Ferideddin Attar, eserlerinde anlattıklarından anlaşıldığına göre, Hicrî 513 (M. 1119-1120) yılında Nişabur'da doğmuştur. Hekimlik ve eczacılık ile uğraştığından dolayı "Attar" mahlasını almıştır. Ölüm tarihi belli değildir. Yüz yılı aşkın yaşadığı rivayet edilir.
Eserleri arasında, "Tezkiret-el Evliyâ", "Esrar-name", "Musibet-name", "Muhtar-name", "İlâhî-name", "Bülbül-name" ve daha birçok sayamadıklarımız vardır.
En ünlü eseri ise, "Mantık el-Tayr" (Kuşdili) adlı kitabıdır. Bu eserinde "Vahdet-i Vücud" felsefesini kuş öyküleri ile anlatır.
Bu eseri, tanınmış bilim adamımız Abdülbakî Gölpınarlı dilimize çevirmiş ve Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları tarafından 1. baskısı 1959, 2. baskısı ise 1962 yılında bastırılmıştır.
Kitabın konusunu, Gölpınarlı Hocanın kaleminden ve kitabın önsözünde yazılı şekliyle nakledelim:
Attar'ın eserleri arasında en meşhuru Mantık al-Tayr'dır. Bu kitap, bizim tercememize göre tam 4931 beyittir. Bütün eserde, arada münasebet düşürülerek (konuyla ilşkilendirilerek) anlatılan hikayeler de dahil olmak üzere, mantıkî bir teselsül (sıralama) vardır. Konu şudur: Kuşlar bir araya toplanıp "Bu zamanda hiç bir ülke padişahsız değil... Bundan böyle bizim de padişahsız kalmamamız lâzım. Padişahsız ülkede nizam, intizam olmaz. Kendimize bir padişah seçelim." diyorlar. Bu sırada Hüthüt geliyor ve kendisinin Süleyman Peygamber'in mahremi ve postacısı olduğunu söyleyip "Sizin zaten bir padişahınız var ama haberiniz yok. O bize bizden yakın da biz ondan uzakız. Daima padişah odur. Adı Simurg'dur. Binlerce nur ve zulmet perdeleri ardındadır. Gelin de onu arayıp bulalım" diyor. Kuşların her biri bir çeşit özür getiriyorsa da Hüthüt, hepsine de birer birer inandırıcı, kandırıcı doğru cevaplar veriyor. Bunun üzerine hepsi birden Hüthüdü kendilerine kılavuz yapıp yola düşüyorlar. Yolda hepsi yorgun, bitkin bit hale geliyor. Gene birer birer itiraza kalkışıyorlar. Hüthüt bıkmadan, yorulmadan her itiraza cevap veriyor ve önlerinde "istek, aşk, mârifet, istiğna, tevhit, hayret ve fakru fenâ" adları verilen yedi vadi daha bulunduğunu, burayı aştılar mı artık Simurg'a ulaşacaklarını söylüyor. Gene gayrete gelip yola düşüyorlar. Fakat kuşların kimisi yoldaki hicaplarda kalıyor, kimisi yem isteğiyle bir yere dalıyor, kimisi aç susuz can veriyor. Nihayet yüzlerce kuştan ancak otuz kuş bu vadileri aşabiliyor. Bunlar Simurg'u soruyorlar, tam bu sırada bir postacı gelipSimurg'u istediklerini anlayınca önlerine birer kağıt parçası koyup okumalarını söylüyor. Okuyunca bütün yaptıklarının bu kağıtlarda yazılı olduğunu görüp şaşırıyorlar. Bu sırada Simurg da tecelli ediyor. Fakat tecelli edenin kendileri olduğunu ve kendilerinin Simurg'dan, yani mana bakımından otuz kuştan ibaret bulunduklarını görüp büsbütün hayretlere dalıyorlar. Simurg'dan ses geliyor: "Siz buraya otuz kuş geldiniz, otuz kuş göründünüz. Daha fazla, yahut daha eksik gelseydiniz o kadar görünürdünüz. Burası bir aynadır!" Hasılı bu makamda hepsi Simurg'da fânî oluyorlar, artık ne yol kalıyor, ne yolcu, ne de kılavuz!
Attar, Mantık al-Tayr'iyle temsilî bir surette "Vahdet-i Vücud - Varlık Birliği" inanışını anlatmaktadır.Kuşlar sâlikler, hakikat yolunun yolcularıdır. Hüthüt de kılavuzları, yani mürşittir. Simurg Tanrı'nın zuhur ve taayyünüdür ki bu zuhur ve taayyün, kendilerinden ibarettir ve gerçek birliğe ulaşan, halkın, Hakk'ın zuhuru, Hakk'ın da halkın bütünü olduğunu anlar.