Binali!!! Binali!!! Yıllar öncesinden bir anı, Binali. Taksim İntercontinental'in girişinde aynı cümle. "Patron" dediği, her ay yapmadığı işler için para aldığı Şiran'ı Kadıncıktan kurtarmaya çalışan, Binali. Sömürü düzeninin en galiz örneği pazarlamacılığın nimetlerinden kendisine her nasılsa düşeni her nasılsa tüketen Binali.
Güle beslendiği azotu hak etmek için ne yaptığı sorulur mu? Gül'dür, azot gerekmektedir, o kadar. Azot yoksa zaten gül de yoktur. O da o kadar. Dünya bir hayrattır. Çok doğru! Şiran kusa kusa kazanırmış, pazarlama elemanlarını sokağa her saldığında beline kadar soğuk terler döker, midesi tutarmış olgusunu usunun gündemine dahi almayan Binali.
Acımasız bir iklimin, daha da acımasız domdom kurşunlarının çocuğuydu. Dehası onu olmadık bir ilçenin, dokuz dersin altısı öğretmensiz geçen bir lisenin diplomasıyla, dul anası ve tek kardeşini taş tarlanın merhametine terkettirip, İTÜ elektronik laboratuvarına ışınladığında, talihine şükredecek hali yoktu.
Testiyi herşeye rağmen kırmamış, suya gidebilmiş olmayı da, olmamayı da rastlantısal olgular olarak değerlendirdiğinden, birinin ötekine üstünlüğü yoktu. Ne varlığa sevinen, ne yokluğa yerinen bir derviş ve tanrı tanımaz bir devrimciydi Binali.
Viva La Muerte! -
Sayfa 107
-