Üstad Ali Ulvi Kurucu Hatıralar-2

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
406
Baskı Tarihi
Haziran 2007
ISBN
9944-125-12-1
Baskı Sayısı
2
Basım Yeri
Gaziemir / İzmir
Yayın Evi
Kaynak Yayınları
Editörü
Şeref Yılmaz
Yazan: AHMED ŞAHİN Yazı Kaynağı: Zaman Gazetesi, Ailem Eki, Sayı: 228 Çileli bir devrin hikayesini Ali Ulvi Kurucu merhumun hatıralarından okumak büyük bir şans. Hayatını tamamen ilme adamış yüksek bir kâmet olan merhum Kurucu, hatıralarıyla da irşad vazifesini yerine getiriyor. Değerli araştırmacı arkadaşımız Mehmed Ertuğrul Düzdağ, büyük bir çalışma sonunda Üstad Ali Ulvi Kurucu’nun hayatını kendi dilinden kayda alarak kitap haline getirmiş, Kaynak Yayınları da bu eşsiz hatıraları iki cilt halinde basarak okuyucunun istifadesine sunmuş. Hatıraların, bir devrin gizli kalmış mühim olaylarına ayna tuttuğu kesin.

Kaynaktan Diğer Alıntılar

Başlık Altı Çizili Satır Sayfa Artan sıralama
Sadık Sabri Bey'in dilinden Mustafa Kemal Sadık Sabri Bey, Mustafa Kemal hakkında yaptığı ikinci tah­kikatı da şöyle anlatırdı: Sultan Vahdeddin'in veliahdlığı sırasında, bir Avrupa seya­hati vardır. Bu yolculuk sırasında, yaver olarak, yanında Mustafa Kemal bulunmuş. Vahdeddin, İttihatçılara muhalif, onları sevmez ve yaptıkları, güttükleri siyaseti tasvip etmez. Mustafa Kemal, hazırlıklı, bütün seyahat boyunca, İttihatçıları tenkit etmiş, veliahdın nabzına göre şerbet vermeyi bilmiş. Vahdeddin, o böyle konuştukça: "Aman Paşa hazretleri, siz şimdiye kadar neredeydiniz? Sizin gibi aklı başında, İttihatçılara aldanmamış bir zabiti, ben ilk defa görüyorum..." dermiş. Paşa'yı, hanedana âşık, büyük dost, büyük kurtarıcı gibi ka­bul etmiş. Kendisi 1918 yık Temmuz ayında tahta oturunca,mağlubiyet sonrası, Anadolu'daki kuvvetleri toparlayıp idaresi altına alacak bir paşayı yollamak istemiş ve tabii olarak, Mustafa Kemal'i hatırlamış. 197
Mustafa Sabri, Sadık Sabri ve Mustafa Kemal Balkan Harbi'nde, Fethi Okyar ile Mustafa Kemal'in idaresindeki 20 bin kişilik bir ordunun düşmana teslim olması hadisesinin tetkiki için, Erkân-ı Harp Dairesi tarafından, Sadık Sabri Bey vazifelendir 197
Fevzi Çakmak Makinadır Sadık Sabri Bey'e, Enver Paşa'dan sonra Fevzi Çakmak Paşa'yı da sormuştuk. Şunları söyledi: "Fevzi Paşa, bir makinadır. Bilgilidir, okur, okumayı öğrenmeyi sever. Fransızca, İngilizce, Almanca bilir. Çünkü temiz bir gençliği vardır. Herkes orda burda gezip kopukluk yaparken, o, oturup çalışmıştır. Çok kuvvetli hafızası vardır, unutmaz..." Bunun üzerine Sadık Sabri Bey'e sorduk: "Peki efendim, Fevzi Paşa madem böyle temiz ve kıymetli bir insandır; bu hadiselere niçin seyirci kaldı, bir iş göremedi?" "Efendiler, sözlerime dikkat etmiyorsunuz. Ben onun için "makinadır" dedim. Kuvvetli bir makinadır... Büyük insandır, demedim... Makinayı insanlar kullanır. Makina insanları kullanamaz. "Fevzi Çakmak da, verilen emri yerine getiren bir makinadır. Kabiliyeti yüksektir. En büyük planı verin, yapar. En büyük askerî harekâtı yürütür... Okur, düşünür, üstesinden gelir. Hangi elde olursa, onun için çalışır. İttihad ve Terakki'nin büyük askeri, Cihan Harbi'nin, Mütareke'nin askeri, sonra Cumhuriyet devriminin büyük askeri. "Büyük insan manasına değil... Verilen emri yerine getirir. Hadiselere istikamet verecek, emir verme kabiliyeti yok... Mustafa Kemal'e rakip olacak, onunla mücadele edecek çapta değildir. Ondan büyük işler beklemek doğru değildir. İnsan tanımamak, yanlış insan seçmek, büyük bir belâdır..." 195
Enver Hayalcidir Sadık Sabri Bey'e, Enver Paşa'nın şahsım sormuştuk. "Enver'e hain denemez... Hayalperest idi. Bilgisi kıttı. Cahil cesur olur. Hayalleri hudut tanımıyordu. Türk dünyasını dilinden düşürmezdi... Yahu Enver! Güzel ama, bugün Türk dünyasını ele geçirmek, birleştirmek için, kimlerle mücadele edeceksin. Bugün elimizdeki memleketleri korumaktan âciziz, be birader!.. İşte Enver Paşa, Türk dünyası, Türk dünyası, diye diye gitti..." 195
Alim Bir Subay: Miralay Sadık Sabri Bey Kahire'de çokça görüştüğümüz ve kendisinden istifade ettiğimiz büyüklerimizden biri de Sadık Sabri Bey idi. İskenderiye'de otururdu. Bize Fransızca okutmak için haftada veya on günde bir Kahire'ye yurda gelirdi. Alim Bir Subay Miralay rütbesinde iken, kurmay albayken askeriyeden ayrılmıştı. Yalnız asker değil, aynı zamanda bir ilim adamıydı. Arapça, Farsça, Almanca, İngilizce, Fransızca bilirdi. Sultan Abdülhamid devrinin iyi yetişmiş subaylarındandı. Harbiye Mektebi'nde, Fevzi Çakmak ile aynı sınıfta imişler. Balkan Harbi'ndeki Raporu Balkan Harbi'nde Fethi Okyar ile Mustafa Kemal'in idaresindeki yirmi bin kişilik askeri birliğin Bulgar ordusu karşısında hezimete uğraması ve çoğunun şehid düşmesi hadisesi üzerine, Enver Paşa tarafından, meselenin tahkikatı için vazifelendirilmişti. Teftişi sırasında, kumandanların hatalı olduklarını tespit etmiş ve raporunda bunu belirtmişti. Miralay Sadık Sabri Bey, Balkan Harbi'ndeki bu teftiş hadisesinden sonra, Cihan Harbi sonundaki mağlubiyet üzerine, Anadolu'yu toparlayıp milli bir direnişe hazırlaması için, Sultan Vahdeddin, bir paşayı göndermek istediği zaman, bu işin araştırılmasıyla da vazifelendirilmiş; bu sefer de reyini Mustafa Kemal'in aleyhine kullanmıştı. İşte Mustafa Kemal'le aralarında olan bu muhalefet dolayısıyla, Sabri Bey, daha sonra ordudan ayrılarak Kahire'ye göç etmişti. Öteki Miralay Sadık Miralay Sadık Sabri Bey, kendisiyle aynı adı taşıyan ve "Miralay Sadık" diye meşhur olan tarihî şahsiyet ile karıştırılabilir. O Miralay Sadık Bey'in adı Mehmed Sadık idi. İttihad ve Terakki Fırkası'na karşı "İtilâf ve Hürriyet Partisi"ni kurmuştu. 1924'de Yüzellilikler arasına alınmış, Romanya'da yaşamış ve 1940'da Türkiye'ye döndükten, bir gün sonra vefat etmiştir. Abdülhakim Efendi'nin Sohbeti Sadık Sabri Bey, fakir, kendisini 1940'da Kahire'de tanıdığımda yetmiş yaşlarında idi. Abdülhakim Arvasî Efendi hazretlerinden tarikat dersi almıştı. Kendisine: "Efendim, Abdülhakim Efendi'den ders almanız nasıl olmuştu?" diye sormuştuk. Şu ibretli cevabı vermişti: Çocuklar, yarın sizin de başınıza gelecek. İnsan yaşlandıkça, daha fazla bir amel ve ibadetle, Allah'a kul olmak istiyor. Sade imanla değil, amelle de yaşamak; ilim ve iman, ilim ve amel, amel ve takva, takva ile irfan... Yani bir yükseliş istiyor. İnsan, ölüme yaklaşırken, Allah'a kavuşmaya yaklaşırken, ibadetten daha bir feyz almak, haz almak istiyor. Mütareke seneleri idi. İstanbul'da camilerdeki vaazları gezip dinliyordum. Bir zabit arkadaşım: Sabri Bey, bir de seni ben hocama götüreyim, dedi. Beni, Abdülhakim Efendi'nin bir vaazına, sohbetine götürdü. Abdülhakim Efendi, dış dünyadan ziyade, insanın gönül âleminden bahsediyordu. İnsanı insan eden hâller... İnsanın tekâmülü, olgunlaşması... İnsan, dinlerle insan olmuştur. Zira dinler vahiyle gelmiştir. Vahiy, Allahu Tealâ tarafından, peygamberlere veda, emin insanlardır. Kemal-i emniyede, insanlara bu yolun feyzini telkin etmişlerdir. Binaenaleyh, insanı Allah'a götüren yolların en doğrusu, en doyurucusu, en nurlusu, vahiy yoludur, dinlerdir. Dinlerin en etem ve ekmeli, Allah tarafından tam ve kâmil kılınmış, son din olarak gönderilmiş olanı İslâmiyet'tir. Tasavvuf, İslâm'ın ruhunda vardır. Tasavvuf, insanı insan eden ilimdir... İnsan eden, insan eden... derken, Hoca Efendi, kendini bana sevdirdi. Münafık Olmaktan Kurtuldum Beni götüren subay arkadaşım da zaten Hoca'dan ders almış. Cemaat dağılınca, Hoca Efendi bizi devlethanesine götürdü. "Hem çorba içelim, hem konuşalım." dedi. O sohbette, bana zikir dersi verdi. Verdiği derslerden, çok feyzler aldım. Yıllardır, başıma bu kadar sıkıntılar geldi. Elhamdülillah, o zikirlerle, Allah'ım beni görüyor, duyuyor, koruyor. Tevekkül ettim, sabr ettim. Evet, gurbette sıkıntılar çektim. Ama bunlar benim hakkımda hayırdır. Eğer orada kalsaydım, yapılan şeylere itiraz edemeyecektim. Belki de birçok günaha girecektim. Allah'ım beni o gibi hallerden kurtardı, çok şükür... 189
Şiirde Her Kelime Değerlidir Gerçi şiir başka şeye benzemez. Nesir gibi değildir. Az, mahdut ve muayyen kelimelerle, hisler, tehassüsler, heyecanlar ve bazen derin düşünceler ifade edilecektir. Mısraların ölçüsü, kafiyesi, hece sayısı veya daha güç olan aruz vezni vardır. Merhum İhsan Efendi'nin söylediği mühim sözlerden birisi de şudur: "Bir şiirin, lügate bakılmadan anlaşıldığını bugün işitiyoruz. Böyle şey olur mu? Şiir için mutlaka kamusa bakılmak icap eder. Şiir bir oturuşta yazılamayacağı gibi, bir oturuşta anlaşılamaz da... Şiirin bir değeri vardır... Şair, kullandığı kelimelere dikkat eder, seçer, en münasibini alır. Okuyan da, acaba şair bu mısrada, şu kelimeyi hangi mânâda kullanmış; acaba neyi kasdediyor; acaba benim bilmediğim başka bir mânâsı var mı, diye lügate bakar..." 146
Fikret'e Yazık Oldu İnsan acıyor kendisini görmedim. İşittiğime nazaran Fikret, ressammış. Güzelliği seven, nağmeyi seven, tabiati, manzarayı seven bir ressam... Fikret'in de, inanç bakımından İttihatçılardan farkı yok. Hepsi de dine karşı kayıtsız. Dini, üçüncü, beşinci dereceye bırakan insanlar. Onun kendi arkadaşlarına cephe alması, zulmü sevmeyen mizacı sebebiyledir... Fakat asıl belâ, bütün mizaçları bastırıp iyilikleri yok eden imansızlık belâsından geliyor. Yahu ne uzağa gidiyoruz. Pozitivizm, maddecilik dediğimiz imansızlığın, yalnız bizim memleketimizi sardığını zannediyorduk. Mısır'da da aynı belâyı gördüm. Lisanı Arapça olan, imam, İslâm'ı dünyaya yayan, Camiül Ezher'i bulunan, her yeri ilimle dolduran bir memlekette, pozitivistlerin bulunması, dinsizlerin bayrak kaldırmaları inanılacak şey değil. Ama hakikat... 131
Harap Mabed Harap Mabed Rıza Tevfık'in şiirleri sağlığında "Serâb-ı Ömrüm" adıyla ki­tap olarak neşredilmişti. Şarkı olarak bestelenen güzel eserleri de vardır. Divan tarzında hece ile yazdığı "Harap Mâbed" tanınmış bir şiiridir. Bu manzumeyi İstanbul'daki Mihrimah Sultan camii için yazmıştır: Vardım eşiğine yüzümü sürdüm, Etrafını bütün dikenler almış. Ulu mihrabında yazılar gördüm, Kimbilir ne mutlu zamandan kalmış? Batan güneşlerin ölgün nigâhı Karartıp bırakmış o kıblegâhı; Mazlum bir ümmetin baht-ı siyahı, Vîran kubbesine gölgeler salmış. İslâm'ın bahtiyar bir zamanında Âb-ı hayat varmış şadırvanında, Şimdi harâb olan sâyebânında Dem çeken kuşların ömrü azalmış. Ayât-ı hikmet var kitabesinde, Bir ders-i ibret var hitabesinde; Bağ-ı cennet olan harabesinde Tekbir sedaları artık bunalmış. Hey Rıza! Secdeye baş koy da inle, Taşlar dile gelsin senin derdinle; Efsâne söyleyim ağla hem dinle, O şerefk mazi meğer masalmış. 124
Rıza Tevfik Filozofun "Yolcu" diye bir şiiri vardır. Bunu mezar taşı için yazmış. Kendisi, Ürdün'de Cünye'de yaşıyordu. Orada ölüp oraya gömüleceğini tahmin ederek şu mısraları yazmış: Yolcu Ankara'ya yolun uğrarsa, Ve sende de biraz erkeklik varsa; De ki, kanun yapan dalkavuklara, Horoz gibi öten o tavuklara: Bu kanuna boyun eğmemek için, Şerefine leke değmemek için, Feylesof ömrünü yarıya böldü; Çölde hür yaşadı ve mes'ud öldü. Rıza Tevfik, 1949'da İstanbul'da öldü. Mezar taşına ne yazıldı bilmem. Bu mısraların yazılmadığında şüphe yok... 122
Akif Ya, Çanakkale'deki, Bir hilâl uğruna yâ Rab, ne güneşler batıyor! Bu nasıl söylenir? Bu ne demek yahu? Bu ilham... İnsanı vecde getirir, deli divane eder. Ben, yıkarca bunun tesiri altında kaldım... Mustafa Sabri Efendi böyle söyleyince, sordum: "Efendim, bunları Akif Bey'e de söylediniz mi?" "Aaa, kaç kere! Mütevazı insan. Ben şiirlerini medhederken, utanır, terler, mendiliyle alnını silerdi..." 114