Ferit Edgü’nün 1975-2000 yılları arasında yazın, şiir, resim, dil, din, politika, erotizm üzerine düştüğü 500'den fazla ders notu... "Sanat, edebiyat üzerine birçok düşünür, denemeci, filozof çok şeyler söyledi. Hiçbiri bir tek tanım amacına yönelik değildi Çokluk, bir yorum zenginliği getirdi. Bu zenginlik arasında Ferit Edgü'nün de payı olacak bundan sonra."
Doğan Hızlan
Ferit Edgü’nün Tüm Ders Notları Bağlamında Yazınsallığı
Alper İlhan
“Eğer bir yaşamı yazıyorsan, başarmayı aklının ucuna getirme.
Çünkü her yaşam bir başarısızlıktır.
Dolayısıyla, yapıtının sonuçlarına önceden katlan.”
Ferit Edgü’nün “Ders Notları” isimli kitabı, kendi kurduğu Ada Yayınları tarafından 1978 yılında lk baskısını yapmıştı. Daha sonra baskıları tekrarlanan ve 1991’e gelindiğinde “Yeni Ders Notları” adıyla genişletilerek Remzi Kitabevi tarafından yayımlanan kitap, Ocak 2000’de Yapı Kredi Yayınları tarafından yeni eklerle basılarak “Tüm Ders Notları” adını aldı.
42 yaşında, kitabın ilk baskısı yapılırken ‘yazarın notu’ olarak belirtilen önsözde şunları yazıyor Ferit Edgü:
“Kimi bir aforizma niteliğindeki bu küçük notlar,
aslında geliştirilmek üzere
bir kıyıya çiziktirilmiş tümcelerdir.
Yazar, bu ‘geliştirmeyi’ yıllar boyu
gerçekleştiremediği için
burada, onların arasından seçtiklerini
herhangi bir yöntemsel sıralama tasası taşımadan
‘oldukları gibi’ yayımlamakla yetinmektedir.”
Kitabın içeriğini açıklayıcı bir nitelik taşıyan giriş, birazdan okuyacaklarınızın herhangi bir kaygı taşımadığını size önceden belirtiyor. Ancak, alıntılardan ve görüşlerden kaskatı bir tutum sezinlemek için fazla vakit harcamanıza gerek kalmıyor. Yazar, kendi bildiklerini ve öğrendiklerini okuyucuya aktarıyor değil sadece; onun yaptığı, tam anlamıyla kabul etmese bile, hayatının önemli ifadelerini kesin yargılarla karşısındakine kabul ettirme telaşı. Büyüklenen sözler, önemsenen ve sorularla güçlendirilen sürekli ifadeler var bu notlarda. Örneğin bir alıntıyı yaptıktan sonra, kısa bir yoruma bile gerek duymadan karşı düşünce yaratacak soruyu sorup okuyucuyu düşünmeye itmiş Edgü. Oysa yanıtı kendisi söylediğinden, inandığından farklı görülebilecek sorulara bile açıklama yapma gereği duymamış! Bu tutumum her ne kadar kitap boyunca devam eden olumsuz bir hava gibi görünse de, olgun dönem ürünlerini vermeye başlayan (vermesi gereken) yazar için elbette bir böbürlenmeden daha çok anlam taşımaktadır.
‘Geliştirilemeyen’ ve ‘olduğu gibi’ yayımlanan ifadeleri kitap konusunda daha doğru fikirler edinmenize olanak tanıyor. Gerçekten de geliştirilememiş hiçbir alıntı... Bu sebepten ötürüdür ki sorularla kısıtlanıp kapatılma yolu seçilmiş ya da kesin yargılara varılarak doğruluğu kabullenme, doğruluğunu kabullendirme yolu. Her ikisi de okuyucu için bir alternatifmiş gibi gösterilerek, yalın anlamlarla yargılar veriliyormuş izlenimiyle ‘bitirilme’ noktasına vardırılmış anlatılanlar. “Yazdıklarımı, yayımlandıklarından itibaren unutmak yolunu seçtim -önümde bir engel oluşturmasınlar diye” yazmış kitabın bir bölümünde Ferit Edgü, oysa unutulanların üzerine yeni yapılan eklerle bu kitap defalarca basılmış ve tekrar tekrar kendini hatırlatıp yenilenme ihtiyacını sezdirmiş yazara. Dönem belki de erken olmuş Edgü için, notların daha yıllarca sürünmesi ve kanaması gerekiyormuş, oysa onlardan kurtulmayı tercih ederek tüketmiş düşüncelerini.
Aforizmalarda, yani başka yazarlardan yapılan alıntılarda kayda değer pek çok güzel ifade bulunuyor. Ancak reddedilenler ve üzerine yorum yapılanlar doğru şekilde aktarılamamış çoğunlukla. Sokrates’in “Kendini tanı!” ifadesi örneğin... Edgü, bu ifadenin yetersiz olduğunu, başkalarını tanımadan, kendini tanımanın gerçekleşmeyeceğini söylüyor bir iki satırda ve Blanchot’dan bir alıntı ekleyerek kapatıyor notu: “Yazmak, Ben’den O’ya dönüşmektir.” Birincisi tamam, ikincisi de tamam, peki aradaki? Sokrates’in ‘kendini tanı’ emri, başkalarını tanımayın ifadesini nasıl taşıyor ki Edgü böyle bir yaklaşım gösteriyor? Salt bu emre uzanan yolları düşünüp ifade eksiltmek yazınsal başarısı mıdır? O zaman ben de ekleyebilirim, ‘başkalarını tanımadan kendini gerçekten tanıyabileceğini sanmıyorum’ diyor Edgü, peki kendini tanımadan nasıl başkalarını tanıyabilir insan? Ne kadar doğru olmasa da bu tarz yaklaşımlarla karşılaşacaksınız kitapta...
Ferit Edgü ‘anlatım’a bakışını da açıklamış aldığı notların bir bölümünde:
“Az sözcükle çok şey anlatmak. Okuru adam yerine
koymak.
Ondaki yaratıcılığa, düş gücüne inanmak.”
Yine yaklaşım doğru, ancak bunu ifade ediş tarzında büyük bir sorun göze çarpıyor. Hemen onun üslubuyla alayım sözü ve notumu yazayım ben de:
“...diyor Edgü. Peki diğerleri ne olacak? Çok sözle dünyayı dize getirenler, onlar okuyucuyu adam yerine koyup ondaki düş gücüne inanmıyorlar mı-ydı?”
Fazlasıyla büyüklenen, ama büyüklendikçe göze batıp sırıtan ve küçülen bir anlatıma sahip Edgü’nün notları yazarken içine girip kaybolamadığı, ‘saydamlaşamadığı’ hava. Örneğin 149. sayfada gününü Celine’le geçirdiğini, onu okuduğunu, ancak bu yazarın hayatını sevmese de sahiplenerek eserlerine hayran kaldığını belirtiyor. Yaratıcılığın, yaratıcıdan olan bağımsızlığı, kendi yaşamına ters düşen bu adamı okumasına olanak tanıyormuş. Peki bu neden yazılmış, sadece durumu ifade etmek ve gerçekten de içten bir şekilde sizin tarafınızda olmasa bile eserleri saygıya değer kişileri okuyun demek için mi? Elbette hayır, ‘herhangi bir yöntemsel sıralama’ içinde olmadığı kitabın başında belirtilmesine rağmen on sayfa sonra söylenecek söz için şimdiden yol açılmaktadır, işte:
“Eğer, yalnız kendine yakın
yazarları, şairleri okuyorsan,
eğer, karşıtın saydığın yazarları, şairleri
okuyup da, onların doğrularını göremiyorsan,
kendi küçük dünyanda
kendini bir dev sanarak
yaşayıp gidersin.”
Anlıyoruz ki, Edgü büyük dünyasında koskoca bir dev olarak yaşıyor bunu yaparak! Yani kendine bir fayda sağlıyor ifadeden, böylelikle hem sözünü söylemiş, hem böbürlenmiş oluyor.
Anlatım’dan sonra üslup yaklaşımına bakalım Edgü’nün:
“Öyle bir üslup yaratmalı ki, yazarın kişiliğini
yansıtmasın.
Yalın, saydam bir üslup.
Kime ait olduğu anlaşılmayan.
Herkesin olabilecek (hiç değilse günün birinde) bir üslup.”
Bu ifadesine sadık kaldığını söylemek mümkün Edgü’nün, kitaptaki bazı alıntılardan tutun da gerçekten sadece kendinin yazdığı kısımlara varana kadar dile dolaşabilir ifadeler var. Kimin olduğu unutulacak, saydamlaşıp dillere pelesenk gibi yapışıp herkesin olacak... Yine de bu pek çok yazar için geçerli bir durum haline gelmiştir üslup olmaksızın. Halkın ağzına tekerleme olmuş nice beytler vardır bu ülkede, benzer şekilde onlarca ifade vardır kitaplardan çıkıp da atasözü gibi dönüp duran. Şimdi yine bir Edgü yaklaşımına bakalım:
“Picasso’nun ve daha birçok ressamın Cezanne konusunda söylediği ‘hepimiz ondan geliyoruz’ sözünü, hiç çekinmeden Kafka için söyleyebilirim: Bizler de ondan geliyoruz.”
Bizler, eğer yazarlar olarak bir topluluğu ya da bireyi kast ediyorsa, herkes adına böylesine büyük konuşma yetisine sahip olmak gerçekten büyük bir cüret ve Edgü de özellikle bu cüretkâr ifadeler insana fazlasıyla itici geliyor. “Hepimiz Gogol’ün Paltosu’ndan çıktık.” diyen kişi Dostoyevski ya da Picasso’ya atıfta bulunan Cezanne! Yazarlaraysa Kafka’dan geliyorsunuz diyen Ferit Edgü! Hayli garip doğrusu... Birçok kişi bu ifadeyi onurla kabul edebilir, ama birçok kişi adına konuşma hakkı... kimin, nasıl? Dahası birazdan yazacakları onun Kafka beğenisi sebebiyle böyle bir tanımlama yaptığı ve herkesi kendi gibi düşündüğü ya da öyle görmek istediğini net bir şekilde ortaya koyan hatalardan ibaret:
“Büyük Ruslar (Dostoyevski, Tolstoy başta olmak üzere)
romancı olmakla yetinmez, kendilerini filozof, düşünür
olarak görürler.
Ne büyük yanılgı!
Bir sanatçı olsa olsa, ancak kendisinden sonra gelen
düşünürlerin esin kaynağı olabilir.
Kafka, halkını ve dünyayı kurtarmak için değil,
kendini kurtarmak için yazıyordu.”
Yaklaşımın bu denli yanlış ve bu denli büyüklenerek ifade edilmesi kitabı 143. sayfada elimden bırakmama neden olacaktı doğrusu. İnsanların kendilerini nasıl gördükleri konusunda eserlerine bakarak yorum yapmaya kalkmış Ferit Edgü. Düşünür ve filozof olarak görmemiştir Dostoyevski hiçbir zaman kendini, bu ona verilen bir paye olarak literatürdeki yerini almıştır. Yazdıkları bir filozof sorgusunu taşır, ancak bu, dünyayı ve toplumu değiştirme inancından değil, özde bireyi bulma amacından kaynaklanmaktadır. Yani insan önce kendi değerini, kendi bilincini, kendini tanımalıydı Sokrates’in dediği gibi ve bunu yapabilmek için de Edgü’nün dediği gibi başkalarını tanımalıydı. Edgü’nün çelişkisini sanırım görebiliyorsunuz... Başkalarını tanımak için sorgulamak, düşünmek, halkı ve dünyayı algılamak gerekiyor ve bu da Edgü’nün kendini tanıma yolundaki ilk adımı değil miydi? Kendini tanımadan, kendini kurtarmak mümkün mü? Sadece onun yazdıkları üzerinden gitsek bile çelişkiye düşebilecek bir ifade söz konusu olan. Kaldı ki Dostoyevski’nin ‘kendini kurtarmak için yazmadığını’ söylemek fazlasıyla anlamsızdır; o hayatı çözmek, insanı bulmak için yazarken zaten asıl amacı borçlarından kurtulmak değil midir? Onların ‘apokaliptik’ yaklaşımı da, özellikle Dostoyevski’nin onu dünyayı kurtarma yanılgısına taşımaya ne yazık ki yetmez. Böylesine büyük laflar etmek, Kafka’dan geldiğini söyleyen, Sartre’a hayran biri için da hayli garip şey doğrusu. Hadi ben de yazayım o zaman:
“Kendini ‘eşi benzeri olmayan, tek, üstün’ saymak ne büyük yanılgı! Kimin söz bu, Kafka’nın mı, yoksa Edgü’nün mü? Sanırım kimsenin...”
Kaynak:http://www.turkceogretmeniyim.com/forum/showthread.php?9536-Ferit-Edg%FC%92n%FCn-T%FCm-Ders-Notlar%FD-...