Roman Tekniği

Umumî mânâsile romanın temeli hayattır. İyi roman, içinde, ağaç, insan, hâdise, her şey, canlı ve doğru, sade ve tabiî olan romandır. İyi bir romancı, daima hayata bakan, kendi hayalhanesinin eciş bücüş, sakat ve sun'î gölgelerini hakikî insan tipleri yerine koymıyan, görmesini, sezmesini ve anlamasını bilen adamdır. Bu, işin mevzu tarafıdır. Teknik tarafında, görmek, sezmek ve anlamak şarttır; fakat kâfi değildir, vücutça Hercule gibi kuvvetli bir adam tasarlayınız ki orta bir pehlivana yenilir, çünkü pehlivanlık tekniğinde kuvvetli olmak şarttır; fakat kâfi değildir; bir şeyler bilmek daha lâzımdır. Eğer hayattaki hâdiselerin kendi sıralarını, kendi nizamını olduğu gibi yazmağa kalkarsak, roman hayata benzediği halde ölü olur; nitekim o Hercule gibi kuvvetli adamda adalelerindeki kuvveti en tabiî ve insiyaki bir akışla harcıyarak düşmanile güreşecek olursa kuvvetten düşer ve yenilir. Demek ki evvelâ mevzuumuz olan hayat vak'alarını tabiî sırasile yazmakta ısrar etmiyeceğiz. İcap ederse bazı vak'aları feda edip hiç yazmıyacağız; onları az lüzumlu ve fazla addeceğiz; hadiselerin kronolojik sırasını değiştireceğiz, yani vuku tarihleri itîbarile tesellsül etmelerini itibara almıyacağız. Demek evvelâ bir "tercih", sonra da bir "takdim ve tehir" yapacağız. Fakat bazı hayat vak'aları vardır ki tabiî sıraları, roman tekniğine de uygun gelir. Bunları küçük bir tadil ile, hatta olduğu gibi almak mümkündür. Yalnız bunların çok nadir olduklarını unutmıyalım. Neden hayatın kendi tertibi kronolojik nizamile, romanın tertibi ve nizamı ayrılıyor? Çünkü ne kadar mufassal olursa olsun, en büyük bir roman bile bir hulâsadır. Bir insanın değil, bir karıncanın bile bütün hayatını her anına varıncaya kadar yazmak lâzımgelse yüz cilt yetişmez. Bir hayatı hulâsa etmek için kendi terkibinden ayrı yeni bir terkibe sokmak lâzım geliyor. Romanı yazmadan evvel bir plân yapacağız. Bu plân, birkaç insan hayatının ve mukadderatının birleştikleri, başlı başına bir vak'a teşkil ettikleri noktanın etrafında kurulur. Yani bahsettiğimiz serserile o kadın arasındaki münasebet, romanın sıklet merkezidir. Bu merkezden uzaklaştıkça teknik zayıflamağa başlar. Mevzua en canlı ve en kısa yoldan gireceğiz. Meselâ açlıktan kurtulmak için iş arayan kahramanımızın o kadına tesadüf edinciye kadar geçirdiği heyecan safhalarının veciz bir hikâyesile romana başlarız. Romanda her zaman müşahhastan mücerrede doğru gitmek lâzımdır. Yani evvelâ hayat ve hareket, sonra muhavere, daha sonra tasvir, en sonra tahlil ve izah... Böylece, romanın her safhası, her küçük parçası, hayattan mefhuma doğru derece derece yükselmelidir. En büyük hata, mefhumdan hayata, mücerretten müşahhasa doğru gitmektir.
Peyami Safa - Sanat-Edebiyat-Tenkit - Sayfa 205

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
324
Baskı Tarihi
1999
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Bir sanat eseri, yaratıldığı devre göre ve o devrin hassasiyetini, zevkini ve anlayışını en iyi ifade ettiği için mi değer kazanır? Yoksa o devri aşan, her zaman için taze, hatta her zaman yeni güzelikleri keşfedilen ebedi değerlere mi sahiptir? Başka ve daha kestirme bir deyimle, bir eserin, bilhassa bir şaheserin değeri "tarihi" midir, "ebedi" mi? Batıda bu mesele çok münakaşa edilmiştir. Geçen asrın büyük Fransız tarihçisi ve filozofu Ernest Renan "İlmin Geleceği" adlı meşhur eserinde tarihi görüşü savunur. "Mutlak bir hayranlık daima sathidir.