Gelenek ve Bilgi

Neden Altını Çizdim?
Bugün tasavvufla ilgili konuşulan şeylerin pek çoğu, önce anlamak, öğrenmek ve olabildiğince konuyu esastan ele almaktan ziyade, bir çırpıda kanaat sahibi olmak ve tespit edilen oldukça “somut sapmalar” (!) nedeniyle de genellemelerle itham etme yarışlarının sonucu gibi görünüyor. Öne sürülen gerekçelerin ilk bakıştaki sağlam delil ve mantık yapısı, bu genelleme gayretlerini başarılı da kılmıyor değil.
Bu hengâmede ziyan olan, İslam Tasavvufunun (adına takılmayın, İslam Ahlakı veya İnsan-ı Kâmil mücahedesi diyelim) yüzyıllardır sosyo kültürel etkilerle yerelleşmiş, ama diğer taraftan evrenselleşmiş olan “yaşantı tecrübesi” yanıdır. Nitekim üstünde tartışılırken heder edilen şey, teorik olarak bütünüyle “anlatılabilecek” ve “öğrenilebilecek” bir mefhum değil, “talip olunacak ve tecrübe edilecek” bir değerdir. O yüzden bu yolun büyüklerinin söylediği gibi, “Allah’a ulaşan yolların sayısı insanların nefesleri adedincedir”. Burada niyetim, tasavvufu, ezoterik olduğunu söyleyerek tartışmadan âri kılmak değil, bu tartışmalar nedeniyle İslam’ın en güzel cihetlerinden biri olan bir unsurdan mahrum bırakılan insanların, İslam tasavvufunun orada dimdik durduğunu ve talipleri için dopdolu bir miras sunduğunu bildirmektir.
Daha on yıl önce bile okumuşlar arasında s3ufilerin bu iddiasına cevap olarak -benim de işittiğim gibi- "Bir taş, minareller konusunda bir jeolog kadar uzman değildir pek" denildiğini işitmek alışılmadık bir şey değildi. Şimdi gülebiliriz belki, ama bu varsayımın (yani kendilerinden bir şey öğrenmek istenilen insanların bile o şeyin gerçekte ne olduğunun farkında olamayabilecekleri zannının) oyalanıp durduğu köşeler vardır. Durumun tamamen tersine döndüğünü söylemiyorum, fakat . . . Tasavvufi çalışma iştirak etme çalışmasıdır; hakkında bir şey öğreneceğiniz değil, size ders verecek bir şeydir . . . … Sanırım, yeni bilginin sunulmasının, onun parçalarının onun faaliyetine pek te uygun olmayan biçimlerde - kendi içlerinde ne kadar hayranlık verici olurlarsa olsunlar- ticarileştirilmesinden çok daha zor olduğu hatırlanmaya değer- devam ettirilmesi de öyledir. Oldukça seçkin psikologlar bile, beni rahatsız edecek kadar sık bir şekilde, hala 'çalışmak için bir parça Tasavvufi psikoloji' istiyorlar benden. Eğer arka plan eksikliğinden ötürü onunla çalışmanız mümkün olamıyorsa, o zaman bir parçası bir yana, bütünü bile tamamen yararsızdır -oyun oynamaya yaraması dışında. Bu eğilime ışık tutan bir hikâyeye göre, vaktiyle, bir dilenci vardı ve zengin bir adama giderek ondan bir fincan kahve parası istedi. Zengin adam dilencinin eline büyük miktar tutan bir banknot koydu: "Al bunu," dedi, "yirmi fincan kahveye yeter." Ve her birisi kendi yoluna gitti. Ertesi gün, zengin adam dilenciyi yine gördü ve ne yapmış olduğunu sordu. "Sen de, senin yirmi fincan kahven de uzak olsun benden." dedi dilenci tiksintiyle. "Dün gece gözümü bile kırpamadım onların yüzünden." İnsanlar sizi (Batıda çok sık bir şekilde yaptıkları gibi) tanımlayıcı olmayan birisi diye görüp kendilerine yukarıdan bakmakla suçladıklarında, hazırlanmak gerektiği gerçeğini bundan daha kolay anlatabilmek zordur...
İdris Şah - Yol'un Yolu - Sayfa 125

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
167
Baskı Tarihi
1996
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İnsan
Editörü
İDris Şah
Mütercimi
M. Ali Özkan
Orijinal Adı
a perfumed scorpion