışıydı. Annesi onu tertemiz giydirir, yokuşun alt başındaki evlerinden sokağa salardı. Akşamüzerleri eve dönerken, Ömer’in üstü başı leş gibi olurdu. Kimi zaman da sırtındaki gömleği bile bir yerlerde bırakıp öyle dönerdi eve.
Yaşça bizden çok büyük olmasına karşın, hepimizden daha çok çocuktu Ömer. Oyunlarımıza katılmak isterdi ama öyle beceriksizdi ki onu aramıza almazdık.
Çocuk kafalarımızla Ömer’in güçsüz yanlarını çabucak kavrayıvermiştik. Her şeyden önce çok iyi yürekliydi. Birimizden birini kırıp inciteceğinden ödü kopardı. En akla gelmeyecek acımasızca davranışlarımızla sabrını taşırdığımızda bile bize el kaldırmazdı. Kırıcı bir söz söylemeyi bile düşünmezdi. Çok çok kaldırımın kenarına oturur, sessizce ağlardı.
Hiç bir şeyini esirgemezdi bizden. Harçlığını, misketlerini, zincirini, gözünü, kırpmadan verirdi. Hani ayakkabılarını istesek, onları da verirdi dostluğumuzu kazanmak için.
Üstüne fazla varılmadıkça hep gülümseyen melek yüzlü bir devdi Ömer.
|
18 |
|
Ömer -3 |
Ömer’i seviyor muyduk? Ondan korkuyor muyduk? Ona acıyor muyduk? Bunlara yanıt vermek güç. Sanırım hem seviyor, hem acıyor hem de biraz korkuyorduk. Zaten o zamanlar bunları düşünmüyorduk hiç. Canımız sıkıldığında kızdırıp eğlenebileceğimiz bir zavallıydı bizim için.
Çizginin gizini ilk öğrenen Erol oldu. Annesiyle birlikte Ömer’lere gitmiş bir gün Erol. Döşeme tahtalarına tebeşirle çizilmiş çizgileri görmüş. Bir kez, çişi geldiğinde Ömer köşesinden çıkmak istemiş. Çıkabilmesi için, annesinin yerdeki çizgiyi silmesi gerekmiş.
Meğer kadıncağız, Ömer’in evde sağa sola çarpıp kendine ve çevresine zarar vermesini önlemek için bu yolu bulmuş. Yere tebeşirle çizgiyi çektiğinde, Ömer köşesinden çıkamıyormuş. Buna Ömer’in nasıl koşullandığını şimdi bile anlayamam. Ama çizgiyi aşıp öteye geçemiyormuş işte. Sanki çizgi değil de, betondan bir kalın duvar!...
|
21 |
|
Ömer -4 |
Ömer’in şansızlığı bunu Erol’un öğrenmesiydi. İçimizde en haşarımız, en acımasız olanımız Erol’du. Bir bakıma Ömer’in tam tersiydi.
Sonra günün birinde, çizgiyi biz de öğrendik.
Yüzündeki budalaca gülümsemesi, sarkık kolları ve bir gorili anımsatan o garip yürüyüşüyle sokaktan geçiyordu Ömer. Hepimiz heyecanlı bir oyuna dalmıştık. Erol birden oyunu bırakıp, Ömer’e doğru koştu. Bir yandan da bağırıp ilgimizi çekeye çalışıyordu:
“Bakın! Ne yapacağım!”
Baktık.
Doğrusu yaptığını da tam anlayamadık. Ömer’in önüne geçti. Cebinden bir tebeşir çıkarıp, kalın bir çizgiyle, bir kaldırımdan öbürüne kadar kesti sokağı.
Ömer bir-iki adım daha attı ve çizginin dibinde durdu. Gülümsemesi silinivermişti. Sarkık kolları iyice düşmüştü iki yanına. Ne yapacağını bilmiyor gibiydi.
Tek söz etmeden, olanları izliyorduk.
Ömer, çizginin dibinde bir süre durdu. Kaşlarını hafifçe çattı. Sonra geri döndü. Geldiği yöne doğru gitmeye başladı.
Erol yine ok gibi fırladı. Yere çizdiği ikinci kalın çizgiyle, Ömer’in dönüş yolunu da kesti.
Gözlerimize inanamıyorduk.İki tebeşir çizginin arasında tutsak olmuştu Ömer. Ne ileri gidebiliyordu, ne de geri.
Şimdi düşününce bunun çok hüzünlü bir olay olduğunu anlayabiliyorum. Ama o zaman, bütün çocuklarla birlikte ben de çok eğlenceli bulmuştum durumu.
Deli gibi gülüyorduk. Ömer’se kapkara bir suskunluğa gömülmüştü. Gözlerini hepimize birer birer çevirip, yalvaran bakışlarıyla yardım aranıyordu.
Belki iki saat, belki üç saat kaldı Ömer çizgilerin arasında. İçimizden biri – kim olduğunu unuttum- ona acıyıp çizgilerden birini ayağıyla silinceye dek, ağladı durdu. Gözyaşları yanağında sessizce kayarak…
Daha sonraları sayısız çizgiler çizdik, sayısız saatler boyu tutsak ettik Ömer’i.
Çizgilerin her biri, onun altın yüreğinde derin izler kazıyordu. Bunu yıllar sonra anlayabildim.
|
24 |
|