"Şey vardır" dediğimizde -ki bu en genel anlamıyla bizim kendisine vardığımız, bir biçimde insan olarak değdiğimiz, kısaca muhatab olduğumuz şeydir-, sahneye bir'den çok'a giden varolanlar dökülür. Burada ikinci bir soru ortaya çıkar, "Şey var ise onu nasıl bilebilirim?" Birinci durum varlık bilimini/ontoloji'yi yaratırken, ikinci soru, bilgi bilimini/epistemoloji'yi devreye sokar: İnsan nasıl bilir, yetileri nelerdir, vb... Son sorun daha ciddidir: "Var-olan benim bildiğim şeyi, ben-olmayan hemcinslerime nasıl anlatabilirim?" Bu sorun, bilginin kesinlik'ini sağlayacak yapıyı inşa etmeyi zorunlu kılar; buna düşünce-bilimi/mantık, dil ya da yöntem denilmesi içeriği değiştirmez. Burada önemli olan, bilgi'nin ötekini ikna edecek, paylaşmayı olanaklı kılacak, hatta ilzam edecek bir doğa kazanabilmesi için, insan bireyleri arasındaki en ortak zemine işaret etmektir. İlginçtir, bu biçimdeki bilginin kesinliğinin kaynağı, tarihî dönemlerdeki güçlü eleştiriler nedeniyle, büyük oranda, dışarıda bulunduğu varsayılan bir üst-dile (Tanrı'nın ilmi, faal akıl, idealar dünyası, tümel, vb...) onaylatılarak sağlanmaya çalışılmıştır. Çünkü, tekrar etmekte yarar var, bu tür bir bilgi sırf kendisi için değil, bizatihi kendisine göre eylemek, yaşamak için talep edilir; işte felsefenin/ philosophia'nın kadîm gelenekteki anlamı budur: Belirli bir tür bilgi elde etmek ve ona göre eylemek.
Işk imiş her ne var Alemde İlim bir kil ü kal imiş ancak - Fuzulî ne demek istedi? -
Sayfa 24
-
Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
147
Baskı Tarihi
2011
Yazılış Tarihi
2011
ISBN
978-975-8740-90-1
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
Semih Atiş
Bu kitabın amacı İslâm-Osmanlı-Türk entelektüel tarihine ilişkin bir okumanın nasıl yapılabileceğini bir beyit üzerinden göstermeye çalışmak; edebî ve meşhur bir beyit olduğu için de, elden geldiğince, geniş bir kesimle irtibat kurabilmektir.