Cebriyye
Hz. Hüseyin'in başının da içinde bulunduğu 18 ehl-i beyt kellesi Yezid'in Önüne boşaltılınca, daha fazla acı çektirmek için huzuruna getirttiği Hz. Zeyneb'in hesap soran bakışlarını şöyle cevaplandıracaktır Yezid:
- "Allah'ın, senin ehl-i beyt'ini ne hale getirdiğini görüyor musun ? Onlara nasıl kıydın?" sorusuna
- "Onları Allah Öldürdü" biçiminde karşılık verecektir.
Allah'a iftira etmenin daniskası olan bu inanç devletin resmi dini (mezhep) haline getirilmiştir. Bunun yaygınlaşması için zındıkların uydurdukları hadisler delil olarak kullanılıyordu. Ünlü muhaddis Suyuti, El-Leali'sinde bu dönemde sultanlara yaranmak ve yaltakçılık yapmak için hadis uyduranların haddi hesabı olmadığını kaydederek, sultanların fıskını meşrulaştıracak delil bulamayan 'sultanın alimleri'nin bunu icad etmekten kaçınmadıklarını söyleyecektir.
Emevi halifesine "onları Allah Öldürdü" dedirten inanç buydu. La İlahe İllallah'ı "la faile illallah" (Allah'tan başka fail yoktur) biçiminde yorumlayarak; Haşimoğulları'ndan Bedr'in öcünü aldığını söyleyenleri, Kur'an'ı oklayanları, Müslümanlann malını ırzını heder edenleri bu şekilde temize çıkarıyorlardı. Allah'tan başka fail olmadığına göre bütün bu olan bitenlerde kimsenin bir suçu yoktur. Bütün bunları, -haşa- Allah yapmıştı. Tarizde bulunan Allah'a bulunmuş olur, isyan eden de yine onun takdirine karşı isyan etmiş olurdu. Yöneticiler sadece Allah'ın seçip gönderdiği masum birer kılıç, birer aletti. Allah geçmiş ümmetlere nasıl melekler eliyle azap etmişse, şimdikilerden azabı hak edenlere de yöneticiler eliyle azap ediyordu. Bu yüzden yöneticilere "dur!" demek Allah'ın takdirine karşı gelmekti. Bu zalimler bir "azap meleği" kadar masumdurlar. Kulun rüzgar önündeki yaprak gibi sorumsuz olduğunu ileri süren "cebir" inancı böyle ortaya çıktı. Yöneticiler eliyle de desteklenerek yayıldı.
Bu inançlar bir "müsekkin", bir "narkoz" gibi kullanılarak insanlar uyuşturulup sürüleştiriliyor, ardından da koca bir ümmetin maddi ve manevi, dini ve dünyevi tüm değer ve imkanları talan ediliyordu. Sulta bu talanı gerçekleştirirken birileri de postunun üzerinde, onu meşrulaştırmanın felsefesini yapıyordu: "Fail de hak, meful de hak, beden itibaridir.."
Amel-iman münasebetlerinin gündeme gelişi de bu yüzdendi. Bunca zulmü, ahlâksızlığı ve sapıklığı icra eden yöneticileri başka türlü aklamak mümkün değildi. Onlar ancak böyle aklanabilirdi. "Dünyada hüküm verilmez" inancı da bu amaca hizmet ediyordu. Emr bi'l-ma'rufu fitne sayıp zulme karşı çıkanları "fitneci" olarak nitelendirenler zalim yöneticilerden bunun karşılığını atıyye-i şahane olarak fazlasıyla alıyordu.
Yönetimin icraatlarından şikayet etmeyi bile "Allah'ın takdirine karşı gelmek" olarak gören bu sapık inanç, yöneticilerin iltifatına ve desteğine mazhar oluyordu. Bunların dışında bir başka kesim de ses geçirmez kalın duvarlar arkasında "bir post bir dost" sloganını bayraklaştırırken, bütün bu olup biteni "cilve-i Rabbani" ve "tecelliyat-ı ilahi" sayıyorlardı. Bu kesimin "makam-ı hayret"e ulaşması için bunca kanın dökülmesi, bunca fıskın işlenmesi lazımmış gibi, onlar da yöneticiler gibi bu yapılanları "meratıp" atlamak için bir vesile sayıyorlardı.