Servet-i Fünun karşısında Fecr-i Ati

İmdi, biz, böylece sanat ve edebiyat sınırlarını çoktan aşmış, politika alanının en tehlikeli kesimine atılmış oluyorduk. Fakat, buna rağmen, biz yine "Sanat şahsi ve muhteremdir" dövizimizi elden bırakmamak istiyorduk. Yani kalemimizi herhangi bir fikir cereyanının, herhangi bir ideolojinin emrine vermekten kaçınıyor; yalnız kendi hislerimize, kendi zevkimize göre bir "güzellik" yaratma çabası içinde çırpınıyorduk. Nitekim, o zamanlar, ben, Fecr-i Ati'nin sözcüsü sıfatıyla bu sanat görüşünü 'Servet-i Fünün'da şöyle anlatmağa çalışmıştm: "Sanat, bazı şekiller, renkler, sesler ve hayaller karşısında müstesna bir zevk duyan seçkin bir insan azınlığının ruhundan doğar. Sihirli bir gölü andıran bu ruh kendine akseden şeylere, sathındaki ürperişlere göre, türlü şekiller verir ve onları harekete geçirip canlandırır." Rahmetli Hasan Ali Yücel'in Edebiyat Tarihimizden adlı eserinden, mümkün olduğu kadar sadeleştirip özetleyerek aldığım bu yazımın başka bir yerinde de şöyle demişim: "Sanat kadar sanatkar da tam bir hürriyete muhtaçtır. Bir şaire 'Sen şunu terennüm edeceksin' veya bir romancıya 'Sen filan ve falan çevreleri, filan ve falan insanları anlatacaksın!' emrini vermek mavi gözlü bir kimseye 'Senin gözlerin kara olacak' demek kadar gülünç, abes ve tabiata aykırı bir fikir istibdadıdır. Sanat şahsi ve muhteremdir. Ben, aşk şiirleri yazarım, siz vatan şiirleri. .. Fakat, hiçbir vakit sizin bana, kendi yaptığınızı yapmağa zorlamak hakkınız yoktur." İtiraf ederim ki, bu "egocentrique" ve ferdiyetçi sanat anlayışı bize Edebiyat-ı Cedide'den miras kalmıştır ve biz bunları söylemekle ortaya yeni görüş getirmiyorduk. Öyle ya, Edebiyat-ı Cedide'cilerin, hassaten Hüseyin Cahit'le Mehmet Rauf'un, Dr. Rıza Tevfik'le" bir estetik bahsi üzerinde tartışırken ter ter tepinircesine "Güzellik nisbidir, güzellik nisbidir!" deyişlerinin bizim "Sanat şahsi ve muhteremdir'" sözümüzden farkı neydi? Lakin, şu var ki, onların devri bütün aydınların kendi işlerine çekilmek zorunda kaldığı ve dış alemle temasa imkan bulamadığı bir devirdi. Oysa, şimdi hayat şartları değişmiş ve ortada kolektif bir ruh hasıl olmağa başlamıştı. Bir sürü memleket meseleleri, başımızı çevirip görmezlikten gelsek de, bizi her yanımızdan sarıyordu.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu - Gençlik ve Edebiyat Hatıraları - Sayfa 35

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
284
Baskı Tarihi
2010
Yazılış Tarihi
1969
ISBN
978-975-470-056-5
Baskı Sayısı
8. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim Yayınları
Editörü
Bahriye Çeri
Arka Kapak: Yirminci yüzyılın ilk yarısında büyük bir üretkenlikle dergilere yazdığı şiir, öykü, makale ve eleştri türü yazılarla Türk edebiyatı sahnesine adımını atan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, romanları, hikayeleri, denemeleri, oyunları ve anılarıyla, en önemli edebiyatçılarımız arasında yer alır. Üslüp özellikleri bakımından Yakup Kadri´nin 1910´dan 1974´e dek verdiği eserler Türkçe´nin geçirdiği bütün evreleri yansıtır. Eserlerinin konu ve fikir zenginliği de dil özelliklerinin çeşitliliğinden aşağı kalmaz.