Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı

Bir İç Sömürgecilik Araştırması

Burası korkunçtur! Bir yandan komunizmi önleyeceksin, öte yanda olası bir yerel lideri. Elia T Zwrayk'ın 'İsrail'deki Filistinliler, Bir İç Sömürgecilik Araştırması' diye bir kitabı vardır. İsrail'in siyasi hedefinin, Arapları sindirmek, Yahudilerin egemenliğe engel olabilecekleri duruma gelmelerini önlemek için aldıkları tedbirleri anlatır. Ne zaman bir lider belirmeye başlasa, ortadan kaybedilmiştir. Aynı doğrultuda, Türk egemen sınıfları Anadolu'yu Saidi Nursi ile paylaşacak değillerdir, müridlerinin canı cehennemedir! Menderes, 'bizim' cumhuriyetimize yakışmıyordur, seçmenlerinin de canı cehennemedir! Deniz Gezmiş düzenimizi tehdit ediyordur, yasa tutsun tutmasın idam edilir. Daha da korkuncu, Saidi Nursi'nin cenazesinin kaybedilmiş, Menderes'in asılmış olmasına, bir yönüyle de olsa 'hak' veren bir ruh halinin yerleştirilmesidir. Siyonistlerin misyonuna kazandırılan 'evrensel haklılık' gibi bir haklılıktır bu!

Yeniden iyi biri olmak mümkün.

Bir söğüt ağacının yakınındaki tahta sıraya oturdum. Rahim Han'ın telefonu kapatmadan hemen önce, aklına son anda gelivermiş gibi söylediği şeyi düşündüm: "Yeniden iyi biri olmak mümkün." Bir kez daha yukarıya, ikiz uçurtmalara baktım. Hasan'ı düşündüm. Baba'yı. Ali'yi. Kabil'i. Her şeyi değiştiren o 1975 kışına kadar olan yaşamımı. Her şeyi değiştiren ve beni, bugün neysem o yapan kışı.

İkimizden de olsa daha iyi..

NEDİME: Benim üzerimde hükmünü kendin ver! MAZLUM HOCA: Vereyim! Burada kalacak, benimle beraber her gün biraz daha halka inecek, köylüleşecek, topraklaşacaksın! Birde bana bir yetim oğlan doğurmanı istiyorum! NEDİME: Babadan mı anneden mi yetim? MAZLUM HOCA: İkimizden de olsa daha iyi...

Sarıklı Şehidler..

YETİM HOCA: Şehid babanın Şehid oğlu Yetim Hoca, Moskof'tan öç alınıncaya kadar bu evden yalnız Şehid ve Yetim çıkmasını vasiyet ediyor. Anlıyor musun oğlum? Sarığı çözüp yarama bastırın! Kanımı durdursun diye değil, içsin diye.. Mazlum bu sarığı saklasın, oğuldan oğula devretsin. Benimle Sarıklı Şehidler, bugün dokuza çıkıyor. Birgün Kars'ın ismini, "Kanlı Sarık" koyabilirler. Onu her defa Sarık kurtardı. Allah!..

Ya namusumuz?..

YETİM HOCA: Ağlama, Ayşe, ağlama!.. Gözyaşı bizim halimize denk düşmez. Ağlayacak olsak sular kabarır. Moskof şehirde.. Ermeni uşakları, ardında.. Üstüste yardım geliyor arkasından.. Bu gece büyük bir kırgın olacak.. Müslümanlar'ı kırıp dökecekler, şehri yıkıp yakacaklar. Ne can, ne mal, ne ırz!.. Haydi canımızla malımız gitsin.. Ya ırzımız?.. İmanımızın düğüm noktası namusumuz?..

Çünkü..

Bu düşmanlık, ne ateşle su, ne akla kara, ne dağla uçurum arasında vardır. Ateş suda yanabilir, ak karanın içinde eriyip onu boz rengine çevirebilir, dağla uçurum bir ovada buluşabilir. Fakat Türk'le Moskof, bir arada, aynı aheng içinde hayal edilemez. Çünkü Moskof, Türk'ün, yalnız maddesine değil, ezelden beri ruhuna da düşman...

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı

Süt ve Bal Akan Ülke

Sömürgeciler, işe, göz diktikleri toprak parçasını överek, ona haniyse "ulvi" nitelikler yakıştırarak başlarlar. Mesela, daha onyedinci yüzyılda -İsrail'in kurulmasından 300 yıl önce!- George Sandys, İngiliz şair, Filistin'i "süt ve bal akan ülke; yaşama elverir bir dünyanın ortasında, ılıman bir iklimde; güzel dağlar, zengin vadilerle süslenmiş, mükemmel sular fışkırtan kayalar; hiçbir köşesi yok ki, esenlik ve servetten yoksun olsun!' diye anlatırdı. İkinci aşamada, tamah edilen toprak, üzerinde yaşayan insanlardan soyutlanır, sömürgecilerin gönlünde eski medeniyetleri, görkemli geçmişi -nasılsa bir yerlerde bir iki harabe vardır!- ve yerlilerden olmasa, "muhteşem!" olabilecek geleceği ile yer eder! Gel gör, o güzelim topraklardan o Allah'ın belası yerliler hiç eksik olmazlar! Bu durumda iki şey yapılabilir: Birincisi Golda Meir Örneği, ' Filistinliler diye birileri yoktur! diye kestirip atmaktır. Bu yutturulabilirse dünya kamuoyuna 'ülkesiz bir halk için, halksız bir ülke' gibi fevkalede akılcı ve haklı bir dilekçe ile başvurulabilinir! Ha, eğer bu pek bir kör kör parmağım gözüne bir iddia ise, bir ikinci yol daha vardır. O da, yerlilerin var olduğuklarını kabul etmekle birlikte, 'onlar sayılmaz'ı oynamaktır. Yerliler 'sayılmaz' çünkü ya Kızılderililer gibi 'vahşi' ya da Araplar gibi marjinal bir medeniyetin mensupları oldukları için o güzelim toprak parçasına layık değildirler! Sömürgecilerin yakıştırmalarının tutması ve sürmesi için 'yerliler'in kendilerini takdim etmeleri, çağdaşlarına bir özgeçmiş, bir niyet mektubu sunmaları önlenir. İlk aşamada 'takriri sükûn' kanunu türünden önlemler alınmak suretiyle yerlilerin gerçekliklerinin üstü örtülür. İkinci aşama biraz daha karmaşıktır; bir yandan yerlilere özgeçmişleri unutturulurken, öte yandan da onları sömürgecilerin çıkarları doğrultusunda yeniden biçimlendirmek geretirir ki, o doğrultuda düzenlenmiş eğitim sisteminin uygulamaya konulması demektir.