âlim

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
191
Baskı Tarihi
1995
Yazılış Tarihi
1953
ISBN
975-8068-00-8
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
Ankara
Yayın Evi
Bilgi Vakfı Yayınları
Mütercimi
Mehmet Akif Ersin
Orijinal Adı
Muhammed at Mecca
Ben şahsen, Muhammed'in, kendisine vahiy olarak gelen şeyin kendi bilincinin ürünü olmadığına inanmakta samimi olduğuna Kani oldum. Hz. Muhammed'in gerçekten bir peygamber olduğuna inanıyor ve biz hıristiyanların, 'Onları meyvelerinden tanırsın' anlamındaki hıristiyan prensibi gereğince bunu kabul etmeleri gerektiğini düşünüyorum. Çünkü asırlar boyunca İslam, birçok üstün ve zühd sahibi insan yetiştirmiştir. Eğer O (Muhammed) bir peygamberse, o zaman Kutsal Ruhun peygamberler vasıtasıyla konuştuğuna dair hıristiyan doktrinine uygun olarak da Kur'an'ın ilahi kaynaklı olduğu kabul edilmelidir.
Neden Altını Çizdim?
Bizim kitabımız hakkında batılı ilim adamlarının vukufiyetleri hem şaşırtıcı hem can yakıcı...

Din Gelişen Bir Şey Midir?

Batılı alimler, bir çok nedenden dolayı, Kur'ân'ın çeşitli bölümlerinin ne zaman vahyedildiğine dair, en azından, kabaca bir fikir edinmenin yararlı olacağını düşünürler. Bu, onların müslüman cemaatin büyüyüp yeni ve farklı ihtiyaçlarla karşı karşıya kaldığında Kur'âni mesajdaki vurguların nasıl değiştiğini incelemelerine imkan tanır. Batılı alimler için bugün bir dinde yaşayan, büyüyen ve dolayısiyle değişen ya da -onların tercih ettikleri bir ifadeyle- gelişen bir şeyler görmek bilinen bir hakikattir. Hz: Muhammed'in dönemindeki Araplar için değişim nefret uyandıran bir şeydi ve gerçek olan şey değişmeyendi. Değişime karşı duyulan bu tür bir hissiyat İslam'da da varlığını devam ettirdi ve bugün bile çok az müslüman kendi dinini gelişen bir şey olarak düşünmeye hazırdır. 19'uncu Yüzyılda, Sir William Muir ve Hubert Grimme gibi Avrupalı alimler Kur'ân'ın kronolojisini çıkarmaya çalıştılar. Bunların en başarılısı Theodor Nöldeke idi.4 Geleneksel `esbab-ı nüzul'den elde edilen malzemeleri kullanarak; erken döneme ait olduğu kabul edilen 'sürelerin kısa âyetli, geç döneme ait olduğu düşünülenlerin de uzun âyetli olduğunu gözlemledi. Sonunda, âyetlerin ortalama uzunluğuna göre, kısaların erken dönemde, uzunların geç dönemde, orta uzunlukta olanların da orta dönemde indiğine dair kabaca bir belirleme yaparak bir sürenin tarihinin tesbit edilebileceğine ilişkin teoriyi ortaya attı. Müslüman alimler süreleri Mekki ve Medeni olarak ayırmışlardı (yani Hicretten önce ve Hicretten sonra); fakat Nöldeke, Mekke dönemini de kendi içinde üçe ayırdı. Bu dört dönemin her biri içinde her süreye belirli bir yer tayin etti; böylelikle aslında tüm Kur'ân"ı yeniden düzenledi. Nöldeke'nin Kur'ân tarihlemesi Batılı alimler arasında geniş bir kabul görmüştür.

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
406
Baskı Tarihi
Haziran 2007
ISBN
9944-125-12-1
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
Gaziemir / İzmir
Yayın Evi
Kaynak Yayınları
Editörü
Şeref Yılmaz
Yazan: AHMED ŞAHİN Yazı Kaynağı: Zaman Gazetesi, Ailem Eki, Sayı: 228 Çileli bir devrin hikayesini Ali Ulvi Kurucu merhumun hatıralarından okumak büyük bir şans. Hayatını tamamen ilme adamış yüksek bir kâmet olan merhum Kurucu, hatıralarıyla da irşad vazifesini yerine getiriyor.

Fatih camii imamı!

Eğinli Hacı Hafız Hasan Efendi, dört yaşında yetim kalıp kasap olan dayısıyla İstanbul'a gelmişti. Mahalle mektebini ve hâfızlık mektebini bitirip hafız olmuş, şeyhülkurra vekili olmuş, Vakde Camii'ne imam olmuş, son olarak Fatih Sultan Camii'nde ikinci imamlık ediyormuş. Bu tarihte Medine'ye hicret etmiş. Devir, Sultan İkinci Abdülhamid zamanıdır. Kendisi: "Arkadaşlar, derdi, bu gözler neler gördü. Onun için Türkiye'nin bugünkü acıklı manzarasını görmek beni ağla­tır. Dayanamam. Görsem, perişan olurum, kendimden geçerim, O zamanla ilim hayatını, şahidi olduğu bir hadiseyle birlikte şöyle anlatmıştı: Fatih Camii'nin namazda ilk beş altı safını ulema, müderris­ler teşkil ederdi. Onların arkasında talebeler saf tutardı. Cami beyaz sarıklarla papatya bahçesi gibi olurdu... Ben imam vekili idim. Baş imam vefat etti. Benim imam tayin olunmam beklenirken, nereden iltimaslı ise başka bir zat geldi. Fakat âlim olmadığı belliydi.­ Bir sabah namazım kıldırırken, yeni gelen imam yanıldı. Feth ettiler alamadı. Birkaç kere de ben feth ettim; yine alamadı, becerip toparlayamadı, yanlış okudu. Cemaatin ön safında meşhur Tikveşli Hoca da bulunuyordu. Alimler âlimi, sultanül ulema, günün reisül uleması... Hoca son derece heybetli, gür sesle, saltanatlı, büyük bir âlimdi. İmam selâm verdi, namazı bitirdi. Halbuki yanlış okumuştu... Selâm verdikten sonra, arkaya dönüp bana, yaptığı yanlışla ilgisi olmayan başka bir şeyi sordu: "Hacı Hafız Efendi, buradaki mâ, nâfiye miydi, mevsûle miydi?" Ben cevap vermeden, Tikveşli Hoca Efendi, hiddetli bir sesle müdahale etti: "Efendi, senin ilimle, nâfıyeyle mevsûleyle ne işin var! Gü­neş doğacak, bu kadar insanın vebali var! Kalk! İnna a'teynâ ke'l-kevser, kıldır şu namazı, güneş doğacak! Baktık imam ertesi gün gelmedi. İstifa etmiş...

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
384
Baskı Tarihi
2005
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-00125-1-8
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Doğu Kütüphânesi
Editörü
Halil Açıkgöz
Bu kitabın yazarı aslında Halil Açıkgöz ancak altını çizdiğimiz tüm satırlar Cemil Meriç'e ait olduğundan yazarı Cemil Meriç olarak girdik.
Neden Altını Çizdim?
İlim sahibi olmadan irfan sahibi olabileceğini sanan çakma ariflere ve irfan sahibi olmadan ilminin kıymet-i harbiyesi olmayacağını göremeyen sözde alimlere ithaf olunur...

İlim ve İrfan

İslâmda âlim olmayan ârif, ârif olmayan âlim olamaz.