Geometrinin diliyle konuşursak, islâm'ın vaz' ettiği "adalet öğretisi"ne göre, Yaradan karşısında insan toplulukları "fıtrat" açısından düz bir çizgi üzerindedirler. Kur'an'da insan ve melek toplulukları için hep müsbet manada kullanılan "saff" nitelemesi "düz çizgi"den neyi kasdettiğimizi açıklayabilir. Adalet öğretisinin hâkim olduğu bir toplumun fertleri "zulüm düzenleri"nde olduğu gibi birbirlerinin omuzuna ya da kafasına basarak yükselme yerine, kendi ayakları üzerinde durarak hayırda öne geçme mücadelesi verirler.
Bir toplumda, adalet nizamı yerini zulüm düzenine bırakmışsa bu "düz çizgi" kamburlaşmaya başlamış demektir. Saff halindeki toplum kendisine tahakküm edilen bir yerinden kırılıvererek piramitleşmeye başlar. Bu durumda toplumdaki hayırda öne geçme yarışı, yerini, başlara basarak piramidin tepesine ulaşma yarışına bırakmıştır: Artık her başın üzerinde bir ayak vardır. Adalet toplumunda tüm başlar Allah'a bağlı iken, saltanat toplumunda "baş başa, baş da padişaha bağlı" hâle gelmiştir. Padişah olmak ise, ayakları tüm başların üzerinde olmak anlamını taşıyacaktır.
İmamlar ve Sultanlar -
Sayfa 10
-
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
248
Baskı Tarihi
Temmuz 2009
Yazılış Tarihi
1990
ISBN
978-975-550-004-9
Baskı Sayısı
17. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
İnsanlar "kuru et yiyen bir kadının oğlu" olan bir Peygamber yerine, elmas taçlı, sırma kaftanlı bir "Peygamber" tasavvur ediyorlardı. Yalnız tasavvur etmekle kalmıyorlar, ömrü boyunca bunlardan nefret eden ve uzak duran Nebi´den geriye kalan hatırayı bu tasavvura uygun aksesuarlarla süslüyorlardı. Yani insanlar "bir kul gibi yeyip bir kul gibi yaşayan" bir peygambere inanmak yerine, tasavvurlarında kayser ve kisra´ya benzettikleri bir peygambere inanmayı yeğliyorlardı. Özetle insanlar "bir kul gibi yaşamak"tan daha çok "kayser ve kisra gibi yaşamaya" taliptiler.