Size (Lawrence'in) daha acayip bir hikayesini anlatacağım, bir falcı hikayesini:
Gene bir gün ikimiz de maşlahlı, at gezintisine çıkmıştık. Fırat'ı bir yakadan ötekine geçmek için kullanılan gemilerden birine girdik. Bu kaba, hantal, mavna omuzda bir tabut 1 kaime: kağıt para gibi döne kıvrıla ve gıcırdaya gıcırdaya, sırık kuvvetiyle nehri aşmaya çalışırken yanımdakinin meraklı olduğunu bildikleri için bize dediler ki:
"Şu kenarda bağdaş kurup oturan Arap iyi fala bakar."Lavrens "Çağır, yanımıza gelsin!" dedi. Bedeviye seslendim; fakat o, yerinden kımıldamadı, sert bir suratla cevap verdi:
"Siz buraya gelin!"
Ben kızacak oldum. İngiliz tınmadı, kalktı, sallanan gemide, esneyen ince tahtalardan aşarak falcının yanına gitti. Tabii, ben de arkasından.
Falcı yüzüme bakmıyordu bile ... Lavrens'in önüne sürdüğü mecidiyeye de elini sürmedi. Koynundan bir torba çıkardı, içi incecik kum dolu bir torbacık ... Bunu yere serdi, düzeltti, sonra şehadet parmağının ucu ile üzerine bir takım çizgiler çekmeye başladı. Çölde, fırtınalardan sonra gördüğümüz yılan derisi menevişleri gibi acayip, süslü, kararsız çizgiler. .. Dünkü gibi hatırımdadır, hem bunları çiziyor, hem de şöyle söyleniyordu:
"Kan! Gazve! Altın."
Lavrens, genç yüzünün taze neşesiyle dinliyor, gülümsüyordu.
"Ya Emir! Dökdüğün kan, yaptığın gazve, saçtığın altın Fırat gibi boşa akıyor."
Bedevi, birden elini kafasına götürdü:
"Bir çocuk sana bela getirecek. .. Başını koru!"
Ve parmağıyla alnının çatısını işaret ediyordu.
Vücudumda bir ürperme dolaştı; tekrar İngiliz'in yüzüne baktım: Hâlâ gülümsüyordu, fakat başka türlü, acı bir bükülüşle .. . O kadar ki falcının tesirinden kurtarmak lüzumunu duydum, usulcacık:
"Sizi bir aşiret emirinin oğlu sandı, ona göre bir şeyler uydurdu!" dedim.
Lavrens, Fırat'ın sonsuz boşluklar, kavruk tepeler arasından devrile devrile akan toprak renkli sularına dalmıştı. Neden sonra şu cevabı, verdi:
"Doğru bildi. Ben dünyadaki en büyük aşiret emirinin manevi oğluyum!"
Çadırdaki arkadaşlarla beraber söyleştik:
"Evet, doğru bilmiş. Lavrens, İngiliz kralının manevi oğlu idi. Döktüğü kan ve altın da boşa gitti!"
Hacı Kasım, acı kahvesinden bir yudum daha içerek itiraz etti:
"Fakat falcının kum üstündeki çizgilerden okuduğu alın yazısının son kısmı çıkmadı, daha alnının çatısı ikiye bölünmedi! "
(Lavrens, bir motosiklet kazası sonunda kafatası çatlamak suretiyle ölmüştü.)
Halep, 1936