Avatar - Son Hava Bükücü (The Last Air Bender)
M. Night Shyamalan tarafından çekilen, 2010 yapımı Avatar: Son Havabükücü isimli çizgi serinin uyarlaması olarak tasarlanan üçlemenin ilk filmi'dir. Nickelodeon ve Paramount Pictures tarafından yapılmıştır. Aslında üçlemenin isminin serininki ile aynı olması planlanıyordu. Ama James Cameron'ın yönettiği 2009 yapımı, üç boyutlu bilim kurgu filmi Avatar la olan isim benzerliği sebebiyle Shayamalan, üçlemenin adından "Avatar" kelimesini çıkarmış ve üçlemenin adını da "Son Hava Bükücü" olarak değiştirmiştir.Senaryo yazımında serinin yaratıcıları Michael Dante DiMartino ve Bryan Konietzko Shyamalan'ı yalnız bırakmamışlar ve Senaryoyu birlikte hazırlamışlardır.Yaratıcıları seriyi senaryo'ya dönüştürürken ana karakter Aang'i geliştirip, daha aktif ve cesur bir karaktere dönüştürmüşlerdir. Orijinal seri'de üç sezon boyunca yaşanan olaylar toplamda dokuz ayda yaşanırken, üçleme'deyse üç yıl'da yaşanacak. Seriyle filmin arasındaki başka bir fark, Aang ve Iroh'nunkiler gibi isimlerin İngilizce yerine orijinal Asya fonetik okunuşlarıyla okunması.Bu filmi seriye göre daha gerçekçi kılıyor.Filmde serinin aksine ateş bükücülerin çoğu kendi ateşlerini yaratamaz, yalnızca Iroh,Zuko ve bazı ileri seviye ateş bükücüler kendi ateşlerini yaratabilmekte.Ve Avatarlar'ın aile kurmaları'nın imkansız olması Zuko ve Azula'nın Avatar Roku'nun torunları olmasını imkansızlaştırıyor.Filmde Roku Ruhlar dünyası'nda Aang'e (tıpkı dizide Zuko'ya rüyasında göründüğü gibi) Ejder formunda görünüyor. 2009 Mart'ında çekimlerine başlanan filmin oyuncuları ise çoğunlukla yeni yüzlerden oluşuyor. Üçleme olarak tasarlanan projeye Paramount Pictures 350 milyon dolarlık bir bütçe ayırdı. 2011'de ikinci ve 2012'de üçüncü filmin tamamlanması planlandı. Üçlemenin ilk filmi olarak düşünülen ilk film serinin ilk sezonunu kapsıyor.Film dört ayda 318 milyon dolar hasılat elde etmiştir.

Suyu dinle

Su, bize kabullenmeyi öğretir.
Avatar - Son Hava Bükücü (The Last Air Bender)
Mar Adentro (İçimdeki Deniz)
İçimdeki Deniz (İspanyolca özgün adıyla Mar adentro), yönetmenliğini Alejandro Amenábar'ın üstlendiği, dram türündeki 2004 yapımı İspanyol filmi. Senaryosunu Mateo Gil ve Alejandro Amenábar'ın birlikte yazdığı film, 28 yıl önce geçirdiği kaza sonucu tetraplejik durumda olan Ramón Sampedro adlı eski bir gemi makinistinin ötenazi isteğini ve hayatının son dönemlerini konu almaktadır. Filmin ana karakteri tamamen Sampedro'yu oynayan Javier Bardem bu rolü ile Venedik Film Festivali'nde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü; film ise 77. Akademi Ödülleri ve 62. Altın Küre Ödülleri'nde En İyi Yabancı Film ödülleri ile Goya Ödülleri'nde ise 14 farklı dalda ödül kazanmıştır.

Özgürlük..

Biçimsiz ve bozulmuş bir bedenin bekçisi olan bir insan için, yani benim için, saygınlık nedir? Ben, hayatı, özgürlüğü; seven çoğu insan gibi, yaşamanın bir hak olduğuna, ama bir mecburiyet olmadığına inanıyorum.[Ramon Sampedro]
Mar Adentro (İçimdeki Deniz)
Vesikalı Yarim
Vesikalı Yarim, 1968 yapımı siyah-beyaz Lütfi Akad filmi. Hüzünlü bir aşk hikâyesini anlatan film, özgün sinema diliyle, Türk sinemasının klasiklerinden sayılmaktadır. Film, manav Halil'le pavyon şarkıcısı Sabiha'nın aşk öyküsünü doğal ve çarpıcı diyaloglarla anlatır. Dönemin diğer Türk filmlerine göre karakterler ve olaylar, gerçeğe daha yakındır. Film, Türkân Şoray'ın 1958 de başladığı sinema hayatında 1967 yılında çevirdiği Ana filmiyle aldığı ödülden sonraki ikinci büyük ödül aldığı filmdir ve oyuncunun gelecekte hem Türk sinemasının en iyi oyuncularından biri, hem geniş hayran kitlesine sahip bir yıldız olacağının işaretlerini taşır. Filmin akılda kalıcı unsurlarından biri de, Şükran Ay'ın seslendirdiği şarkılardır. Özellikle, finalde çalan Kalbimi Kıra Kıra şarkısı, filmle özdeşleşmiştir. Önemli özelliklerinden biri güçlü diyalogları olan filmin kimi replikleri de klasikleşmiştir. Bunların belki de en bilineni, Sabiha'nın Halil'e söylediği ve ilişkilerinin imkânsızlığını vurgulayan, "Çok eskiden rastlaşacaktık." cümlesidir.

Sabiha

Asıl şimdi yıktı beni...
Vesikalı Yarim
Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
96
ISBN
9758180746
Baskı Sayısı
9. Baskı
Necip Fazıl Kısakürek'in tiyatro eseri.

İstemek

"Senin mi hiçbir dileğin yok? Sen mi hiçbir şey istemiyorsun? madenini, ihtiras, merkezine kadar pasa boğmuş... Sakın onları sileyim deme; kül gibi dökülür, gidersin. Sen, yalnız istiyorsun, istiyorsun... İsteye isteye bu hale geldin; ya isteye isteye kurtulacak, yahut duvarda bir böcek lekesi gibi silinip gideceksin. İstiyorsun, hudutsuz istiyorsun; istemek için doğdun. Bulamamak yüzünden de öleceksin. Bir bulduğun zaman, bin istiyorsun. Zaten bulduğun şeyin sence ne kıymeti var? Sen bulunmayacak şeyi istiyorsun. Dünyaların görmediği kadını, lisanların bilmediği cümleyi, kasaların almadığı serveti, başbuğların tatmadığı nüfuzu istiyorsun. Bunlar yine hiçbir şey değil... Sen bilmek istiyorsun; felâket orada ki, bilmek istiyorsun. En uzak maddenin en silik atomundan, en çelimsiz insanın en belirsiz hareketine kadar, eşya ve hâdiseleri saran kanunu bilmek istiyorsun. Başı önünde, tevekkül ve teselli içinde akan insan zincirinin herhangi bir halkası olmaya razı değilsin. Bu zincirin ilk ve son halkasını ele geçirmek, birbirine bitiştirmek istiyorsun. Halbuki sıfır, sıfır!.. Elinden hiçbir şey gelmiyor. Zira hudutluya sığmıyor, hudutsuzu da dolduramıyorsun. Böylece dolduramadığın hudutsuza karşılık, sığamadığın hudutlu, seni hükmü altına alıyor. Uçmak dilerken, yürümeni şaşırıyorsun. Krallara iradeni telkin etmek yerine, çöpçülerin nüfuzu altına giriyorsun."

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
240
Baskı Tarihi
Ocak 2006
ISBN
975-352-015-8
Baskı Sayısı
8. Baskı
Yayın Evi
Pınar Yayınları
Mütercimi
Abdi Keskinsoy

İslam'ın İlkeleri

Allah Teâlâ koleksiyon misali biriktirip Medine'ye hicretle devletlerini kurar kurmaz tatbik etsinler diye müslümanlara Mekke'de hukuk ve nizam prensipleri vaz'etmeyi istememiştir. Bu, İslâm dininin özelliklerinden değildir. İslâmiyet ilk planda uygulanabilirliğe ve ciddiyete değer verir. Bu din teorik çözümler önermek için varsayımlara dayanan problemler üretmez. Bu din Allah Teâlâ'nm şeriatına bütün yönleriyle ve gönül rızasıyla teslim olmuş, onun dışındaki tüm düzenleri reddeden pratik bir toplum ortaya çıktığında büyüklüğü, şekli, bağlantıları ve şartları muvacehesinde değerlendirmek suretiyle o toplumun gündelik yaşantısını, pratiğini, dünya ve ahiret hayatını yine büyüklüğüne, şekline, bağlantılarına ve şartlarına uygun bir hukuk esasına dayandırır. İslâmiyet'in hususiyetini ve Allah Teâlâ'nm emri doğrultusunda pratik hayatla ilgili tutumunu kavrayamayanlar; ortada, inandığı nizamı benimseyip tatbik edecek, Allah'ın indirdikleriyle (şeriatla) hükmedecek ve onun dışındaki diğer tüm sistemleri reddedecek bir toplum yokken İslâmiyet'ten pratik hayata ilişkin yasalar, sosyal düzen formları ve teoriler üretmesini beklemekte ve İslâm'ın bu şekilde olmasını istemektedirler.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
1
Baskı Tarihi
Aralık 2013
Baskı Sayısı
1. Baskı
Yayın Evi
DOĞUBATI
Mütercimi
Ahmet EKEŞ
"Böyle kendi köşemde manevi yönden çürümüş, çevremden, gerçek yaşamdan kopmuş, kendi yer altı dünyamda kendi yarattığım nefrete boğulmuş olarak, yaşama nasıl yan çizdiğimi uzun uzadıya anlatmanın ne gereği var sanki? " Ben hasta bir adamım... Topraktan ve halkın temelinden kopmuş... Kendi kendime serüvenler uydurur... yaşama oyunları oynardım... İçimdeki sürekli kaynaşmayı dış etkilerle bastırmaya çalışırdım... ...Dünyada ikinci derecedeki bir rolü kendime yakıştıramıyor, bu nedenle de ikinci olmaktansa sonuncu olmaya seve seve katlanıyordum...

Okumak

"Evdeki en büyük uğraşım kitap okumaktı. İçimdeki sürekli kaynaşmayı dış etkilerle bastırmaya çalışırdım. Kullanabildiğim tek dış etki ise okumak, yalnızca okumaktı. En çok okumanın yardımı dokunuyordu bana; heyecan, zevk, acı... Arada bir canımı da son derece sıktığı oluyordu. Bazen yine de bir şeyler yapmak isteğini duyuyordum; o zaman da gözlerden uzak, karanlık, çirkin -sefahat bile denilemeyecek- bir sefahat âlemine kaptırıyordum kendimi. Her zamanki cılız hırçınlığım yüzünden tutku adını verebileceğim duygularım keskin ve yakıcı oluyordu. İsteri nöbetini andıran bunalımlar gözyaşlarıyla, çırpınmalarla birlikte geliyordu. Okumaktan başka ne yapabileceğim şey ne de gidebileceğim yer vardı. Çevremde saygı duyduğum, beni kendine çekebilecek bir uğraş bulamıyordum."

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
420
Baskı Tarihi
2005
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Klasik
Mütercimi
Hasan Tuncay Başoğlu
Bosna'nın özgürlük mücadelesiyle özdeşleşen Aliya İzzetbegoviç, siyasi bir figür olmanın yanında aynı zamanda çok önemli bir düşünür de. Onun eylemci kişiliğinin yanı sıra kendisini ele veren bilge kişiliği, öncülük ettiği özgürlük mücadelesinin karakterini belirlemiştir. Bu kitap, Aliya İzzetbegoviç'in bilge kişiliğinin billurlaştırdığı düşünce yoğunluklu metinlerden oluşmaktadır. Kısa ancak yoğun ve çarpıcı notlarda kendisini ele veren fikri derinlik, onun tarih kurucu kişiliğinin entelektüel boyutu hakkında zengin ipuçları vermektedir.
Neden Altını Çizdim?
Demek ki ciltler devirerek alim olunmaz, irfan elde edilemez...

Okumak...

326. (...) Bir arının poleni bala dönüştürmesinin "dahili" çalışma ve zaman gerektirmesi gibi, okuma da şahsi bir katkı gerektirir.

Türü
Akademik
Sayfa Sayısı
217
Baskı Tarihi
nisan 2010
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-8717-01-4
Baskı Sayısı
5. Baskı
Basım Yeri
ankara
Yayın Evi
doğubatı
Mütercimi
Oğuz Adanır
Neden Altını Çizdim?
bu benzetmeyi daha önce cengiz aytmatov'un gün olur asra bedel kitabında da okumuştuk

Kapitalizm-Komünizm

Komünizmle kapitalizm arasında katıksız bir suç ortaklığı vardır. Bir başka deyişle bu iki rakip kendi egemenlik alanları içinde,toplumsal iilşkiler düzeyinde birbirine benzeyen bir boyun eğme biçimi oluşturabilmek için (bunu gerçekleştirebilmek için her iki taraf muazzam özveride bulunmayı kabul etmiştir) bir iş bölümü yapmışlardır. Örneğin; Kuzey Vietnamlılar, Amerikalıların çekilme senaryosu konusunda, kendilerine verilen öğütleri dinlemek zorunda kalmışlardır. Çünkü bu senaryonun doğal olarak onları rezil etmemesi gerekiyordu.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
724
Baskı Tarihi
2004
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim
Türk edebiyatının en önemli eserlerinden biri olan Tutunamayanlar, eleştirmen Berna Moran tarafından, "hem söyledikleri hem de söyleyiş biçimiyle bir başkaldırı" olarak nitelendirilmiştir. Moran'a göre Tutunamayanlar'daki edebi yetkinlik, Türk romanını çağdaş roman anlayışıyla aynı hizaya getirmiş ve ona çok şey kazandırmıştır. Oğuz Atay, özellikle Tutunamayanlar romanında, modern şehir yaşamı içinde bireyin yaşadığı yalnızlığı, toplumdan kopuşları ve toplumsal ahlaka,kalıplaşmış düşüncelere yabancılaşan, tutunamayan bireylerin iç dünyasını anlatır. Yapıtları eleştiri, mizah ve ironi barındırır.

Yaşamayı bilememek

"Beni kötü yetiştirdiler. Annem de, babam da bana gerekli eğitimi vermediler. Yaşamak için demek istiyorum. Bana yaşamasını öğretmediler. Daha doğrusu, bana her şeyin öğrenilerek yaşanacağını öğrettiler. Yaşanırken öğrenileceğini öğretmediler. Ben de kolayca razı oldum bana öğretilen bu yanlışlara. İnsan, kendi bulurmuş doğru yolu. Ben bulamazdım. Bana, başkalarına gösterdikleri basmakalıp yolları öğrettiler. Başka türlü bir itinayla tutmalıydılar beni. Daha fazla değil, farklı. Normal bir insan olmaya zorladılar, bana boş yere vakit kaybettirdiler. Olmayınca da, anormal dediler. Ben de kendimi anlamadım: bütün hayatım boyunca normal bir adam olmaya çalıştım. Arkadaşlarla geneleve gittim, müstehcen romanlar okudum ve sokakta genç kızların peşinden gittim. Hiçbirinde tutarlılık gösteremedim. Bunun üzerine anormal olduğuma karar verdiler. Onlara biraz olsun benzeyebildiğim ölçüde kendimi mutlu sayıyordum. Kendimi onlardan ayırmasını beceremedim. Hitler, genel yatakhanelerde işçilerle kalırken bile onlardan ayrı olduğunu hisseder, onlara yaklaşmazmış. Bende böyle bir içgüdü yoktu. Sınıfta toplanıp müstehcen resimleri seyrettikleri zaman, onlardan uzaklaşmak gerektiğini bilemedim. Oysa, onlar gibi hissetmiyordum. Duyduğum bu yabancılığı, onlardan geri kalmak diye nitelendirdim ve nefes nefese onlara yetişmeye çalıştım. Bu bakımdan yakınmaya hakkım yok. Onlar gibiydim. Bu kıskanç korku gelinceye kadar, yaptıklarım bakımından değilse de, aklımdan geçenler bakımından aşağılık bir hayat yaşadım. Büyük ve güzel şeyler yerine, aşağılık şeyler düşündüm. Şimdi de durum düzelmiş değil: hiçbir şey düşünemiyorum. Çok bayağı bir olay. Neresinden tutulsa insanın elinde kalıyor: dağınık ve çürük bir örgü. Evet, haklıydı akrabalar. Ben, normal olmadığım için anormal olan bir çocuktum. Allah beni kahretsin ve ediyor da. Montaigne, kötü davranışlardan, istemediğiniz için kaçının, diyor: beceremediğiniz için değil. Beni ne güzel açıklıyor. Ben de diyorum ki: Sayın Montaigne ve sizin gibiler! Canınız cehenneme! Sizin haklı olmanız bana hiçbir şey kazandırmıyor. Köşemde kıvrılıp ölüyorum işte. Siz de sevimli akrabalarım kadar yabancısınız bana. Adınız Marki bilmem ne de olsa... Tabii siz gurur duyuyorsunuz düşüncelerinizden. Diyorsunuz ki, Selim Işık diye bir mesele olmamıştır. Olmayan bir mesele için, düşünce tarihinin insanı yücelten gelişimini bozamayız. Siz, kendini şövalye sanan Don Kişot gibi ilginç de değildiniz üstelik. Özür dileriz, bizi rahatsız etmeyin. Düşünecek meselelerimiz var. Her gün yüz binlerce insan ölüyor. Ancak ilginç olaylarla uğraşabiliriz. Next please!"