Türü
Roman
Sayfa Sayısı
419
Baskı Tarihi
2010
Yazılış Tarihi
1935
ISBN
978-975-07-0776-6
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Orijinal Adı
The Clown and His Daughter
Sinekli Bakkal, Halide Edip Adıvar'ın ünlü romanıdır. İlk olarak İngilizce The Clown and His Daughter, (Soytarı ile Kızı) adıyla 1935 yılında Londra'da yayımlanmıştır. Türkçe olarak ilk defa 1935 yılında Haber gazetesinde tefrika edildi. Daha sonra 1936 yılında kitap olarak basılmıştır. 2006 itibariyle 37. basımı yapılmıştır. Birçok yabancı dile çevrilen roman, 1942'de CHP Roman Armağanı'nı kaz
Neden Altını Çizdim?
Son kısım da müthiş: "Sen çocuk sahibi olduğun vakit, istediğin gibi yap. Korkarım, çocukların Asım Bey'in kukla kızlarına benzeyecek... Bonmarşe bebeği gibi... Karnına basınca mama, papa, diye öten kuklalardan."
Kâfiristandan esen her rüzgâra kafasını kaptıran bir fırıldak!
— Avrupa sahnelerinde icrayı sanat eden kadınları hep Peregrini mi yetiştirir?
— Onu demek istemedim... Tabiî size bu noktayı anlatmak müşkül. Avrupa musikisinin incelişini nasıl tarif edeyim, zevkine varamazsınız ki...
— Kim demiş? Ecnebî trupları geldiği vakit, Tepe-başı'ndan ayrıldığım yoktur. Daha doğrusu Zaptiye Nazırı sıfatıyla halkın bu yabancı metâlara ne kadar rağbet ettiklerini görmek için... Sonuna kadar dinlemek biraz müşkül ama, züppe güruhu bir alay seyirci var ki, onları görmek cidden her sıkıntıya değer. Herifler kendilerinden geçiyorlar...
— Hakiki musikiden anlayan herkes tabiî...
— Hakiki musiki mi dedin? Eğer kapitülâsyonlar olmasa, muzikacıları da, seyircileri de enselerinden yakalayıp Beyoğlu kaldırımlarına fırlatırım. Şimendifer düdüğü gibi öten bir sürü yarı çiplak, hayâsız, kart frenk karısı... Sar'aya tutulmuş gibi gözleri evlerinden uğruyor , bir alay mart kedisi gibi çığrışıyorlar. Toptaşı saz çalmaya, şarkı söylemeye kalksa, bu işi biraz daha adamakıllı yapardı.
— Anlamadığınız bir mevzuu niçin münakaşa ediyorsunuz? /../ Garb'ı Garp yapan musikileri... Onlarda hayat var, fen var...
— Bizimkinin ne kusuru var?
— Halkın tembelliği, uyuşturucu kanaati, yüksek sınıfların boş ve düşük bir sefahate dalmaları hep bu bizim inleyen, ağlayan musikimizin tesirinden Kadınlarımızın kafasızlığı, zilleti ..
— Kadınları bu bahse sokma. Bizimkiler, her halde frenk karılarından daha edepli, daha hanım... Onların erkeğinde de, karısında da ben, yüzsüzlükten, aç gözlülükten başka bir şey görmedim.
Paşa durdu, öksürdü, sonra köpürdü:
— Bir Müslüman milletinin an'anesini, medeniyetini neden her vesile ile tahkir ediyorsun?
— Medeniyetimiz yok ki tahkir edeyim. Ziya Paşa'nın dediği gibi, sizin tahkir ettiğiniz küfür diyarı mamureler kâşânelerle dolu; mülk-i İslâm baştan başa virane..
— Kâşaneleri başlarına yıkılsın. O imansız, padişah haini herif gibi sen de medeniyeti kâşane, mamure farzediyorsan sana yuf!
Paşa sustu; esnedi. Nereden bu peltek oğlanla müna-kaşaya girişmişti? Hiç değer miydi? Kâfiristandan esen her rüzgâra kafasını kaptıran bir fırıldak!
— Küçük hafızın tahsilini ben dilediğim hocaya yaptırırım. Sen çocuk sahibi olduğun vakit, istediğin gibi yap. Korkarım, çocukların Asım Bey'in kukla kızlarına benzeyecek... Bonmarşe bebeği gibi... Karnına basınca mama, papa, diye öten kuklalardan.
Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
1
Baskı Sayısı
8. Baskı
Düşünce yazılarından oluşan bir kitap
Ölüm Ötesi Ülkeye
Ve ölüm ülkesine yerleşmiş batı. Şeytan ve cin kaynaşması. Ve doğum ülkesine, diriliş sitesine yerleşmiş doğu. Melek düzeni, meleksi geometri. Ölümle doğum, kayboluşla diriliş arasında gerile gerile üzerine yazılar yazılan ince bir zara dönüşen benliğim!
Sonra tenha yollardan, yüksek duvarlı bahçeler arasından tek başına geçip giderken zaman zaman duyduğumuz boşluklardan kurtulmak için uğurlu saati bekleyen benliğim!
....Sabahın gümüşünde, öğlenin duru ve keskin sıcağında, ikindinin akışa meyilli yumuşaklığında ve akşamın kuş çığlıklarıyla donanmış yas şöleninde ve gecenin esrarında zaman zaman bizi yoklayan, bizi bizden alan, yataklardan koparan uğurlu saat ilhamı.
Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
1
Baskı Sayısı
8. Baskı
Düşünce yazılarından oluşan bir kitap
Ay Diyaloğu
Ay, insanın eline, daha toprağına ayak basar basmaz geriye dönüş belgesini tutuşturdu.
"Benden sana fayda yok" dedi ay. "Benden bir şey bekleme." "Geri dön ve düşün ve benden bir şey umma." Bir şey arıyorsun sen. O aradığın bende değil. O, sendedir. Senin içindedir. Sen bilebilirsen o senin içindedir.
Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
1
Baskı Sayısı
8. Baskı
Düşünce yazılarından oluşan bir kitap
Ay Diyaloğu
Ay, insanın eline, daha toprağına ayak basar basmaz geriye dönüş belgesini tutuşturdu.
"Benden sana fayda yok" dedi ay. "Benden bir şey bekleme." "Geri dön ve düşün ve benden bir şey umma." Bir şey arıyorsun sen. O aradığın bende değil. O, sendedir. Senin içindedir. Sen bilebilirsen o senin içindedir.
Parlak Bir Çöl Semasının Altında
"Yüreğim acı çekmekten korkuyor" dedi bir gece Simyacı'ya aysız gökyüzüne bakarlarken.
"Yüreğine acı korkusunun, acının kendisinden de kötü bir şey olduğunu söyle. Düşlerinin peşinde olduğu sürece hiçbir yürek acı çekmez. Çünkü araştırmanın her anı. Tanrı ve Sonsuzluk ile karşılaşma anıdır."
"Her arama anı, bir karşılaşma anıdır," dedi delikanlı yüreğine
Yüce İslâm Milleti
Bir gün gelecek, yine Yüce İslâm Milleti, bilinçlenecektir. Nerelerden nerelere geldiğini öğrenecek ve bu onu uyandıracaktır.
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
144
Yazılış Tarihi
1979
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Anadolu’nun bir taşra kentinden Yeni Dünya’nın metropollerine kadar uzanan bir coğrafyada kaynaşan insanımız... Modernleşmiş olanlarla kişiliklerini koruma çabasıyla bunun dışında kalanlar... Her iki kesitte yaşayan insanların kendi kendileriyle gerek çevreleriyle olan çatışmalarından doğan dram... Eksik kalmış aşklar, eksik bırakılmış eylemler... Bu kitabı okurken Batı kültürünün baskısı ile çaresiz bırakılmış insanımızın bocalayışını, gizli protestolarını ve gizli kabullenişlerini göreceksiniz...
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
220
Baskı Tarihi
1998
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-437-042-7
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Hicret'in 15. asrına girdiğimiz şu yıllarda 'İslam bir inanç sistemi ve hayat nizamı olarak bütün dünyanın ilgisini çekmektedir. ''İslamın Bugünkü Meseleleri'' adıyla neşrettiğimiz eserde yazar, bu meseleyi sosyal ilimci gözüyle incelemişti. Bu kitapta ise, aynı metodla tasavvuf meselelerini ele almaktadır. Günümüzde tasavvuf Türk aydınının zihnini ne bakımlardan meşgul etmektedir? Çağımızın tarih, felsefe, sosyoloji-psikoloji bilgileri hesaba katıldığında, tasavvuf üzerinde nasıl bir değerlendirme yapılabilir? Tasavvufi düşüncenin geleceği ne olabilir? Tasavvufun İslam'daki yeri nedir?
İslâm Tasavvufunun Yabancı Menşe’leri
İslâm tasavvufunun yerli (İslâmî) kaynakları tasavvufu gerek düşünce gerek tatbikat itibariyle tamâmen Kur’ân ve Sünnet’e dayandırırlar. Bu eserlerin pekçoğu mutasavvıflar tarafından yazılmış olduğu için, onların meseleye tenkitçi tarih açısından bakmaları beklenemezdi. Fakat yerli kaynakların tasavvufu sırf İslâmî menşe’li görmeleri büsbütün yanlış sayılmaz; çünkü onlar bu düşünceyi gerçekten Kur’an ve Sünnet’e uydurmuşlar ve kendilerini tamâmiyle İslam’ın içinde görmüşlerdir. Ancak tasavvufa açıkça cephe alan bazı müslüman müellifleri onların birtakım görüşlerinin dine yabancı bulunduğunu söylemekle birlikte, bu yabancılığın menşe’ini göstermiş değillerdir.
Tasavvufun menşe’leri ile ilk defa oryantalistler meşgûl oldular. Bunların birçoğunda peşin bir hükmün hareket noktası teşkil ettiği görülüyor: Araplar mistik düşünceye kaabiliyetli bulunmadıklarına göre, tasavvuf onlara ancak dışarıdan gelmiş olabilir. Nitekim İslâm mistisizminin asıl doğuş ve gelişme yeri İran olmuştur. Nicholson Hind tesiri ve Yeni-Eflâtunculuk üzerinde durur; Blochet, Dozy, Von Kremer Hind-İran tesirine bağlarlar; Brown Samî bir dine karşı Ari reaksiyon olarak izah eder; A. Palacios Hıristiyanlığa ağırlık verir. Bunlar arasında İslâmî menşe’lere en çok yer veren L. Massignon’dur.
Oryantalistlerin yabancı menşe iddiaları karşısında müslüman yazarların âdeta insiyaki bir şekilde buna itiraz etmeleri tabiî sayılabilirdi. Maamafih tasavvufun İslâm içinde dâima az veya çok şüpheli bir yerinin bulunması, yukarıdaki iddiaların zaman zaman benimsenmesine de yol açmış, tasavvufa aleyhtar bulunanlar oryantalistlerin delillerini kullanmışlardır. Bu arada oryantalist tezlere karşı İslâmî menşe tezini şiddetle müdafaa edenler de çıkmamış değildir. Maamafih genel görüş odur ki, İslâm tasavvufu içinde sözü geçen yabancı tesirler çeşitli derecelerde bulunmakla birlikte bütün bu tesirler İslâm’ın kendi kaynakları (Kur’ân ve Sünnet) içinde asimile edilmiştir. Bu asimilasyon veya kaynaştırma işinin her zaman başarılı olduğu söylenemez, ama ortada bir "İslâm" tasavvufunun bulunduğu muhakkaktır.
Hind mistisizmi tarih itibariyle bütün diğerlerinden önce geldiği için, önce oraya ait tesirleri ele alalım. Hind mistisizmi ile İslâm tasavvufu arasında yapılacak bir karşılaştırma ikisi arasında birtakım önemli benzerliklerin bulunduğunu gösterecektir. Bunlar arasında tarih farkı gözönüne alınınca, birincisinin İkincisine tesir ettiği kolayca akla gelebilir. Fakat benzerliklerinin mutlaka bir "kültür difüzyonu" olayını temsil etmeleri şart değildir.
Arapların Hind’le ticarî münâsebetleri bulunmakla birlikte Hind düşüncesiyle temaslarının oldukça geç tarihlerde ortaya çıktığı görülüyor. El-Birûnî’nin (11. yüzyıl) birkaç tercümesi ve Hindistan’daki inançlar hakkında verdiği bilgilerden önce İslâm tasavvufu bir hayli yol almış bulunuyordu. Hallaç Mansur’un Kuzey Hindistan’a kadar bir yolculuk yaptığını biliyoruz. Maamafih bu seyahatin maksadı ve meydana getirdiği tesirler hakkında birşeyler söyleyecek durumda değiliz. Hind tesiri muhtemelen karadan ziyâde Basra körfezi yoluyla gelmiş olabilir. Oryantalistler Hind’le doğrudan bir alış-veriş hali tesbit edemedikleri için, İran’ın bu hususta bir çeşit aracı olduğunu iddia ediyorlar.
İslâm tasavvufundaki "fenâ" doktrininin Budizm’deki "nirvana"ya çok benzemesi ve İslâm’ın ana prensipleriyle kolay uzlaştırılamayışı -bu uzlaştırma gayretlerinin sonucu olarak "beka" doktrini ortaya çıkmıştır- açıkça bir iktibas olayına işâret etmektedir. Bu hususta ileri sürülen iddialardan biri de ilk sûfılerden İbrâhim bin Edhem’in hikâyesiyle Huda’nın hayat hikâyesi arasındaki büyük benzerliktir. Başlangıçta Hind mistisizmi ve Budizm hakkında verdiğimiz genel bilgiye bakılırsa İslâm tasavvufunun birçok âşinâ temalarını orada görebiliriz. Maamafih bu tesirlerin, belki yine Hind kaynaklı olmak üzere, Eski Yunan ve Hıristiyanlıktan gelmiş olması ihtimali daha kuvvetlidir. L. Massignon Hind tesirinin bilhassa zikir metodlarında bulunabileceğini söylemektedir, ki L. Gardet ve Anawati bu noktayı incelemişlerdir.
Oryantalistlerin iddiaları arasında en zayıfı tasavvuf konusundaki İran tesiridir. Maniheizm’in ve diğer klâsik İran inançlarının bu hususta herhangi bir kayda değer tesiri bulunmadığını L. Massignon açıklığa kavuşturmuş bulunuyor.
Türkiye'nin Ruhu - Cemil Meriç
Yıl
Yönetmen
Yönetmen - Şafak Bakkalbaşıoğlu
Senaryo - Metin Tavukçuoğlu
Seslendiren - Erdal Beşikçioğlu
Yapım - BBO Yapım
Yönetmen Ekibi - Soner Sevgili, Funda Uluköse
Danışman - Dücane Cündioğlu
Konsept ve Senaryo - Metin Tavukçuoğlu
Müzikler - GileM (Kemal Sahir Gürel, Erdal Güney, Hüseyin Yıldız, Ayşe Önder,
İrşad Aydın)
Seslendirme - Cüneyt Türel, Ahmet Mümtaz Taylan
Aydınlarımızdan biri de Cemil Meriç’ tir. Ülkesinin geçmişini, hâlini ve geleceğini sırtlanan bir aydın... Türkiye’ nin Ruhu, Cemil Meriç’ in ayna kişiliği üzerinden, başta Cumhuriyet dönemi olmak üzere son ikiyüz yıllık düşünce ve siyaset maceramızı, Batılılaşma çabalarımızı ve bu uğurda yapıp ettiklerimizin üzerimizdeki etkilerini, sanat ve edebiyat sorunlarımızı irdelemek ve yarınlarımıza daha kendinden emin bakabilmek için gerekli düşünce ipuçlarına vakıf olmak, kısaca “Türkiye’nin Ruhu” nu sorgulamak amacını taşır. Türkiye’nin Ruhu belgesel film projesi, Cemil Meriç konulu üç kitaba imza atmış olan gazeteci - yazar Dücane Cündioğlu danışmanlığı ile yola çıkmış bir çalışmadır. Türkiye’nin Ruhu, Metin Tavukçuoğlu’ nun kalemiyle senaryolaştırıldı. Filmin Müzikleri, aralarında Kurşun Yarası, Son Osmanlı – Yandım Ali, Elveda Rumeli gibi çalışmaları da bulunan, usta müzisyen Kemal Sahir Gürel ve ekibinin imzasını taşıyor. Filmi, usta oyuncu ve seslendirme sanatçısı Cüneyt Türel’ in seslendirirken, Cemil Meriç’ in sesi ise oyuncu Ahmet Mümtaz Taylan oldu. Tiyatro, sinema ve televizyon dizisi çalışmalarından tanıdığımız Erdal Beşikçioğlu ise Türkiye’ nin Ruhu’ nun en özel bölümlerinden biri olan ‘muamma hikayeler’ in anlatıcısı olarak çıkıyor karşımıza. Yapım aşamasında, İstanbul, Ankara, Hatay’ ın yanı sıra Cemil Meriç’ in hayatında özel bir yeri olan Paris’ te de çekimler ve arşiv çalışmaları gerçekleştirildi. Cemil Meriç, eserleri ve Türkiye’ nin Ruhu konusunda 70 önemli isimle söyleşiler gerçekleştirildi.
Az önce ellerimde ırmak vardı!
Kızılderililer henüz gözyaşı yoluna revan olmamıştı o vakitler, binlerce yıldır yaşadıkları topraklardan, kafileler halinde dağlara sürülmelerinin öncesindeydi.
Bir sabah daha kuşlar uyanmamışken, Şef Mahko kendi çadırından çıktı ve torunlarının üçünü de uyandırdı tek tek, Şef Mahko'nun zaman zaman "beyazların etkisinde kalmış bunlar. Şahsiyetlerini unutmuşlar" dediği 3 torunu da çok geçmeden atlarını eyerlemiş köyün çıkışında onları bekleyen dedelerinin yanına varmıştı.
Av bereketli geçmişti, torunlar eve dönmeyi beklerken av boyunca hiç konuşmayan Şef Mahko "toparlanın" dedi," asıl yolculuk şimdi başlıyor".
Kuşluk vaktinde biri ak saçlı dört süvari dağları aşmış vadideki ırmağa doğru yol almaktaydı. Şef Mahko Irmağa yaklaştıklarında atından indi. Şef önde torunları arkada ırmağın kenarına vardılar, Apache Şefi Mahko saygıyla ırmağın yanı başına çömeldi, iki elini de suya soktu ve ellerini suda tuttu, bir süre sonra çıkardı, parmaklarından su damlayan iki elini de torunlarına uzattı "ellerime bakin" dedi" ve ne gördüğünüzü söyleyin".
Torunların üçü de şaşkın şaşkın birbirine baktı. En büyüğü konuştu önce "bir çift ıslak el" dedi. Şef Mahko başını ortanca torununa çevirdi, o da "buruşuk bir çift el" dedi gülümsemesini gizlemeye çalışarak. Aldığı cevaplardan memnun kalmayan Şef en küçük torununa döndü, "Bilge bir dedenin elleri " dedi en küçükleri. Bir süre daha havada asılı kaldı Şef Mahko'nun elleri Üç torununun da gözlerini tek tek yokladı ve "ellerime iyice bakın, söyleyin ne görüyorsunuz " dedi. Üç torunun üçü de dedelerinin ellerine baktı bir süre boş boş gözlerle, üçünün de başı öne düştü sonra, ırmağın şırıltısını dinlediler.
Bir süre, sonra en küçükleri "dede" dedi "en iyisini sen bilirsin" bunun üzerine Şef Mahko kızgın günesin altında tamamen kuruyan ellerini aşağıya indirdi.
"Az önce ellerimde Irmak vardı" dedi Şef Mahko."Az önce ellerimde ırmak vardı!" diye tekrarladı "ama siz ırmağı değil ellerimi gördünüz ve ellerimdeki ırmak kızgın günesin altında kurudu gitti, işte Şahsiyet de bu ırmak gibidir, bir defa içinden çıktınız mı bir daha sizi kimse görmez, görseler bile varlığınız güneşin insafına kalmıştır". Şef Mahko sözlerini bitirir bitirmez Atına atlayıp yola koyuldu ve arkasına bile bakmadı, en küçük torununa, o en sevdiği torununa bile.
Şef Mahko'nun o en küçük torunu yıllar sonra Geronimo adıyla tanınacaktı. Büyük savaşçı, o büyük Apache savaşçısı Şef Geronimo...
Türkiye'nin Ruhu - Cemil Meriç
Kung Fu Panda
Kung Fu Panda, Mark Osborne ve John Stevenson'ın yönettiği 2008 yapımı bir 3D animasyon filmidir.
I am Po and I'm gonna need a hat
Hikayenin mutlu bir başlangıcı olmayabilir ama kim olduğunu bu belirlemez.
Onu hikayenin geri kalanı belirler.
Kim olmayı seçeceğin belirler.
Kung Fu Panda