Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
ISBN
9755393226
Baskı Sayısı
0. Baskı
İstenmeyen yağlar. Pahalı, butik sabunlar. Maaş çekleri, güzel bir ev, zarif mobilyalar. Yalnızlık ve yabancılaşma. Tüketimin susmayan arsız çağrısı. Yalanlar ve yalanlar. Nefret ve öfke.
İlk kez yayımlandığı 1996'dan beri bir yeraltı klasiği olarak anılan Dövüş Kulübü, yeni bin yılın eşiğinde geçen bir anti-ütopya öyküsünü anlatıyor. Yaşadığı hayattan nefret eden, ölüm düşüncesini saplantı haline getirmiş, insani yakınlığı kanser dayanışma gruplarında arayan genç bir adam.
Neden Altını Çizdim?
Bunlar romanın ilk cümleleri. Böyle bir başlangıç sizi daha ilk anda yakalayıveriyor.
Silahın Namlusu Gırtlağımın Dibine Dayalıyken
Tyler bana bir garsonluk işi buluyor, sonra ağzıma bir silah sokmuş ve diyor ki, sonsuza kadar yaşamak istiyorsan, ilk adım olarak ölmek zorundasın. Oysa Tyler uzun süre benim en iyi arkadaşımdı. Tyler Durden'ı duymuş muyum, insanlar durmadan bunu soruyorlar.
Silahın namlusu gırtlağımın dibine dayalıyken, Tyler diyor ki: "Gerçekten ölmeyeceğiz biz."
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
220
Baskı Tarihi
1998
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-437-042-7
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Hicret'in 15. asrına girdiğimiz şu yıllarda 'İslam bir inanç sistemi ve hayat nizamı olarak bütün dünyanın ilgisini çekmektedir. ''İslamın Bugünkü Meseleleri'' adıyla neşrettiğimiz eserde yazar, bu meseleyi sosyal ilimci gözüyle incelemişti. Bu kitapta ise, aynı metodla tasavvuf meselelerini ele almaktadır. Günümüzde tasavvuf Türk aydınının zihnini ne bakımlardan meşgul etmektedir? Çağımızın tarih, felsefe, sosyoloji-psikoloji bilgileri hesaba katıldığında, tasavvuf üzerinde nasıl bir değerlendirme yapılabilir? Tasavvufi düşüncenin geleceği ne olabilir? Tasavvufun İslam'daki yeri nedir?
Şeyh-i Ekber - Şeyh-i Ekfer
Muhyiddin İbni Arabi'nin getirdiği bir başka yenilik, daha önce kısmen Hallâc, Şiblî, Tüsterî vb.lerinde gördüğümüz bâtınî yorum metodunu son haddine vardırmasıdır. Hallâc'dan, İsmailîler'den, Yunan filozoflarından aldığı kavramları İslâm'a uygulamak için dinî metinleri (Kur'ân ve hadîs) öyle zorlamıştır ki, Muhyiddin'in yorumundan sonra artık onları tanıma imkânı bulunamaz. Bu haliyle onun meşhur allegorik Tevrat yorumcusu Filon'a çok benzediği muhakkaktır, fakat bu tesiri hangi kanaldan aldığı tesbit edilmiş değildir. Muhyiddin Kur'ân'a ondan bir mânâ çıkarmak üzere bakmaz; çünkü oradan herhangi birşey öğrenecek değildir. Kavramlar kendi kafasında önceden mevcuttur. Kur'ân'ın ifâdesini kendi kafasındaki kavramlara uyduracak şekilde eğip büker. Esasen onun sisteminde her tecellînin bir zahiri, bir de bâtını vardır; zahiri herkes görmektedir, ama bâtını ancak velîler çözebilir.
İbni Arabî felsefî görüşlerini dine uygulamaya kalkışmasa bu derecede şöhret ve tesir kazanamazdı. Nitekim onunkine benzer bir panteizmi savunan İbni Seb'în'in fikirleri çok dar bir çevrede kalmıştır. Muhyiddin bütün fikirlerine dinî yorumlar getirdiği için herkesi meşgul etmiş, dostlarından daha çok düşman kazanmıştır. Muhakkak ki dinin özüne dönerek Peygamber'in getirdiği saf haliyle müslümanlığı yaşamak gerektiğine inananlar onun için aşırı te'lifçi birini şiddetle reddedeceklerdi. Buna karşılık Muhyiddin sûfî çevrelerinde büyük üstâd sayıldı ve etrafında âdeta bir kudsiyet hâlesi peyda oldu. Sûfîler ona "Şeyh-i Ekber" (En büyük şeyh) adını verdiler; selefiyeci Müslümanlar ise "Şeyh-i Ekfer" (En kâfir şeyh) olduğuna karar verdiler.
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
220
Baskı Tarihi
1998
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-437-042-7
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Hicret'in 15. asrına girdiğimiz şu yıllarda 'İslam bir inanç sistemi ve hayat nizamı olarak bütün dünyanın ilgisini çekmektedir. ''İslamın Bugünkü Meseleleri'' adıyla neşrettiğimiz eserde yazar, bu meseleyi sosyal ilimci gözüyle incelemişti. Bu kitapta ise, aynı metodla tasavvuf meselelerini ele almaktadır. Günümüzde tasavvuf Türk aydınının zihnini ne bakımlardan meşgul etmektedir? Çağımızın tarih, felsefe, sosyoloji-psikoloji bilgileri hesaba katıldığında, tasavvuf üzerinde nasıl bir değerlendirme yapılabilir? Tasavvufi düşüncenin geleceği ne olabilir? Tasavvufun İslam'daki yeri nedir?
İbni Arabi'nin Verdiği Zararlar
Muhyiddin İbni Arabî tasavvufun eski ahlâkî muhtevasını metafizik muhteva ile değiştirmekle kalmadı; onu büsbütün ahlâkî muhtevadan mahrum bırakacak bir yola girdi. Panteizmin varlık anlayışı sünnî İslâm doktrininin varlık anlayışına zıt olduğu için, bu iki sistemin getirdiği ahlâk da birbirine zıttır. İslâm'ın gerek ahlâk, gerek kazâ ve kader teorisi Allah ile insan arasında ayrılığa dayanır. İslâm'ın tevhîd akidesi Allah'ın birliğini hedef almaktadır, yoksa varlığın birliğini değil. Muhyiddin "fena" (Allah'da yok olmak) doktrinini izah ederken, sûfînin Allah'la bir olamayacağını, çünkü zaten ondan başkası olmadığını söylüyor. Ahlâk insanlar için sözkonusudur ve dinî ahlâk Allah'ın kulları için koyduğu emir ve yasaklara dayanır. Gerçi Muhyiddin normatif ahlâkın lüzumlu olduğunu söylemektedir, ama bu ahlâk normlarına uymak için ciddî bir sebep mevcut değildir. Ahlâkımızın sorumlusu biz değiliz, çünkü bizim fillerimizin yaratıcısı biz değiliz. Esasen biz ve O diye bir ayırım yapmaya imkân yoktur. Bir insan işlediği fiilin "kul" olarak sorumluluğunu alabileceği gibi, bu sorumluluğu tamamen öz cevherine, yani Allah'a ait gösterebilir. Muhyiddin'in sisteminde bunların ikisi de pekâlâ mümkündür. Ahlâk onun için önemli bir mesele değildir; eski sûfîler hep normatif ahlâk meseleleriyle uğraşmış, yani insanlara iyi ahlâkın ne olduğunu anlatmaya çalışmışlarken, Muhyiddin sâdece ahlâkî davranışın metafizik mekanizmasıyla ilgilenmiştir.
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
220
Baskı Tarihi
1998
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-437-042-7
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Hicret'in 15. asrına girdiğimiz şu yıllarda 'İslam bir inanç sistemi ve hayat nizamı olarak bütün dünyanın ilgisini çekmektedir. ''İslamın Bugünkü Meseleleri'' adıyla neşrettiğimiz eserde yazar, bu meseleyi sosyal ilimci gözüyle incelemişti. Bu kitapta ise, aynı metodla tasavvuf meselelerini ele almaktadır. Günümüzde tasavvuf Türk aydınının zihnini ne bakımlardan meşgul etmektedir? Çağımızın tarih, felsefe, sosyoloji-psikoloji bilgileri hesaba katıldığında, tasavvuf üzerinde nasıl bir değerlendirme yapılabilir? Tasavvufi düşüncenin geleceği ne olabilir? Tasavvufun İslam'daki yeri nedir?
İbni Arabi'nin elinde dinden ayrışan tasavvuf
İbni Arabi’nin /../ düşüncesi hem İslâm tasavvufunda, hem bütünüyle İslâm düşüncesinde çok derin izler bırakmış, bilhassa tasavvufta büyük bir dönüm noktası olmuştur. Buna karşılık getirdiği yenilikler dolayısiyle gerek sünnî ulemâ gerek bazı sünnî süfîler tarafından sert tenkitlere uğramıştır. Gerçekten, onun panteist felsefesi o zamana kadar esas itibariyle ahlâkî ve psikolojik neticelerle ilgili olan tasavvufu bir metafizik sistem hâline getirmiş, böylece süfılik kendi başına hakikatler peşinde gezmek itibariyle dinden ayrı bir sistem olmuştur. Bu noktada Muhyiddin İbni Arabî, Gazâlî’nin zıt kutbunu temsil etmektedir. Gazâlî’de tasavvuf, Kur’ân ve Sünnet’in getirdiği hakikati sübjektif tecrübe hâlinde yaşamanın bir yolu idi; Muhyiddin’de Kur’ân ve Sünnet hakikatin ancak bir parçasıdır ve sûfî kendi başına hakikatlere erebilen insandır. Nitekim Muhyiddin’in İslâm’a bakışı yirminci yüzyılda "ebedî felsefe" denen görüşe mensup batılı mütefekkirlerin bakışına benzemektedir. Bunlara göre İlâhî hakikat tarihin çeşitli devrelerinde çeşitli yerlerde, muhtelif kimseler tarafından tebliğ edilmiştir. Hazret-i Muhammed’in tebliği hakikattir, ama meselâ Buda’nın, Konfiçyüs’ün vb. tebliğleri de hakikattir.
Avatar - Son Hava Bükücü (The Last Air Bender)
M. Night Shyamalan tarafından çekilen, 2010 yapımı Avatar: Son Havabükücü isimli çizgi serinin uyarlaması olarak tasarlanan üçlemenin ilk filmi'dir. Nickelodeon ve Paramount Pictures tarafından yapılmıştır. Aslında üçlemenin isminin serininki ile aynı olması planlanıyordu. Ama James Cameron'ın yönettiği 2009 yapımı, üç boyutlu bilim kurgu filmi Avatar la olan isim benzerliği sebebiyle Shayamalan, üçlemenin adından "Avatar" kelimesini çıkarmış ve üçlemenin adını da "Son Hava Bükücü" olarak değiştirmiştir.Senaryo yazımında serinin yaratıcıları Michael Dante DiMartino ve Bryan Konietzko Shyamalan'ı yalnız bırakmamışlar ve Senaryoyu birlikte hazırlamışlardır.Yaratıcıları seriyi senaryo'ya dönüştürürken ana karakter Aang'i geliştirip, daha aktif ve cesur bir karaktere dönüştürmüşlerdir. Orijinal seri'de üç sezon boyunca yaşanan olaylar toplamda dokuz ayda yaşanırken, üçleme'deyse üç yıl'da yaşanacak. Seriyle filmin arasındaki başka bir fark, Aang ve Iroh'nunkiler gibi isimlerin İngilizce yerine orijinal Asya fonetik okunuşlarıyla okunması.Bu filmi seriye göre daha gerçekçi kılıyor.Filmde serinin aksine ateş bükücülerin çoğu kendi ateşlerini yaratamaz, yalnızca Iroh,Zuko ve bazı ileri seviye ateş bükücüler kendi ateşlerini yaratabilmekte.Ve Avatarlar'ın aile kurmaları'nın imkansız olması Zuko ve Azula'nın Avatar Roku'nun torunları olmasını imkansızlaştırıyor.Filmde Roku Ruhlar dünyası'nda Aang'e (tıpkı dizide Zuko'ya rüyasında göründüğü gibi) Ejder formunda görünüyor.
2009 Mart'ında çekimlerine başlanan filmin oyuncuları ise çoğunlukla yeni yüzlerden oluşuyor. Üçleme olarak tasarlanan projeye Paramount Pictures 350 milyon dolarlık bir bütçe ayırdı. 2011'de ikinci ve 2012'de üçüncü filmin tamamlanması planlandı. Üçlemenin ilk filmi olarak düşünülen ilk film serinin ilk sezonunu kapsıyor.Film dört ayda 318 milyon dolar hasılat elde etmiştir.
Mar Adentro (İçimdeki Deniz)
İçimdeki Deniz (İspanyolca özgün adıyla Mar adentro), yönetmenliğini Alejandro Amenábar'ın üstlendiği, dram türündeki 2004 yapımı İspanyol filmi. Senaryosunu Mateo Gil ve Alejandro Amenábar'ın birlikte yazdığı film, 28 yıl önce geçirdiği kaza sonucu tetraplejik durumda olan Ramón Sampedro adlı eski bir gemi makinistinin ötenazi isteğini ve hayatının son dönemlerini konu almaktadır.
Filmin ana karakteri tamamen Sampedro'yu oynayan Javier Bardem bu rolü ile Venedik Film Festivali'nde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü; film ise 77. Akademi Ödülleri ve 62. Altın Küre Ödülleri'nde En İyi Yabancı Film ödülleri ile Goya Ödülleri'nde ise 14 farklı dalda ödül kazanmıştır.
Özgürlük..
Biçimsiz ve bozulmuş bir bedenin bekçisi olan bir insan için, yani benim için, saygınlık nedir? Ben, hayatı, özgürlüğü; seven çoğu insan gibi, yaşamanın bir hak olduğuna, ama bir mecburiyet olmadığına inanıyorum.[Ramon Sampedro]
Mar Adentro (İçimdeki Deniz)
Vesikalı Yarim
Vesikalı Yarim, 1968 yapımı siyah-beyaz Lütfi Akad filmi. Hüzünlü bir aşk hikâyesini anlatan film, özgün sinema diliyle, Türk sinemasının klasiklerinden sayılmaktadır.
Film, manav Halil'le pavyon şarkıcısı Sabiha'nın aşk öyküsünü doğal ve çarpıcı diyaloglarla anlatır. Dönemin diğer Türk filmlerine göre karakterler ve olaylar, gerçeğe daha yakındır. Film, Türkân Şoray'ın 1958 de başladığı sinema hayatında 1967 yılında çevirdiği Ana filmiyle aldığı ödülden sonraki ikinci büyük ödül aldığı filmdir ve oyuncunun gelecekte hem Türk sinemasının en iyi oyuncularından biri, hem geniş hayran kitlesine sahip bir yıldız olacağının işaretlerini taşır.
Filmin akılda kalıcı unsurlarından biri de, Şükran Ay'ın seslendirdiği şarkılardır. Özellikle, finalde çalan Kalbimi Kıra Kıra şarkısı, filmle özdeşleşmiştir.
Önemli özelliklerinden biri güçlü diyalogları olan filmin kimi replikleri de klasikleşmiştir. Bunların belki de en bilineni, Sabiha'nın Halil'e söylediği ve ilişkilerinin imkânsızlığını vurgulayan, "Çok eskiden rastlaşacaktık." cümlesidir.
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
358
Baskı Tarihi
Nisan 2001
Yazılış Tarihi
1954
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
Turan Alptekin
Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
96
ISBN
9758180746
Baskı Sayısı
9. Baskı
Necip Fazıl Kısakürek'in tiyatro eseri.
İstemek
"Senin mi hiçbir dileğin yok? Sen mi hiçbir şey istemiyorsun? madenini, ihtiras, merkezine kadar pasa boğmuş... Sakın onları sileyim deme; kül gibi dökülür, gidersin. Sen, yalnız istiyorsun, istiyorsun... İsteye isteye bu hale geldin; ya isteye isteye kurtulacak, yahut duvarda bir böcek lekesi gibi silinip gideceksin. İstiyorsun, hudutsuz istiyorsun; istemek için doğdun. Bulamamak yüzünden de öleceksin. Bir bulduğun zaman, bin istiyorsun. Zaten bulduğun şeyin sence ne kıymeti var? Sen bulunmayacak şeyi istiyorsun. Dünyaların görmediği kadını, lisanların bilmediği cümleyi, kasaların almadığı serveti, başbuğların tatmadığı nüfuzu istiyorsun. Bunlar yine hiçbir şey değil... Sen bilmek istiyorsun; felâket orada ki, bilmek istiyorsun. En uzak maddenin en silik atomundan, en çelimsiz insanın en belirsiz hareketine kadar, eşya ve hâdiseleri saran kanunu bilmek istiyorsun. Başı önünde, tevekkül ve teselli içinde akan insan zincirinin herhangi bir halkası olmaya razı değilsin. Bu zincirin ilk ve son halkasını ele geçirmek, birbirine bitiştirmek istiyorsun. Halbuki sıfır, sıfır!.. Elinden hiçbir şey gelmiyor. Zira hudutluya sığmıyor, hudutsuzu da dolduramıyorsun. Böylece dolduramadığın hudutsuza karşılık, sığamadığın hudutlu, seni hükmü altına alıyor. Uçmak dilerken, yürümeni şaşırıyorsun. Krallara iradeni telkin etmek yerine, çöpçülerin nüfuzu altına giriyorsun."
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
240
Baskı Tarihi
Ocak 2006
ISBN
975-352-015-8
Baskı Sayısı
8. Baskı
Mütercimi
Abdi Keskinsoy
İslam'ın İlkeleri
Allah Teâlâ koleksiyon misali biriktirip Medine'ye hicretle devletlerini kurar kurmaz tatbik etsinler diye müslümanlara Mekke'de hukuk ve nizam prensipleri vaz'etmeyi istememiştir. Bu, İslâm dininin özelliklerinden değildir. İslâmiyet ilk planda uygulanabilirliğe ve ciddiyete değer verir. Bu din teorik çözümler önermek için varsayımlara dayanan problemler üretmez. Bu din Allah Teâlâ'nm şeriatına bütün yönleriyle ve gönül rızasıyla teslim olmuş, onun dışındaki tüm düzenleri reddeden pratik bir toplum ortaya çıktığında büyüklüğü, şekli, bağlantıları ve şartları muvacehesinde değerlendirmek suretiyle o toplumun gündelik yaşantısını, pratiğini, dünya ve ahiret hayatını yine büyüklüğüne, şekline, bağlantılarına ve şartlarına uygun bir hukuk esasına dayandırır.
İslâmiyet'in hususiyetini ve Allah Teâlâ'nm emri doğrultusunda pratik hayatla ilgili tutumunu kavrayamayanlar; ortada, inandığı nizamı benimseyip tatbik edecek, Allah'ın indirdikleriyle (şeriatla) hükmedecek ve onun dışındaki diğer tüm sistemleri reddedecek bir toplum yokken İslâmiyet'ten pratik hayata ilişkin yasalar, sosyal düzen formları ve teoriler üretmesini beklemekte ve İslâm'ın bu şekilde olmasını istemektedirler.