La Haine (Protesto)
Protesto (La Haine) Mathieu Kassovitz'in 1995 yılında çektiği Fransız filmi. Film, Paris'in gettolarında yaşayan biri pied-noir (Said), biri yahudi (Vinz), biri ise siyahi (Hubert) üç arkadaşın hikâyesini konu alarak, Fransa'da gettolarda yaşayan gençlerin hayatından bir kesit sunmaktadır. Kassovitz'in filmi ırkçılığa ve sosyal sınıf farklılıklarına yaptığı göndermeler nedeniyle hem Fransa'da hem de dünyada oldukça ses getirmiştir. Film, siyah-beyaz çekilmiş olmasının yanı sıra müzikleri (örneğin, patronla derdini anlatan Jamaikalı'nın söylediği şarkı gibi) ve görece kısa olması gibi özellikleri nedeniyle vurucu bir atmosfer yaratıyor. (Kaynak:https://tr.wikipedia.org/wiki/Protesto_(film))

favori filmim la haine'den bir replik

-Tanrı'ya inanıyor musunuz?
-Yanlış soru.

La Haine (Protesto)
Mar Adentro (İçimdeki Deniz)
İçimdeki Deniz (İspanyolca özgün adıyla Mar adentro), yönetmenliğini Alejandro Amenábar'ın üstlendiği, dram türündeki 2004 yapımı İspanyol filmi. Senaryosunu Mateo Gil ve Alejandro Amenábar'ın birlikte yazdığı film, 28 yıl önce geçirdiği kaza sonucu tetraplejik durumda olan Ramón Sampedro adlı eski bir gemi makinistinin ötenazi isteğini ve hayatının son dönemlerini konu almaktadır. Filmin ana karakteri tamamen Sampedro'yu oynayan Javier Bardem bu rolü ile Venedik Film Festivali'nde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü; film ise 77. Akademi Ödülleri ve 62. Altın Küre Ödülleri'nde En İyi Yabancı Film ödülleri ile Goya Ödülleri'nde ise 14 farklı dalda ödül kazanmıştır.

İçimdeki Deniz

Eğer kaçamıyorsan ve başkalarına bağımlıysan gülümseyerek ağlamayı öğreniyorsun

Mar Adentro (İçimdeki Deniz)
Germinal
1848 yılında Fransa’da patlayan devrim, dalga dalga tüm kıtaya yayılarak Avrupa’da çok ciddi bir siyasal/düşünsel hareketliğe yol açtı. Aynı yıl kaleme alınan Komünist Manifesto ise, yayınlandığı yıldan itibaren tüm dünya işçileri tarafından kabul gören bir bildirge oldu ve sadece ezilen proleter sınıfı değil, geniş çapta kitleleri arkasından sürükledi. Bir çok düşünür ve yazar bu düşünce sistemine gönül verip; eserlerinde sınıf savaşımlarından, eşitsizlikten, ezilenlerden bahsettiler. Bunlardan biri olan Fransız yazar Emile Zola, Germinal adını verdiği yapıtında bu hayaletin etkisi altında kalmış Fransız madencilerinin gerçek ve bir o kadar da etkileyici grevini konu almaktadır. Söz konusu eserden uyarlanan film ise aynı çarpıcılıkla karşımıza çıkıyor ve dönemini gerçekçi bir dille sinemaya yansıtıyor. (Kaynak: http://www.otekisinema.com/2014/05/germinal-1993/)

Boş midelerin dengesi üzerine..

- Adaleti sağlamak için paraya ihtiyacımız var. İşçilerin birlik olması bu yüzden önemli. - Kapitalist bir dünyada maaşların artması bir hayaldir. İşçilerin yalnızca kuru ekmeğe ve çocuk yapmaya hakları var. Bu boş midelerin dengesi üzerine kurulmuş bir yasadır. Açlık ve sefalet zindanlarında bir ömür mahkumiyet. Hepsini yıkmak gerek! Evet, kargaşa... Başka bir şey değil.
Germinal
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
784
Baskı Tarihi
2014
ISBN
978-605-360-442-6
Baskı Sayısı
4. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Editörü
Ali Alkan İnal
Mütercimi
Ergin Altay
Dostoyevski bu eserinde, sara hastası bir genç adamın merkezine yerleştirdiği bir dünyada dürüst ve açık bir insan olarak yaşamanın zorluklarına değinmekte ve toplumun ne kadar da iki yüzlü bir sistem üzerine dayanarak ayakta durduğunu gözler önüne sermektedir. Böyle bir dünyada dürüst olmak "budala" olmaktır. Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Budala

Arkadaşını keserken bile dua eden dindar

İnanç konusuna gelince, geçen hafta iki günde değişik dört olay yaşadım. Yeni açılmış bir demiryolu hattında yolculuk ediyordum. Öğleden önceydi. S. adında biriyle dört saattir sohbet ediyordum. Trende tanışmıştım kendisiyle. Onunla ilgili çok şey duymuştum. Bu arada onun bir ateist olduğunu da biliyordum. Gerçekten de çok bilgili biriydi ve ben de böyle biriyle sohbet ettiğim için sevinçliydim. Ayrıca çok görgülü, kibar bir insandı, o kadar ki, bilgi yönünden de, anlayış yönünden de kendisiyle aynı düzeyde biriymişim gibi konuşuyordu benimle. Tanrı ya inanmıyordu. Yalnızca bir şeyi şaşırttı beni: Sohbetimiz süresince sanki hiç söz etmiyordu bundan... Özellikle bu durumu beni şaşırtıyordu, çünkü karşılaştığım tüm inançsızlar, bu konuda okuduğum tüm kitaplar, sanki bundan hiç söz etmiyor, bu konuda yazmıyor gibi geliyordu bana; yanı aslında söz ediyor, yazıyor gibi görünseler bile. Bunu ona da söyledim, ama açıkça söyleyememiş veya anlatamamış olacağım ki, bir şey anlayamadı... Akşam geceyi geçirmek için bir otele indim. Otelde bir gece önce cinayet işlenmişti. Öyle ki ben otele indiğimde herkes bu cinayetten söz ediyordu. Yaşını başını almış, üstelik sarhoş da olmayan ve uzun zamandır dost iki köylü çaylarını içtikten sonra aynı odada kalmaya karar vermişler. Ama iki arkadaştan birinin dikkatini son iki gündür arkadaşının boncuk işlemeli kordona bağlı gümüş cep saati çekiyormuş. Besbelli daha önce hiç görmemişti arkadaşında bu saati. Hırsız değilmiş bu köylü, hatta dürüst bir insanmış, bir köylü olarak yoksul da sayılmazmış. Gelgelelim bu saat öylesine hoşuna gitmiş, onu öylesine cezbetmiş ki, dayanamamış; arkadaşı arkasını dönünce bıçağını çıkarmış, usulca yaklaşmış arkasından, bıçağı saplayacağı yeri nişanlamış, gözlerini yukarı kaldırıp haç çıkarmış, içi sızlayarak “Tanrım, İsa’nın hatırı için affet beni!” diye dua ettikten sonra koyun keser gibi kesmiş arkadaşının boğazını. Çıkarıp almış cebinden saati. Rogojin kahkahalarla gülmeye başladı. Gülme nöbetine tutulmuş gibiydi. Biraz önceki asık suratını düşününce bu gülüşünü yadırgamamak elde değildi. Neredeyse tıkanırcasına, katılırcasına gülerek haykırdı: — Buna bayıldım işte! Evet, çok hoş! Biri Tanrı ya inanmıyor, öteki ise o kadar inanıyor ki, arkadaşını keserken bile dua ediyor... Yok prens kardeşim, inanılacak gibi değil! Ha-ha-ha! \ Evet, harika bu!..

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
584
Baskı Tarihi
Eylül, 2010
Yazılış Tarihi
Nisan, 2001
ISBN
978-975-6614-51-8
Baskı Sayısı
53. Baskı
Basım Yeri
Vefa/İstanbul
Yayın Evi
Küre Yayınları
Editörü
Mustafa Demiray
Orijinal Adı
Stratejik Derinlik

Dinamik bir uluslararası çevrede

Dinamik bir uluslararası çevrede kendileri de dinamik bir değişim süreci içinde bulunan toplumların önünde temelde üç farklı psikolojiye dayanan üç farklı alternatif vardır: Birincisi. kendi dinamizmini sınırlayan statik bir tavrı benimseyerek uluslararası yapının dinamizminin geçmesini beklemek ve bütün tanımlama ihtiyaçlarını uluslararası sistemin istikrar kavuşmasına kadar ertelemektir. Eğer bir toplum kendi dinamizminden korkuyorsa ve kendisini bu nedenle statik tanımlamalar içinde tutmaya çalışıyorsa bu yolu tercih edecektir. İkincisi, kendi dinamizminin odaklandığı güç unsurlarının anlamlandırmaksızın kendini uluslararası dinamizmin akışına kaptırmaktır. Bu da kendini tarih içinde bir özne olarak tanımlama sıkıntısı çeken ve tarihi akan bir nehir, uluslararası güç merkezlerini bu nehri yönlendiren etken unsurlar, kendini de bu akışa kapılmak zorunda kalan sıradan bir nesne olarak gören bir bakış açısının ürünüdür. Üçüncüsü ise kendi dinamizminin potansiyelini uluslararası dinamizmin potasında bir güç parametresi haline dönüştürebilme çabası içine girmektir. Bu tercih her iki dinamizmin kaynaklarını da, mekanizmasını da, akış seyrini de resmedebilen, açıklayabilen, anlayabilen ve anlamlandırabilen bir yaklaşımının ürünü olabilir. Birinciler bir özgüven, ikinciler bir kimlik tanımlaması problemi ile boğuşurken üçüncüler kendi tarih ve coğrafya derinliklerinden kaynaklanan bir özgüvene sahip olmanın psikolojik gücü ile sadece diğer iki yaklaşımca risk unsuru gibi görünen kendi dinamizmlerini bir güç oluşturma kanalına akıtmayı bilmekte kalmaz, aynı zamanda uluslararası dinamizmin dengeye dönüşmesi sürecinde belirleyici olabilen bir strateji performansı da gösterebilirler. Bu çerçevede birinciler vakit kazanmaya ve dinamizmi geçiştirmeye, ikinciler dinamizmin sarhoşluğunda vakti unutmaya yönelirken, üçüncüler vaktin her anını geleceği şekillendirme potansiyeli taşıyan bir büyük değer olarak telakki eder ve hakkıyla değerlendirilmeden geçen her anı kaçırılan bir büyük fırsat olararak görürler.Birinciler kendi toplumsal potansiyellerini kontrol altında tutmaya, ikinciler kendi toplumları ile yabancılaşarak küresel trendlerin trenini kaçırmamaya çalışırken, üçüncüler kendi toplumları ile tarihi bir yürüyüşe çıkmış olmanın kararlılığı içinde toplumun kendi kendi bünyesinde barındırdığı her dinamik unsuru gerektiği anda ve gerektiği şekilde kullanmaya çalışırlar. Birinciler kendi yerel varoluş alanlarını korumaya, ilinciler yerel varoluş alanlarından koparak mümkün olduğunca kısa bir zamanda küresel varoluş alanlarına ulaşmaya çalışırken, üçüncüler kendi yerel varoluş alanları ile küresel varoluş alanları arasında yeni bir anlamlılık ilişkisi kurarak gelecek nesillerini tarihte onurlu birer özne kılacak zemini hazırlamaya çalışırlar. Birinciler kaosun anaforundan korunmaya, ikinciler bu anafora kapılmaya çalışırken, üçüncüler kaostan kozmosa geçişin aktörleri olmaya gayret ederler.

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
393
Baskı Tarihi
Kasım 2007
Yazılış Tarihi
1992
ISBN
9944-125-03-2
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İzmir
Yayın Evi
Kaynak
Editörü
Şeref Yılmaz
Yazan: AHMED ŞAHİN Yazı Kaynağı: Zaman Gazetesi, Ailem Eki, Sayı: 228 Çileli bir devrin hikayesini Ali Ulvi Kurucu merhumun hatıralarından okumak büyük bir şans. Hayatını tamamen ilme adamış yüksek bir kâmet olan merhum Kurucu, hatıralarıyla da irşad vazifesini yerine getiriyor.
Neden Altını Çizdim?
Bu bahsedilen kör düğümlerin yıllar sonra yapılacak bir referandumla önce gevşemesi sonra çözülmesi ihtimali doğdu. Acaba yaşasalar da görselerdi ne düşünürler neler söylerdi bu satırlardaki kişiler....

Kör Düğüm

Celâl Okten Hoca rahmetli de Adnan Menderes Beyi severdi. Adnan Bey, Tevfik İleri'ye söylemiş: "Yazın tatil zamanı İstanbul'da bizim çocuklara Kur'an-ı Kerim öğretecek, din dersi verecek bir hoca isterim..." Araştırmışlar, Celâl Hoca münasiptir, demişler. Celâl Hoca anlatırdı: "Fatin Rüşdü'nün arabası gelir, beni evimden alır, Fatin Rüşdü'nün köşküne götürür, orada Adnan Beyin çocuklarını okuturdum." Celâl Hoca'ya Kayseri'de eski Demokrat mebusları ziyaret ettiğimi söylediğimde, Allah rahmet eylesin, bana, "Celâl Bayar'ı da ziyaret ettin mi?" diye sormuştu. "Hocam, içimden gelmedi." dedim. "Ben de olsam, ben de gitmezdim." dedi. Celâl Hoca şunları söylemişti: "Türk'ün imanının düşmanları, Celâl Bayar'ı, Adnan Beye ayakbağı olarak koymuşlardı... Biliyorlardı ki, bu millet bütün felâketlere, musibetlere rağmen, daima imanına aşina olan kimselere rey verecek, onları kazandıracaktır. "Bunun için, milletin sevdiği kimseler seçimle iktidara gelseler bile, bir iş yapamasınlar diye, hem onların arasına kendi adamlarım soktular hem de bir sürü engeller, kanunlar koydular. "27 Mayıs hükümet darbesinden sonra yapılan anayasalar, çıkarılan kanunlar hep, başa gelecek vatan evlâdı dindar insanların ayağına, eline, diline vurulan kilitler, zincirlerdir. "Milleti temsil eden birileri başa gelse bile, önlerinde kaç tane engel vardır: Anayasa Mahkemesi engeli, Danıştay engeli, Sayıştay engeli, daha bilmem neler... Tabii bunlar, kendileri gibi düşünen, millete ve dine aykırı hükümetlere karşı kullanılmaz... "Yahu şu kadar milletvekilinin, şu kadar senatörün ittifakla aldıkları bir kararı, bilmem ne mahkemesi bozacaksa, o kadar adamı seçmeye, meclisleri toplamaya ne lüzum var? Yahu bu memleket onların çiftliği mi? Maalesef bu işler, işte çözülmesi beklenen kör düğümlerdir..." Merhum Celâl Hoca böyle söylemişti, Allah rahmet eylesin...

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
198
Baskı Tarihi
Eylül 2010
ISBN
978-605-114-289-0
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Timaş
Editörü
Ayşe Tuba Ayman - Sakine Korkmaz
Felsefe Yazıları, diğer eserlerinden farklı olarak Hilmi Yavuz'un felsefeci kimliğini öne çıkarırken, birikim ve analizlerine vurgu yapıyor.

Marksizm ve Etik

Marksizmin, kuşatıcı ve bütünsel bir 'etik'i ve bir hukuk kuramı olmadığı, olamayacağı; çünkü 'ahlak'ın ve 'hukuk'un birer 'üstyapı' kurumu (düzlemi) olarak sınıf-bağımlı (classbound) bir konumda bulundukları; dolayısıyla da, olsa olsa sınıf-bağımlı bir ahlaktan ya da sınıf-bağımlı bir hukuktan söz edilebileceği öne sürülür; 'hukuk'un ve 'etik'in, bağımlı oldukları (toplumsal) sınıfa gönderme yapılarak tarumlanabileceği belirtilir: 'Feodal' ahlak, 'burjuva' hukuku vb. örneklerinde olduğu gibi. Bu öne sürüş doğruysa, Marksizm bağlamında bütünsel, kuşatıcı ve sınıf-bağımlı olmayan bir etikten ya da bir hukuk kuramından değil, sınıf-bağımlı olduğu için parçalı (fragmentary) bir ahlaktan (küçük harfle) ve bir hukuktan söz edilebileceği çıkarımsanabilir mi? Bir başka deyişle, Marksizmde hukukun ve ahlakın sınıf-bağımlı oluşunun, hukuka ve ahlaka ilişkin bütünsel, kuşatıcı ve sınıf-bağımlı olmayan bir kuramı zorunlu olarak dışta bıraktığı söylenebilir mi? Daha başından şunu söylemekte yarar var: Marksizmin kurucularının ayrı bir etik ya da bir hukuk kuramı öne sürmek gibi bir niyetleri olmamıştır. Tersine: Marx'ın ahlaksal önkabullere dayalı normatif bir etik ya da soyut haklara dayalı bir hukuk kuramını reddettiğini bile söyleyebiliriz.

Stalker
İz Sürücü (Rusça: Сталкер) Andrei Tarkovsky`nin 1979 tarihli filmi. Film üç adamın (yazar, bilim adamı ve iz sürücü) Bölge`ye (Zone) yolculuğunu ve Bölge`de yaşadıklarını anlatır. Bölge`ye girmek yasaktır, çünkü Bölge insanın girdiği zaman en içteki dileğini gerçekleştirdiğine inanılan bir odaya sahiptir. Filmin başrol oyuncuları; iz sürücü rolünde Alexander Kaidonovsky, yazar rolünde Anatoly Solonitsyn ve profesör rolünde Nikolai Grinko`dur. Alice Friendlich`de İz Sürücü`nün karısı rolündedir. Film, Boris ve Arkady Strugatsky kardeşlerinYol Kenarında Piknik adlı kısa romanının (Rusça:Пикник на обочине) birebir olmayan bir uyarlamasıdır. Romanda, Bölge bilime karşı gelen birçok garip yapıdan ve döngüden oluşur. Romanla film tam anlamıyla aynı olmasa da karakterler ve yaşadıklarına tepkileri benzerdir.

Sertleşen Kaybediyor Demektir

Zayıflık kutsal, güç ise değersizdir. İnsan doğduğunda zayıf ve esnektir. Öldüğünde güçlü ama çürümüştür. Çürümek ve güç, ölümün yoldaşlarıdır. Esneklik ve zayıflık ise varlığın tazeliğini ifade eder. Bundan ötürü sertleşen kaybediyor demektir.
Stalker
Matrix
Matrix (Özgün adı: The Matrix), Larry ve Andy Wachowski kardeşlerin yazıp-yönettiği bir bilim kurgu film. 1999 yılında gösterime girdi. Filmde Keanu Reeves, Laurence Fishburne, Carrie-Anne Moss ve Hugo Weaving gibi yıldızlar yer almaktadır.

Telefon Konuşması Hakkı

Ajan Smith: Bana söyler misin bay Anderson, Eğer konuşamıyorsanız telefon konuşması hakkı ne işe yarar?
Matrix

Kapitalizmin tezgâhına karşı, müslüman, evinde mutlu olan adamdır!

"Akşama kadar evden çıkmadım. Okudum. Düşündüm. Kapitalizm benim gibi evde oturan adamı naapsın? Hiç hazzetmez. Evde oturan adama bir şey satamaz çünkü. Bu yüzden de, insanın evde sıkılacağına dair yalanlar üretmiştir: mutluluğu, neşeyi, eğlenceyi 'evin dışında' konumlamıştır. Zavallı insan kardeşlerim de bu oyuna gelir, evde canının sıkıldığı yalanına inanır, dışarı çıkar ve kaçınılmaz bir şekilde para harcar. Yemeğe çıkmak, sinemaya gitmek, alışveriş yapmak bir mutluluk biçimi olarak sunulur. Evde pineklemek, uyuz uyuz oturmak gibi tabirlerle de evcimen hayat küçümsenir. Oysa kapitalizmin bu tezgâhına karşı, müslüman, evinde mutlu olan adamdır. Bu sebeple bayım, biz evimizi bilinçle ve inatla sevmeye devam edeceğiz. Gerçi kapitalizm, televizyon ve internet aracılığıyla, evdeki adamın da cebindeki paraya gözünü dikmiş durumda. Evine kapanan adamı bile rahat bırakmıyorlar. Şeytan dünyayı bu yüzyılda süslediği kadar hiç süsleyememişti. Kitap'tan uzak duran, dünyanın süslerine aldanacaktır vesselam."