Türü
Şiir
25 yaşındaki alper gencer'in varlık yayınları arasında yayımlanan şiir kitabının adı. Cerrahpaşa tıp fakültesi mezunu alper gencer ah isimli şiir kitabıyla 2005 yılı varlık şiir ödülünü aldı. üç tane kısa film çekmiş olan alper gencer, yakında ilk uzun metraj sinema filminin çekimlerine başlayacak. şiirlerini ve yazılarını, varlık, yasakmeyve, dergah, derkenar, merdiven şiir vb. dergilerde gördüğümüz alper gencer, moğol orduları gibi girdi edebiyat ve sanat ortamına. ne olup bittiğini anlamaya çalışıyoruz. alper gencer de her koldan ilerlemeye devam ediyor. tıpkı moğollar gibi, nerede bir bina görse "benim atlarım nerede otlayacaklar?" deyip yıkıyor hemen. alper gencer, statükoyu ve binaları, atları ve şiiriyle yerle bir ediyor. edebiyat bozkırında alper'in dörtnala koşan atlarından/şiirlerinden bir toz-duman bulutu yükseliyor gökyüzüne, sis dağılınca da bozkırın yemyeşil bir vahaya dönüşmüş olduğunu farkediyorsunuz.
İTÜ Sözlük'ten
bir gün daha azaldım, biraz daha mutluyum...
Sen uzakta uyurken geceyi terleyen benim!
Bir gün daha azaldım, biraz daha mutluyum.
Gecenin tannanıyla göğsüme oturan demir
Gayrı meşru bir soluk doğuruyor canımda
Kusursuz karanlığım sen sesinde susarak
Gözü dönmüş bir karşılık bakınıyor kendine
Karanlığın içinde, sen umarsız uyurken
Her tanımım bir ölümü tamamlıyor burada
Dokunduysak bu oysa kahır çoğaltmak için değil
kendimizin çölünü sulamak içindi biraz
bir gün daha çoğalmak, belki yorgun ve deli
azaltırdı yükünü göğsümdeki demirin !
Türü
Şiir
25 yaşındaki alper gencer'in varlık yayınları arasında yayımlanan şiir kitabının adı. Cerrahpaşa tıp fakültesi mezunu alper gencer ah isimli şiir kitabıyla 2005 yılı varlık şiir ödülünü aldı. üç tane kısa film çekmiş olan alper gencer, yakında ilk uzun metraj sinema filminin çekimlerine başlayacak. şiirlerini ve yazılarını, varlık, yasakmeyve, dergah, derkenar, merdiven şiir vb. dergilerde gördüğümüz alper gencer, moğol orduları gibi girdi edebiyat ve sanat ortamına. ne olup bittiğini anlamaya çalışıyoruz. alper gencer de her koldan ilerlemeye devam ediyor. tıpkı moğollar gibi, nerede bir bina görse "benim atlarım nerede otlayacaklar?" deyip yıkıyor hemen. alper gencer, statükoyu ve binaları, atları ve şiiriyle yerle bir ediyor. edebiyat bozkırında alper'in dörtnala koşan atlarından/şiirlerinden bir toz-duman bulutu yükseliyor gökyüzüne, sis dağılınca da bozkırın yemyeşil bir vahaya dönüşmüş olduğunu farkediyorsunuz.
İTÜ Sözlük'ten
niyeler, niçinler, nasıllar...
ah, ne çok varşeyler ortasındasın
niyeler, niçinler, nasılar...
kolların şehre homurdanmıyor
homurdandığı onca şey arasından
unutmaktan müebbet dönüşmek yemişsin
şehrin banklarına çakılıp ağlamışsın
öyleler, çünküler, böyleler...
Doğru yoldan ayrılmamamız için...
Mânevî yapıyı inkar edenler veya gereğinden fazla darlaştıranlar birgün materyalizme saplanma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaklardır. Aynı şekilde, islâmın toplum düzeni ve fert yaşayışı için buyurduğu kurallara uymayanlar veya bunları, kendilerinin bâtın adamı olduğu iddiası veya islâmın büyüklerinden birine bağlılıkları bahanesiyle inkâr edenler de bir vakitler bâtınîlerin düştüğü vartaya düşmekten kurtulamayacaklardır. Ruhumuzu bu iki aşırılıktan, sapmadan korumaya çalışmamız, dengeli bir gidiş sahibi olarak ruhun ve maddenin dışın ve için, toplumun ve kişinin hakkını verme prensibine sımsıkı sarılmamız, doğru yoldan ayrılmamamız için şarttır.
Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
464
Baskı Tarihi
Mart 2012
Yazılış Tarihi
2008
ISBN
978-605-5996-14-7
Baskı Sayısı
5. Baskı
Basım Yeri
Ada Ofset
Mütercimi
Salih Uçan
Bu mükemmel eser, İmam Gazali´nin üç eserinden biri ve birincisidir.
Tasavvufi İncelemeler konusunda en geniş ve en kapsamlı eserin "El Munkiz" olduğu tescil edilmiştir.
Bu eserde, tasavvufi konular en ince ayrıntısına kadar incelenmiş ve irdelenmiştir.
Türkçe karşılığı "Dalaletten Hidayete" olan bu kitap çok ciddi bir çalışmadır.
İmam Gazali bu eserinde, tasavvufun insanlar üzerindeki müspet ve menfi tesirlerini açıklamıştır.
Neden Altını Çizdim?
.. Eyledim ilmi talep.
Meğer ilim bir hiç imiş,
İlla edep illa edep."
Böyle başlayan bir kitabın yazarının Rabbine şükür..
Meğer ilim bir hiç imiş,
İlla edep illa edep."
Böyle başlayan bir kitabın yazarının Rabbine şükür..
"Gezdim Halep ile Şam'ı..
Gazâlî; "Allah rızası dışında bir maksatla ilim aramaya koyulduk; fakat ilmin kendisi, Allah rızası dışında bir maksada alet olmadı." diyor.
Yeni Şafak Yazıları
Türü
Gazete
Yeni Şafak Gazetesinde Yayınlanan Yazıları http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?s=1&y=DucaneCundioglu
Masumiyet senin kârın değil!
Kendimin peşindeyim. Kendimin, yani hakikatin. Hakikatimin.
Tüm güçlü ve zayıf taraflarımla kendimin.
Yoldaşsız bir yolda. Tek kişilik bir yolda. Herkes gibi. Yalnız.
Yürüyorsam düşe kalka, bil ki ısrarımdan.
Evet, kendimde ısrar ediyorum. Yolumda.
Israr etmek zorundayım.
O hâlde, sen ey küçük çocuk, gülme, çaresizim.
Yaralıyım.
Kendimle aramdaki mesafeyi kapatmak zorundayım.
Büyüklerim gibi.
Büyüklerin gibi.
Efendimiz gibi.
Ölmek zorundayım.
Bir an önce.
Ölmeden önce.
* * *
Duydukların, bir yanlış anlamanın sonucu.
Yanlış ve eksik bir anlayışın...
"Başkalarının günahıyla aziz olamazsın!" der Çehov.
Kendi re'yini kullanacaksın demek ki. Ve kendi rüyetine dayanacaksın.
Güvenme o halde başkalarının düşlerine. Kendi düşünle amel et. Seni sana gösterebilecek bir düşle. Kimbilir, belki de bir tek düşle.
Duymadın mı, "önce mücahede, sonra müşahede" buyurur şeyh-i ekber.
Kavga etmedikçe kendini tanıyamazsın! Kendini karşına almadıkça...
Kendini, yani tüm dünyayı.
* * *
Tevbe edebileceğin günahların varsa, ne mutlu sana!
Kendisinden dönebileceğin, vazgeçebileceğin, yaptığına pişman olacağın günahların.... ama senin günahların... sana mahsus günahların...
Yapamayacağını zannettiklerin ama yaptıkların...
Tevbe etmek demek, ayağa kalkmak demek.
Her düşüşünde yeniden kalkmak.
Düşüşlerin yolda oluşunun alâmeti. Düşe kalka yürüyüşünün. İnsan oluşunun.
Düşmekten korkmamalısın. Korkacaksan, ayağa kalkamamaktan kork!
Düşersen, ayağa kalkmaktan kaçınma! Düş, ama her defasında yeniden kalk ve yola devam et!
Günahların da senin, tevbelerin de.
Düşüşlerinle kemâle ereceksin, ve günahlarından dönüşlerinle...
Noksanlarınla, eksiklerinle, yetersizliklerinle âlemin kemâline katkıda bulunacaksın.
Noksan olmasaydın, âlem noksan olurdu, senden, senin eksiklerinden, noksanlarından, yetersizliklerinden mahrum kalırdı.
Düşmeden kalkamazsın.
Günah işlemedikçe tevbe edemezsin.
Sözün özü, bağışlamadıkça bağışlanamazsın.
* * *
Musil'in şu sözünü hatırla:
— "Herkesin, yaptığı işlerde masum olduğu ikinci bir vatanı vardır."
Haklılaştırmadan, kendini temize çıkarmadan içinde rahat edemeyeceğin yapma(cık) adaları boşver de sen içinde yanmaktan gocunmayacağın öz vatanında ikamet etmeyi sürdür. Cehennenminde. Kendi ateşinde. Kendi günahların sebebiyle. Kendin için.
Masumiyet senin kârın değil.
Sen insansın.
Kimi zaman bir cîfeyi ellermiş gibi hissetsen de kendini, kendini kavrama çabasından aslâ vazgeçme!
Kendini bütünüyle kavramak zorundasın. Bütünüyle, yani bütün günahlarınla...
Seni, hakkını verdiğin takdirde kemâle erdirecek olan günahlarınla...
Hak ehline, "İşte insan!" dedirtecek günahlarınla...
* * *
Bil ki ben hakikatim ey talib!
İnsanım çünkü!
Gezgin
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
256
Baskı Tarihi
2004
Baskı Sayısı
15. Baskı
Editörü
Emine Altay
Mağribli bilge İbn Arabi'nin kendi ruhunda yaptığı ve bereketli bir ömre yayılan manevi gezinin öyküsü (arka kapak)
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
419
Baskı Tarihi
2010
Yazılış Tarihi
1935
ISBN
978-975-07-0776-6
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Orijinal Adı
The Clown and His Daughter
Sinekli Bakkal, Halide Edip Adıvar'ın ünlü romanıdır. İlk olarak İngilizce The Clown and His Daughter, (Soytarı ile Kızı) adıyla 1935 yılında Londra'da yayımlanmıştır. Türkçe olarak ilk defa 1935 yılında Haber gazetesinde tefrika edildi. Daha sonra 1936 yılında kitap olarak basılmıştır. 2006 itibariyle 37. basımı yapılmıştır. Birçok yabancı dile çevrilen roman, 1942'de CHP Roman Armağanı'nı kaz
Neden Altını Çizdim?
Bu İstanbul romantizmi her zaman güzel...
Camın Ötesi Boğaziçi
Kafes kalkık. Camın ötesi Boğaziçi. Odanın üstünde rüzgâr saçakları, su borularını birbirine katıyor. Siyah bulut yığınları bir karanlık akıntısı gibi havadan geçiyorlar; barut renginde sular azgın azgın akıyor; karşı yakanın zarif kıvrıntıları, nemli ve kurşunî bir duman içinde hayal meyal seçiliyor. Kızın gözleri ve kulakları bunları takip ediyor, fakat kafası başka yerde.
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
651
Baskı Tarihi
Kasım 2009
Yazılış Tarihi
1968
ISBN
975-273-133-3
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
Sevengül Sönmez
Neden Altını Çizdim?
Beylikteki gelinlerin, kızların bile yeni Müslüman olan bir Rum gencine İslam'a girişinden dolayı hediyeler vermesi ne müthiş bir hadise! Acaba kurgu mu yoksa gerçekten böyle bir adet var mı? Kemal Tahir'in bu satırları bence birçok dostundan ve çağdaşından çok farklı bir yerde durduğunu gösteriyor...
Mavro'nun Müslüman Oluşu ve "Sarık Paha"
Yeni Müslüman olanlara, "Sarık Paha" vermek Selçuk töresiydi. Bu sebeple Mavro'nun omzunda çifte kılıç, kuşağında çifte hançer, kendi yayının yanında bir Moğol yayı, bir de büyücek çıkın vardı. Başta Nurettin Voyvoda olmak üzere, İnönü Ahileri, Osman Bey, Gündüz Bey, Orhan Bey, Bayhoca güçlerince ayrı ayrı armağanlar vermişlerdi.
../..
Kel Derviş büsbütün azıtıp diz çökmüştü. Önüne bir küçük bohça bıraktı:
-Gelinimiz Bala Hatun'un "Sarık Pahası"dır efendim, "Azımızı çoğa tutsun, Mavro Aga’mız" dedi.
Mavro, önce şaka sanmıştı. Açıp içindekileri ateşe kaldırınca sevinçten soluğu kesildi. Gerçekten, bohçada, bir şal kuşak, dışa giyilecek, ak ipekten uzun kollu bir gömlek, bir çift çorap, bir tiftik eldiven, birkaç işlemeli yağlık vardı.
Neyapacağını şaşıran Mavro, hemen iki dizi üstüne gelmişti. Yutkunuyordu:
- Sağ olsun, Bala Hatun'umuz... Sağ olsun! Canım kurban yoluna...
Derviş çömezleri, el çırptılar:
- Uğurun açık ola yiğit! Çok yaşa...
Mavro yardım arayarak Kerim'in yüzüne baktı. öteki nöbetçiler "N'oluyor" diye koşmuşlardı. Bayhoca, "Görelim yahu" dedi, birazı "Giyinsin de öyle görünsün" diye güldü. Mavro yutkundu. Gerçekten duygulanmıştı. Âdem Ejderhası Pir Elvan elini kaldırıp gülüşenleri susturdu:
- "Sarık Paha'lar yağmakta ya, yağmur gibi... Hay anan öle, kötü Kel... Töresince şartlandı mı bunun İslâm'a girmesi?
Kel Derviş hopladı:
- Essah... Aman Mavro!.. Aman din kardaşım... Aldırırız elimizden sarık pahaları... Yanarız kıyamete kadar... Gel aman...
Mavro'nun ellerine yapıştı. Dediğimi deyiver bi solukta... Aman berbatlık elvermeden, hoplayalım bu berzahı kardaaaaş...
"Tanrı'dan başka Tanrı yoktur, Muhammet onun elçisidir" dedirtti!.. İslâm'ın şartını, inançlarını tekrarlattı. Sonunda parmağını göğe kaldırdı:
- Kulağını ver, can kulağını... Beni sağlam işit... İslâm'a giren, Tanrı'yı her yerde var göre... Peygamberden gayet utana... Halka karşı edepsiz olmaya sakın... Töresiz iş tutmaya hiç... Kendinden büyüğe kasıntılı olmaya... Küçüğe kıyıcı olmaya... Sözünde, yemininde dura sımsıkı... Kimselere haset etmeye... Doğru söze "Evet" diye... Ayıp görse gerilip örte, kendi günahlarını bilip... Çünkü, yere güç yetmez, göğe el vermez. Tamamsın, Kara Vasil'in Mavro kardaşım, var yürü... Bundan böyle cennetliksin, çünkü sana kör şeytan girişebilemez!
Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
712
Baskı Tarihi
2010 Mayıs
Yazılış Tarihi
1968 Mart
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
Dursun Çimen
Neden Altını Çizdim?
Beyrut'ta eğlenmek için İtalyan işçisi kılığına giren bir Atatürk'ün bu hareketinin yüceltilecek bir tarafı var mı gerçekten?
İtalyan işçisi kılığında eğlenen bir Atatürk!
Mustafa Kemal Şam’a 5 Şubat 1905’te tayin edilmişti. Hemen gitmeli idi. Deniz yolu ile Beyrut’a varınca arkadaşları ile buluştu. Beyrut, İstanbul gibi, İzmir ve Selânik gibi, Hristiyan ve yabancılı olduğu için yaşanabilecek dört Osmanlı şehrinden biri idi. Tanzimat’tan beri Hristiyanlar şeriatçı idare baskısından kurtulduklarından tam batıkâri ömür sürüyorlardı.
Şam’da otuzuncu süvari alayına verilen Mustafa Kemal görevinde ve hizmetlerinde rahattı. Daima güzel giyindiği üniforması içinde gururlu ve şerefli idi. Askerine örnek bir eğitim veriyordu. Ancak Şam taassubun hükmü altındaki bütün Şark şehirleri gibi, bir hayat zindanıdır. İnsan işinden çıkınca, birkaç kişi ile buluşup içmekten başka bir şey yapamaz. Mustafa Kemal de askerliğini kıtasında bırakıp evine doğru yola çıkınca, akşam ezanı ile beraber sönen, tünenmiş kümesler hüznü bağlayan şehir, ışıksız, sessiz, gurbetin bütün acılarını duyuran bir hapise dönmüştür. Bu ölü toplumu dürtmek, sarsmak, parçalamak, evleri boşaltmak, sokakları şarkılar, gülüşler ve şenlikler içine boğmak ister. Kalebent toplumun zindanından omuzları üstüne çöken baskıdan silinmek ister.
Bir akşam yine evine dönüyordu. Bir sokaktan geçerken kulağına mızıka sesi geldi. Ses gelen tarafa doğru yürüdü. Bu, pencereleri kâğıtla kapanmış bir kahve idi. Kapısını hafifçe araladı. Hicaz demiryolunda çalışan İtalyan işçileri, karıları ve kızları ile mandolin çalıyorlar, türkü söylüyorlar, şarap içiyorlar ve oynuyorlardı. Hepsi işçi kılığında idiler. Derin bir iç çekişi ile baktı. Hayat, bu kâğıtla örtülü pencerelerin arkasında, lâmba isi ve tütün dumanı arasından güç seçilen bu insanların neşesinde idi. Hemen girip içlerine katılacaktı ama, bir esvabına bir kalabalığa baktı, yapamadı, ertesi günü bir işçi esvabı satın alarak ara sıra bu kahveye gelmeyi, onların eğlence ve şarkılarından canlanmayı âdet etti.
Mustafa Kemal’e göre de her şey hürriyete kavuşmaya bağlı idi. Askerlik görevini yapmakla beraber bir yandan da siyasî çalışmalara ve telkinlere başlamıştır.
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
624
Baskı Tarihi
1953
Yazılış Tarihi
1953
Baskı Sayısı
8. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yüz yıllık koca çınar
Bir büyük çınarın gölgesi altındaydılar. Bu çınar zaten millet bahçesinin göze çarpan tek ağacıdır. Vaktiyle şehirden epeyce uzak olan bu noktada , yaz günleri kasaba eşrafının toplanıp hoşbeş ettigi bir kır kahvesi varmış.Şimdi bunun bütün etrafı beton binalarla çevrilmiş, çimden parterlerle bezenmiştir ; biraz ötede eski bir çeşme bir fıskıyeli havuz haline döndürülmüştür. Ve daha öteye yine betondan bir kaide üstüne bir Atatürk büstü kondurulmuştur. Halil Ramiz , bir dibinde oturduğu yüz yıllık bu koca çınara , bir de yaşları beş on yılı bulmamış bu yeni yapılara bakıyordu. Genç millet vekili bütün bunları sanki ilk defa görüyor gibiydi ve kendine söyleniyordu: ‘’ şu beton binalar ,şu parterler, şu fıskıyeli havuzlar, şu tunçtan Atatürk’ün büstü, bu koca çınarın yanında ne kadar uydurma, ne kadar derme çatma , ne kadar iğreti ve fani gözüküyor ! Sanki bu şeyler bezden ve mukavvadan birer tiyatro dekorudur. Oyun bittikten sonra sanki bir el bunları birer birer yerlerinden söküp çıkaracak, derleyip toparlayarak bir kenara yığacak. Yüz yıllık koca çınarın o saati bekleyen bir hali var. Boğum boğum gövdesi denilebilirki böyle bir bekleyişin sabırsızlığıyla kıvranıp duruyor’’