Biz doğruyu söylemek için senden, yalan söylemek için de Allah'tan korkarız.

Muaviye, hiç de kolay olmayan Yezid'e biat işini bir an önce halletmek istiyordu. Ancak bu iş epey zor olacaktı. Çünkü Yezid'in nasıl biri olduğunu dost düşman herkes biliyordu. Bu sebeple dostlarını bile ikna etmesi zor oluyordu. Muaviye bu zor işi akla gelen her türlü yolu kullanarak başarmaya çalıştı. Bu cümleden olarak Hz. Ömer'in oğlu Abdullah'a 100.000 dirhem göndermişti. Hz. Abdullah bu parayı almayı reddederken şunları söylüyordu: "Bu paralar bana paha biçilmez kıymette olan dinimi çok ucuz bir fiyatla satmak için gönderilmiştir. Muaviye Medine valisi Mervan'a bir mektup yazdı: "Ben kocadım. Ölmeden, benden sonra devlet işlerini yürütecek bir veliahd belirlemek istiyorum. Halkın nabzını yokla. Bu konuda ne düşündüklerini öğren." Halkın cevabının müsbet olduğu haberini gönderen Mervan, bu kez veliahd olarak Yezid'in seçildiği talimatını alıyordu. Mescid-i Nebevî'de toplanan halka durumu şu sözlerle bildirdi: "Müminlerin Emiri sizin geleceğinizi düşünmek konusunda elinden gelen hiçbir gayreti esirgemedi. Nihayet kendisinden sonra yerine oğlu Yezid'i getirmeye karar verdi. Bu ona Allah tarafından ilham olunan çok iyi bir fikirdir. Müminlerin Emiri'nin kendi yerine veliahd atama fikri yeni bir şey değildir. Ebubekir ve Ömer de böyle yapmışlardır." Orada bulunan Hz. Ebubekir'in oğlu Abdurrahman ayağa kalkarak: "Ey Mervan, sen de yalan söylüyorsun, Muaviye de yalan söylüyor. Siz hiçbir zaman Muhammed ümmetinin iyiliğini düşünmediniz. Siz böyle yapmakla Kaysercilik (saltanat) yapmak istiyorsunuz. Biliyorsunuz ki bir Kayser ölünce yerine oğlu geçer. Hem bu yaptığınız iş Ebubekir'in ve Ömer'in sünneti değildir. Bilâkis Onların yoluna aykırıdır. Zira onların hiçbiri çocuklarım kendilerine veliahd tayin etmediler." dedi. Gerçekten de durum Abdurrahman b. Ebubekr'in dediği gibiydi. Bırakınız babadan oğula saltanat sistemini, Hz. Ömer, ilk halifenin seçimi sırasındaki oldubittiyi bile başkaları için gayrimeşru addediyordu. Bir gün hutbede İslâmî siyasetin temeli olan şûranın önemini vurgulayan şu sert konuşmayı yapmıştı: "Bana ulaştı ki sizden bazıları 'Ömer ölürse falancaya biat ederim' diyormuş. Sizden hiç kimse, Ebubekir'in hilâfetinin oldubittiye getirilişini bahane etmesin. Evet, o bir oldubittiydi. Ama Allah o acele sayesinde ümmeti büyük bir şerden korudu. Sizin içinizde Ebubekir gibi kendisine gözü kapalı boyun eğilecek kimse yoktur. "Kim müslümanların şûrası olmaksızın bir adama biat ederse, bu biat meşru sayılmaz. Biat eden de edilen de ölümlerini hazırlamış olurlar." Gerçek böyleyken hadise çarpıtılmaya çalışılıyordu. Mu¬aviye çeşitli illerin ileri gelenlerini sarayına çağırtarak onları ikna etmenin yollarını arıyordu. Ahnef b. Kays'ın da içlerinde bulunduğu bir heyette bu zatın niçin hiç görüş beyan etmediğini soran Muaviye, Hz. Ahnef'ten şu cevabı alıyordu: "Biz doğruyu söylemek için senden, yalan söylemek için de Allah'tan korkarız."
Mustafa İslamoğlu - İmamlar ve Sultanlar - Sayfa 81

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
248
Baskı Tarihi
Temmuz 2009
Yazılış Tarihi
1990
ISBN
978-975-550-004-9
Baskı Sayısı
17. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Düşün Yayıncılık
İnsanlar "kuru et yiyen bir kadının oğlu" olan bir Peygamber yerine, elmas taçlı, sırma kaftanlı bir "Peygamber" tasavvur ediyorlardı. Yalnız tasavvur etmekle kalmıyorlar, ömrü boyunca bunlardan nefret eden ve uzak duran Nebi´den geriye kalan hatırayı bu tasavvura uygun aksesuarlarla süslüyorlardı. Yani insanlar "bir kul gibi yeyip bir kul gibi yaşayan" bir peygambere inanmak yerine, tasavvurlarında kayser ve kisra´ya benzettikleri bir peygambere inanmayı yeğliyorlardı. Özetle insanlar "bir kul gibi yaşamak"tan daha çok "kayser ve kisra gibi yaşamaya" taliptiler.