Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
456
Baskı Tarihi
2016
Yazılış Tarihi
2016
ISBN
9786055029630
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kolektif Kitap
Editörü
Öykü Özçinik
Mütercimi
Poyzan Nur Taneli
Orijinal Adı
Homo Deus: A Brief History of Tomorrow

Hayvanlardan Tanrılara Sapiens kitabıyla insan türünün dünyaya nasıl egemen olduğunu anlatan Harari, Homo Deus'ta çarpıcı öngörüleriyle yarınımızı ele alıyor. İnsanlığın ölümsüzlük, mutluluk ve tanrısallık peşindeki yolculuğunu bilim, tarih ve felsefe ışığında incelediği bu çalışmasında, insanın bambaşka bir türe, Homo deus'a evrildiği bir gelecek kurguluyor.

Yola "önemsiz bir hayvan" olarak çıkan Homo sapiens, tanrılar katına ulaşmak uğruna kendi sonunu mu hazırlıyor?

Serbest piyasa kapitalizmi

Serbest piyasa kapitalizmi, sebep olduğu kaygıları büyük ölçüde yatıştırma gücüne sahip olduğu için bu kadar yaygın bir ideoloji hâline geldi. Kapitalist düşünürler durmadan bizi telkin etti: “Merak etmeyin her şey yoluna girecek. Ekonomi büyüdüğü sürece piyasanın görünmeyen eli her şeyin çaresine bakacak.” Böylece kimse ne olduğunu, nereye gittiğimizi anlamadan göz açıp kapayıncaya kadar büyüyen, gözü doymayan bu kaotik sistem kutsandı.

 (Komünizm de büyümeye inanıyordu ama bir farkla: Kaosu engelleyebileceğini ve devlet planlamasıyla büyümeyi kontrol edebileceğini iddia ediyordu. Fakat ilk etapta başarılı olsa da serbest pazar karşısında tutunamadı.)


Türü
Roman
Sayfa Sayısı
339
Baskı Tarihi
1999
Yazılış Tarihi
1995
ISBN
978-975-510-928-2
Baskı Sayısı
11. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Can Yayınları
Mütercimi
Aykut Derman
Orijinal Adı
Ensaio Sobre a Cegueira
Körlük, 1998 yılı 'Nobel Edebiyat Ödülü' sahibi Portekizli yazar Jose Saramago'nun son yıllarda yazdığı en etkileyici kitap. Araba kullanmakta olan bir adam, yeşil ışığın yanmasını beklerken ansızın körleşir. Körlüğü, başvurduğu doktora da bulaşır. Bu körlük, bir salgın hastalık gibi bütün kente yayılır; öldürücü olmasa da tüm ahlaki değerleri yok etmeyi başarır. Toplum, görmeyen gözlerle cinayetlere, tecavüzlere tanık olur. Ayakta kalabilenler ancak güçlü olanlardır. Koca kentte körlükten kurtulan tek kişi, göz doktorunun karısıdır.

Körlük biraz da bu, hiçbir umudun kalmadığı bir dünyada yaşamak

aslında körlük biraz da bu, hiçbir umudun kalmadığı bir dünyada yaşamak...
 


Türü
Roman
Sayfa Sayısı
339
Baskı Tarihi
1999
Yazılış Tarihi
1995
ISBN
978-975-510-928-2
Baskı Sayısı
11. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Can Yayınları
Mütercimi
Aykut Derman
Orijinal Adı
Ensaio Sobre a Cegueira
Körlük, 1998 yılı 'Nobel Edebiyat Ödülü' sahibi Portekizli yazar Jose Saramago'nun son yıllarda yazdığı en etkileyici kitap. Araba kullanmakta olan bir adam, yeşil ışığın yanmasını beklerken ansızın körleşir. Körlüğü, başvurduğu doktora da bulaşır. Bu körlük, bir salgın hastalık gibi bütün kente yayılır; öldürücü olmasa da tüm ahlaki değerleri yok etmeyi başarır. Toplum, görmeyen gözlerle cinayetlere, tecavüzlere tanık olur. Ayakta kalabilenler ancak güçlü olanlardır. Koca kentte körlükten kurtulan tek kişi, göz doktorunun karısıdır.

Papaz giysisi giymekle papaz olunmaz

Papaz giysisi giymekle papaz olunmadığı gibi, eline asa almakla da kral olunmaz, bu gerçeği hiç unutmamak gerekir.

Krallık asasını şu anda muhasebeci körün taşıdığı bir gerçek, ama insanın dilinin ucuna, ölmüş, koğuşa gömülmüş ama gerektiği gibi değil, ancak üç karış derine gömülebilmiş olan kralın varlığını herkese hala duyurmakta olduğunu, hatta çevreye leş gibi bir koku yaydığından, fazlasıyla duyurmakta olduğunu söylemek geliyor.
 


Türü
Roman
Sayfa Sayısı
339
Baskı Tarihi
1999
Yazılış Tarihi
1995
ISBN
978-975-510-928-2
Baskı Sayısı
11. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Can Yayınları
Mütercimi
Aykut Derman
Orijinal Adı
Ensaio Sobre a Cegueira
Körlük, 1998 yılı 'Nobel Edebiyat Ödülü' sahibi Portekizli yazar Jose Saramago'nun son yıllarda yazdığı en etkileyici kitap. Araba kullanmakta olan bir adam, yeşil ışığın yanmasını beklerken ansızın körleşir. Körlüğü, başvurduğu doktora da bulaşır. Bu körlük, bir salgın hastalık gibi bütün kente yayılır; öldürücü olmasa da tüm ahlaki değerleri yok etmeyi başarır. Toplum, görmeyen gözlerle cinayetlere, tecavüzlere tanık olur. Ayakta kalabilenler ancak güçlü olanlardır. Koca kentte körlükten kurtulan tek kişi, göz doktorunun karısıdır.

İçimizde hala erkek kaldıysa

bu körler topluluğu neyse o olduğundan, her zaman ne olması gerekiyorsa o oldu, erkeklerden biri,

- Bildiğim tek şey, şefleri öldürülmüş olmasaydı bizim şu anda böyle bir zorluk içinde bulunmayacağımız, kadınlar ayda iki kez oraya gidip doğanın kendilerine verdiğini onlara verselerdi kıyamet mi kopardı, kendi kendime bunu soruyorum, dedi.

Kimi bu anımsatmayı hoş buldu, kimi dudaklarının ucundaki gülümsemeyi gizledi, protesto etmek için yükselen bir sesi de adamın midesinden gelen gurultular bastırdı, adam işin can alıcı noktasına gelerek,

- Bunu kimin yaptığını bilmeyi çok isterdim, dedi. Orada bulunan kadınlar kendilerinin yapmadığına yemin ettiler,

- Adaleti yerine getirmek için o kişiyi bizim cezalandırmamız gerekir,

- İyi ama önce kim olduğunu bilmek gerekir, O adamlara, Alın işte aradığınız kişi burada, haydi şimdi yiyecek verin bize, diyebilirdik,

- İyi de önce kim olduğunu bilmek gerekiyor.

Doktorun kansı başını önüne eğip düşündü, Hakkı var, burada birisi açlıktan ölecek olursa bu benim suçum olacak, ama sonra içinden yükselen öfkeye kulak vererek,

- Benim suçumun onlannkini ödemesi için önce onlann ölmesi gerekir, dedi kendi kendine. Sonra gözlerini kaldırarak düşündü, Onu öldüren kişinin ben olduğumu şimdi söylesem, kesin olarak ölüme gönderdiklerini bile bile beni onlara teslim ederler mi acaba. Açlığın etkisiyle ya da bu düşünce bir uçurum gibi başını döndürüp onu kendisine çektiğinden olacak, bir sersemlik dalgası kafasının içini silip süpürdü, bedeni öne eğildi, ağzı konuşmak için açıldı ama aynı anda biri kolunu tutup sıktı, gözü siyah bantlı yaşlı adamdı bu,

- Kendini ele verecek olanı kendi ellerimle öldürürdüm, dedi,

- Neden?, diye sordular hep birlikte,

- Çünkü cehennem içinde cehenneme çevirdiğimiz bu yerde utanç sözcüğünün hala bir anlamı kaldıysa bu, o sırtlanı gidip kendi ininde öldürmeyi göze alabilmiş olan o yürekli kişi sayesinde oldu,

- Buna bir diyeceğim yok ama tabaklanmızı da utanç sözcüğüyle dolduramayız,

- Kim olursan ol, sen haklısın, kursaklannı yeterince utanma duygusu ta­şımadıkları için doldurabilen insanlar şimdiye kadar her zaman çıkmıştır, ama bizlerin, şu ana kadar hak etmedi­ ğimiz o son onurdan başka elimizde hiçbir şey kalmamış olan bizlerin, işte hakkımız olan o onuru kurtarmak için hala savaşabileceğimizi kanıtlamamız gerekir,

- Ne demek istiyorsun,

- Kadınlarımızı gönderip taşra pezevenkleri gibi onların sırtından karınlarımızı doyurmakla işe baş layan bizlerin, oraya artık erkekleri gördermemizin zamanı geldi, demek istiyorum, tabii içimizde hala erkek kaldıysa


Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
84
Baskı Tarihi
2020
Yazılış Tarihi
2012
ISBN
978-605-316-08-92
Baskı Sayısı
5. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Metis Yayınları
Editörü
Semih Sökmen
Mütercimi
Haluk Barışcan
Orijinal Adı
Transparenzgesellschaft

“Şeffaflık neoliberal bir aygıttır. Enformasyona dönüştürmek amacıyla her şeyi içine girmeye zorlar. Günümüzün gayrı maddi üretim ilişkileri koşullarında daha fazla enformasyon ve daha fazla iletişim, üretkenlik ve hızda artış demektir. Buna karşılık gizlilik, yabancılık ve ötekilik sınırsız iletişime engel oluşturur. Şeffaflık adına bunlardan kurtulmak gerekir.

Hizaya getirmenin yeni adı Şeffaflık

Günümüzde toplumsal sistem bütün süreçlerini, bunları işlemselleştirmek ve hızlandırmak amacıyla şeffaflığa zorlar. Hızlanma baskısı olumsuzluğun tasfiyesine eşlik eder. İletişim en yüksek hızına, aynı olanlar birbirine cevap verdiğinde, aynıların zincirleme reaksiyonu oluştuğunda ulaşır. Ötekiliğin, yabancılığın olumsuzluğu ya da ötekinin dirençliliği aynıların pürüzsüz iletişimini bozar ve geciktirir. Şeffaflık ötekiyi, yabancıyı devre dışı bırakarak sisteme istikrar ve hız kazandırır. Bu sistemik zorlama şeffaflık toplumunu "hizaya getirilmiş bir toplum" haline getirir. Totaliter yanı da buradadır: "Hizaya getirmenin (*gleichschaltung) yeni adı Şeffaflık."


Türü
Roman
Sayfa Sayısı
339
Baskı Tarihi
1999
Yazılış Tarihi
1995
ISBN
978-975-510-928-2
Baskı Sayısı
11. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Can Yayınları
Mütercimi
Aykut Derman
Orijinal Adı
Ensaio Sobre a Cegueira
Körlük, 1998 yılı 'Nobel Edebiyat Ödülü' sahibi Portekizli yazar Jose Saramago'nun son yıllarda yazdığı en etkileyici kitap. Araba kullanmakta olan bir adam, yeşil ışığın yanmasını beklerken ansızın körleşir. Körlüğü, başvurduğu doktora da bulaşır. Bu körlük, bir salgın hastalık gibi bütün kente yayılır; öldürücü olmasa da tüm ahlaki değerleri yok etmeyi başarır. Toplum, görmeyen gözlerle cinayetlere, tecavüzlere tanık olur. Ayakta kalabilenler ancak güçlü olanlardır. Koca kentte körlükten kurtulan tek kişi, göz doktorunun karısıdır.

Korku, insanı kör eder

- Korku, insanı kör eder, dedi koyu renk gözlüklü genç kız,
- Haklısınız, gözlerimiz görmemeye başlamazdan önce bizler zaten kör olmuştuk, korku bizi kör etmişti, aynı korku yüzünden körlüğümüz sürüp gidecek,
 


Türü
Roman
Sayfa Sayısı
339
Baskı Tarihi
1999
Yazılış Tarihi
1995
ISBN
978-975-510-928-2
Baskı Sayısı
11. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Can Yayınları
Mütercimi
Aykut Derman
Orijinal Adı
Ensaio Sobre a Cegueira
Körlük, 1998 yılı 'Nobel Edebiyat Ödülü' sahibi Portekizli yazar Jose Saramago'nun son yıllarda yazdığı en etkileyici kitap. Araba kullanmakta olan bir adam, yeşil ışığın yanmasını beklerken ansızın körleşir. Körlüğü, başvurduğu doktora da bulaşır. Bu körlük, bir salgın hastalık gibi bütün kente yayılır; öldürücü olmasa da tüm ahlaki değerleri yok etmeyi başarır. Toplum, görmeyen gözlerle cinayetlere, tecavüzlere tanık olur. Ayakta kalabilenler ancak güçlü olanlardır. Koca kentte körlükten kurtulan tek kişi, göz doktorunun karısıdır.

Her şeyi uzun uzun düşünseydik

Yapacağımız her hareketten önce ciddi olarak düşünmeye başlasak, vereceği sonuç­ları önceden kestirmeye çalışsak, önce kesin sonuçları, sonra olası sonuçları, sonra rastlantısal sonuçları, daha sonra da ortaya çıkması düşünülebilecek sonuçları dü­şünmeye kalksak, aklımıza bir şey geldiğinde, bulundu­ğumuz yere çakılır, hangi yöne olursa olsun bir adım bile atamazdık. Sözlerimizin, hareketlerimizin iyi ve kötü sonuçlan, kuşkusuz, ilerde yaşayacağımız günlere, hatta bizim bu sonuçları doğrulamak, kendimizi kutlamak ya da başkalanndan özür dilemek için artık bu dünyada bulunmayacağımız günlere göreceli olarak düzgün ve dengeli biçimde dağılır, zaten kimi insanlar da bu durumun ölümsüzlük denen ve çok sözü edilen şeyin ta kendisi olduğunu ileri sürer,
 


Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
134
Baskı Tarihi
2012
Yazılış Tarihi
1998
ISBN
978-975-539-254-7
Baskı Sayısı
4. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ayrıntı
Editörü
Aylin Onacak
Mütercimi
Abdullah Yılmaz
Orijinal Adı
Globalization - The Human Consequences

Tabloda her şeyin bulanık göründüğü zamanlarda, hayatlarını kesinlik ve berraklığa adamış sosyal bilimciler genellikle susar ve taşların yerine oturmasını bekler. Zygmunt Bauman gibi kalburüstü düşünürler ise cesaretle belirsizliğe dalar ve bulduklarını, gördüklerini, hissettiklerini ortaya döker. İşte Küreselleşme böyle bir cüretin ürünü. XX.

Sibermekânın Tanrıları

Sibermekânda bedenlerin önemi yoktur, ama bedenlerin hayatında sibermekânın kesin ve vazgeçilmez bir önemi vardır. Sibermekân cennetinde verilen hükümlerin temyizi yoktur ve dünyadaki hiçbir şey bu hükümlerin doğruluğunu sorgulayamaz. Sibermekânın hikmetinden suâl olunmaz. Kararlarının gücünü arkalarına alan güçlülerin bedenleri ne güçlü bedenler olmak zorundadır ne de gerçek ağır silahlar kuşanmak ihtiyacındadır; dahası, Antheus’un aksine, güçlerini öne sürmek, temellendirmek ve açıkça göstermek için dünyadaki çevreleriyle bağa sahip olmaları da gerekmez. İhtiyaçları olan şey, şimdi sibermekâna nakledilmiş olduğu için toplumsal anlamından mahrum kalmış ve dolayısıyla sadece “fiziksel” bir alana indirgenmiş olan yerellikten yalıtılmaktır. Bu yalıtımın emniyetini sağlamak ise diğer bir ihtiyaçtır: “bir yöreye bağlı olmama” durumu; yerel müdahalelerden muafiyet; tam bir yalıtım; geçit vermez bir tecrit; kişilerin, evlerinin ve oyun alanlarının “güvenliği” olarak tercüme edilmektedir. Bu yüzden, gücün yersiz yurtsuzlaşması ile yurdun her zamankinden de katı bir şekilde yapılaştırılması el ele yürümektedir.


Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
134
Baskı Tarihi
2012
Yazılış Tarihi
1998
ISBN
978-975-539-254-7
Baskı Sayısı
4. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ayrıntı
Editörü
Aylin Onacak
Mütercimi
Abdullah Yılmaz
Orijinal Adı
Globalization - The Human Consequences

Tabloda her şeyin bulanık göründüğü zamanlarda, hayatlarını kesinlik ve berraklığa adamış sosyal bilimciler genellikle susar ve taşların yerine oturmasını bekler. Zygmunt Bauman gibi kalburüstü düşünürler ise cesaretle belirsizliğe dalar ve bulduklarını, gördüklerini, hissettiklerini ortaya döker. İşte Küreselleşme böyle bir cüretin ürünü. XX.

Çeşme başı artık yok

Musa dağlardan çıkıp geldi. Koltuğunun altında, dağların tepelerinden bile yukarıda olanın yazdırdığı, kendisinin de granite kazıdığı kuralları taşıyordu. Musa sadece bir ulaktı, halk -populus- ise alıcı... Çok sonra, İsa ve Muhammed de aynı ilkelere göre davrandılar. Bunlar, “piramitsel adalet”in klasik örnekleridir.

Ve sonra başka bir tablo: Çeşme başında, kuyu ağzında ya da nehir boyundaki doğal buluşma yerlerinde toplanan kadınlar... Su alınır, çamaşır yıkanır ve enformasyon ve fikir alışverişi yapılır. Konuşmaların başlangıç noktası genellikle somut eylemler, somut durumlar olacaktır. Bunlar tarif edilir, geçmişte ve başka yerde vuku bulan benzerleriyle kıyaslanır ve yanlış doğru, güzel çirkin, güçlü zayıf diye değerlendirilir. Vuku bulan olaylara ilişkin ortak bir anlayış her zaman olmasa da yavaş yavaş ortaya çıkabilir. Bu, normların yaratılması sürecidir. Bu, “eşitlikçi adalet’in klasik örneğidir... 

Çeşme başı artık yok. Bir süre öncesine kadar, modernleştirilmiş ülkelerde, kirli çamaşırlarımızla gelip temizleriyle çıktığımız; jetonla işleyen otomatik çamaşır makinelerinin olduğu küçük dükkânlarımız vardı. Çamaşırlar yıkanırken bazı kısa konuşmalar oluyordu. Artık bu makineler de kalmadı... Büyük alışveriş merkezleri insanlara karşılaşma fırsatı verebilirdi; ama genellikle onlar da dikey adalet yaratamayacak kadar genişler.

Tanıdık yüzlere rastlayamayacağımız kadar büyük ve davranış standartları oluşturmak için gerekli muhabbetleri sürdüremeyeceğimiz kadar telaşlı ve kalabalıklar...

Ayrıca ekleyelim: Alışveriş merkezleri öyle düzenlenmiştir ki, insanlar sürekli etrafa bakarak, gözlerini sonsuz sayıda cazip maldan ayırmadan, ama hiçbirinin başında da fazla dikilmeden bir oraya bir buraya gidip gelirler; durup birbirleriyle iki çift laf etmelerine, birbirlerinin yüzüne bakmalarına, tezgâhta sergilenen nesneler dışında bir şey düşünmelerine, ölçüp biçmelerine ve tartışmalarına (vakitlerini ticari değeri olmayan şeylere harcamalarına) imkân yoktur.


Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
134
Baskı Tarihi
2012
Yazılış Tarihi
1998
ISBN
978-975-539-254-7
Baskı Sayısı
4. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ayrıntı
Editörü
Aylin Onacak
Mütercimi
Abdullah Yılmaz
Orijinal Adı
Globalization - The Human Consequences

Tabloda her şeyin bulanık göründüğü zamanlarda, hayatlarını kesinlik ve berraklığa adamış sosyal bilimciler genellikle susar ve taşların yerine oturmasını bekler. Zygmunt Bauman gibi kalburüstü düşünürler ise cesaretle belirsizliğe dalar ve bulduklarını, gördüklerini, hissettiklerini ortaya döker. İşte Küreselleşme böyle bir cüretin ürünü. XX.

Yeni Seçkinlerin Yurtsuzluğu

“Building Paranoia” [Paranoya İnşası/İnşaat Paranoyası] gibi her şeyi anlatan bir başlıkla yayımladığı bir çalışmada Steven Flusty, metropol bölgelerin yeni bir alanında çılgın bir inşaat ve nefes kesici bir yaratıcılık patlaması olduğundan söz eder: Bunlar, “yasak mekânlar”dır; “durdurmak ve püskürtmek ya da muhtemel kullanıcılarını süzgeçten geçirmek üzere tasarlanmış”lardır. Flusty, birbirine eklenerek büyüyen ve bir zamanlar ortaçağ şatolarını koruyan su dolu hendekler ve kulelerin yeni kentsel muadilini oluşturan böylesi mekânların birkaç çeşidini birbirinden ayırmak için parlak zekâsını kullanır; tam hedefini bulan, iğneleyici yaratıcı terimler ortaya atar. Bu çeşitlerden biri “kaygan mekân” yani “kıvrımlı, sonu gelmez ya da bulunması imkânsız yollarıyla, erişilemeyen mekân”dır; bir diğeri “dikenli mekân” yani “işi olmayanları temizlemek için duvarlara monte edilmiş su serpme başlıkları ya da oturmayı imkânsız hale getiren bir eğimle yapılmış çıkıntılarına kadar ince ayrıntılarla savunulan, rahat yerleşilemeyen mekân”dır; ya da “asabi mekân” yani “mekik dokuyan devriyeleri ve/veya güvenlik merkezine bilgi gönderen uzaktan kontrol teknolojileriyle etkin gözetim altında tutulmak suretiyle kuş uçurtulmayan mekânlar”dır. Bunlar ve diğer “yasak mekânlar” yeni yerellik üstü seçkin kesimin toplumsal yurtsuzluğunu, yerellikten maddi ya da bedensel yalıtılmışlığa dönüştürmekten başka bir amaca hizmet etmez. Yerel olarak temellenmiş birliktelik biçimlerinin ve ortak, komünal yaşamın dağılmasına son darbeyi vuran da böyle mekânlardır. Seçkinlerin yurtsuzluğu en somut biçimde sağlama bağlanmıştır; giriş kartı olmayan hiç kimse onlara erişemez.

Bunu tamamlayan bir gelişme de farklı yerleşim alanlarından gelen insanların yüz yüze görüşebildiği, tesadüfen karşılaşabildiği, birbirine dayılanıp kafa tutabildiği, konuşup, kavga edip tartıştığı ya da görüş birliğine vardığı, özel sorunlarını kamusal düzleme taşıdığı ve kamusal meseleleri de özel kaygılan haline getirdiği, (Comelius Castoriadis’in “özel/kamusal” agoralar dediği) kentsel mekânların sayı ve hacim olarak hızla küçülüyor olmasıdır. Kalan birkaç agora da giderek daha fazla seçici hale gelmekte; parçalayıcı güçlerin uyguladığı tazyikin verdiği zararı onarmaktan ziyade, onu kuvvetlendirmektedir. 

../..

Seçkinler yalıtımı seçmiştir ve bu uğurda canı gönülden bol bol para öderler. Nüfusun geri kalanı ise tecrit edilmiş ve bu yeni yalıtılmışlığın ağır kültürel, psikolojik ve politik bedeliini ödemek zorunda bı­rakılmış halde bulur kendini. Ayrı yaşama konusunda tercih hakkında sahip olamayan ve bu yaşamın emniyet altına alınmasının maliyetini karşılayamayanlar, modern çağın ilk dönemlerindeki gettoların çağdaş benzerlerinde yaşamaya mahkûmdur; rızaları alınmadan etrafları “çitlerle çevrilir” daha dün herkesin olan odaklara adım atmaları yasaklanır, “özel mülk” ikaz işaretine dikkat etmeyerek ya da dile dökülmemiş olan, ama gene de hiç de daha az kararlı olmayan “geçmek yasaktır” imalarını ve ipuçlarını okumayarak yasak bölgeye girme gafletine düştüklerinde tutuklanır, kapı dışarı edilir ve ani, keskin bir şokla tanışırlar.

../..

Seçkinlerin bu yeni yurtsuzluğu baş döndürücü bir özgürlük hissi verirken, diğerlerinin yurt temelli oluşu evde değil, hapiste olma hissi vermektedir; ötekilerin hareket özgürlüğü bu kadar göze batarken yurt temeli olmak çok daha aşağılayıcıdır. “Çakılı kalma” canının istediği gibi hareket edememe ve yeşil çayırlara girmekten men edilme durumu yalnızca yenilginin nahoş kokusunu salmakla, insan olarak eksikli oluşun işaretlerini vermekle ve hayatın sunduğu güzelliklerin bölüşülmesinde aldatılmışlığı ima etmekle kalmaz. Yoksunluk daha derinlere iner. Yeni yüksek hız dünyasında “yerellik” bir zamanlar enformasyonun bir yerden bir yere sadece taşıyıcısı olan bedenlerle birlikte taşındığı zamanlardaki yerellik değildir; ne yerelliğin ne de yerel nüfusun “yerel cemaat”le ortak bir yanı kalmıştır artık. Seçkin kesimin peşinden kamusal mekânlar da (çeşitli tezahürleriyle meydanlar ve forumlar, gündemlerin belirlendiği, özel meselelerin kamusal hale getirildiği, kanaatlerin oluştuğu, sınandığı ve teyit edildiği, yargıların ve hükümlerin verildiği yerler [de]) yerel zincirlerinden boşanmıştır; bunlar, yurtsuzlaşan ve herhangi bir yerelliğin ve onun sakinlerinin salt “wetware” iletişim kapasitesi vasıtasıyla erişebileceği sınırların çok ötesine taşınan ilk mekânlar olmuştur. *Yerel nüfuslar, cemaatlerin sıcak yuvası olmaktan çıkmış, uçlan bir yere bağlı olmayan gevşek yumaklar haline gelmiştir.*