Doğu ve Batı

Doğuyu Batıyı bilmeliyim. Eski uygarlıkları derinlemesine incelemeliyim. Yükseliş ve düşüşlerin sebeplerini derinden derine araştırmalıyım. Allah'ın insanoğluna en büyük nimeti olan İslâm inanç ve medeniyetine mensup olan bir toplum nasıl olur da bugünkü acıklı duruma düşer? Bunun mutlaka bir veya bir çok sebebi vardır. Bunu bilmeliyim. İşte bütün bu konuları incelemekte ilim benim rehberim olacaktır.

Tatar Ramazan
Tatar Ramazan, Kerim Korcan`ın aynı isimli eserinden uyarlanan serinin ilk filmi. Olaylar II. Dünya Savaşı`nın bütün hızıyla sürdüğü 1942 yılında geçmektedir. Ahmet Kaya`nın müziklerini yaptığı film Cumhuriyet gazetesinin o dönem attığı manşetlerle anılır. Kerim Korcan'ın aynı isimli eserindeki 9 hikayeden sürgüne gönderilişine kadar olan hikayeleri içeren bu ilk filmin konusu; toprak sahiplerinden Abidin Ağa`nın oğlunu vuran Tatar Ramazan dört yıl hapis yatmıştır. Çıktığında Zeynep ailesinin baskısına rağmen Tatar Ramazan`ı karşılar, köye dönerler. Oda sahnesinde, Ramazan evi satıp beraber İzmir ya da İstanbul`a gitmeyi planladığını söyler. Fakat Abidin Ağa`nın oğlu Necmi yakasını rahat bırakmaz ve kısa bir süre sonra yağmurlu bir günde Hamdi`yle birlikte Ramazan`ı sıkıştırır, Ramazan yaralanır fakat bıçağıyla Hamdi`yi öldürür. Necmi kaçar. Bu olay üzerine 11 yıl hapis yiyen Ramazan tekrar hapishaneye düşer. Bu arada Zeynep de sürekli aile baskısı altındadır. Gittiği hapishanede kimseye bulaşmamaya çalışan Tatar Ramazan esrar satan, kumar oynatan bir koğuş ağasıyla karşılaşır. Başlarda "rahat durmadı demesinler" diye kimseye bulaşmamaya çalışır. Aynı zamanda hapishanede İdamlık Hüseyin`e de ağabeylik eder ve hapisane müdürüne Ankara'ye mektup yazması için konuşur. Fakat bu konuda da hapishane müdürü onu aldatır. Zamanla koğuş ağasının (Koca Mustafa ve Cıbıl Halil) da gardiyanlarla beraber olduğunu görür. Sonunda dayanamayarak Mustafa`ya bir tokat patlatır. Gariban kesimi arkasına alır ve gariban kesim arasında sevilen sayılan birisi olur. Mustafa bu tokadı sindiremeyerek geceleyin Tatar Ramazan`ı arkadaşlarıyla öldürmek ister fakat Ramazan olayı anlar ve Mustafa`yı bıçaklayarak öldürür. 7 sene daha alır ve sürgüne gönderilir...700 kasaba.70 vilayet.7 düvelde namı söylendi... Kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/Tatar_Ramazan_(film)

Ekmek

Ramazan: Bir ekmeği beraber bölüşerek yemektir hüner.
Tatar Ramazan
Bab'Aziz
Tunuslu yonetmen Nacer Khemir'in 2005 yılında filmini çektiği bir yol hikayesi...

Bab'Aziz

‘Dünyadaki ruhlar kadar , tanrıya giden yol vardır..’ – Bab'Aziz ... ‘Sanki suyla temaşa halinde görünmektedir ve suda gördüğü, kendi görüntüsü değildir. Çünkü sadece aşık olmayanlar , kendi yansımalarını görürler..’ – Bab'Aziz ... ‘Yürümek kafidir sadece yürü.. Davet edilenler yollarını bulacaktır..’ – Bab'Aziz ... ‘Herkes yolunu bulmak için en değerli hediyesini kullanır; senin için sesindir, şarkı söyle oğlum, yol sana görünecektir..’ -Bab'Aziz .. İshtar : ‘Bab'Aziz ya kaybolursan?’ Bab'Aziz : ‘Ben yolumu bulurum, inancı olanlar asla kaybolmazlar, barış içinde olan kişi asla yolunu kaybetmez..’
Bab'Aziz
Vizontele
Vizontele, 2001 yapımı Yılmaz Erdoğan - Ömer Faruk Sorak filmidir. Senaryosunu da Yılmaz Erdoğan'ın yazdığı film Hakkâri'de geçmekteyse de, burada çekim yapmanın zorluğu nedeniyle çekimler, Van'ın Gevaş ilçesinde yapıldı. Çoğunlukla BKM oyuncularının rol aldığı filmin 2004 yılında Vizontele Tuuba adlı bir devam filmi çekildi.

Güvercinler

Emin : İçinizde takla atmayan güvercinler var, kendini keklik zannedenler var, siz taklacı güvercinisiniz kardeşim; içinizde koca bir günü iki taklayla savuşturanlar var, hangilerinizden bahsettiğimi sizde çok iyi biliyorsunuz ama ben burda isim verip hiçbirinizi arkadaşlarınızın içinde şey etmek istemiyorum ama bu böyle gitmez kardeşim, bu böyle gitmez... Bundan sonra takla yok yem yok, takla yok yem yok. Yeter be, ee sen takla atma, o takla atmasın. Ben mi atacak taklayı? ...
Vizontele
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
416
Baskı Tarihi
Nisan 2013
ISBN
978-975-352-011-9
Baskı Sayısı
9. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Pınar
Allah (c.c), kendi yolunun küllenmiş işaretlerini hatırlatmak için zaman zaman peygamberler göndermiştir. Bu peygamberler, mesajlarını yaymaya çalışırken hem kendilerini engellemek isteyenlerin, hem de taraftarlarının zulümlerine maruz kalmışlardır. Bu taraftarlardan bir kısmı peygamberin getirdiği sahih inancı olduğu gibi yaşamaya çalışırken, bir diğer kısmı kitabı tahrif etmek, bidat ve hurafelere tâbi olmak ve peygamberlerini adeta ilahlaştırmak gibi durumlara düşmüşlerdir.

Rüstem

Farisiler (İslam'ı kabul ettikten) yüzyıllarca sonra bile kendilerinin diğer insanlardan üstün oldukları inancını kaybetmezler. Fırsat buldukları her konumda da bunu açığa vururlar. Kadisiye'de, Sa' d b. Ebi Vakkas'ın komutasındaki İslam ordularının karşısına Küfür ordusunun komutanı olarak Rüstem çıkar. O, o gün ve o şartlar altında küfrün temsilcisi ve başıdır. Müslümanlar bunu böyle bilip ona göre davranırlar. Ancak 3 yüzyıl sonra, Kitabına besmele ve dualarla başlayan, Müslüman olmakla övünen Firdevsi, Rüstem'i örnek kahraman, yüce şahsiyet olarak anmaktan çekinmez. O, meşhur şiirleriyle eski Fars kimliğini koruma ve canlandırma görevini üstlenip, bunu görev bilerek çalışmalarına devam eder. Hatta şu bile söylenebilir ki, Fars'ın mahalli gelenek ve göreneklerini bir bütün haline getirip sistemleştirme işini, İslam rengi altında başarmaya çalışır ve başarır da. Böylelikle sistemli, bütün bir Fars kültürü oluşur.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
144
Yazılış Tarihi
1979
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İz Yayıncılık
Anadolu’nun bir taşra kentinden Yeni Dünya’nın metropollerine kadar uzanan bir coğrafyada kaynaşan insanımız... Modernleşmiş olanlarla kişiliklerini koruma çabasıyla bunun dışında kalanlar... Her iki kesitte yaşayan insanların kendi kendileriyle gerek çevreleriyle olan çatışmalarından doğan dram... Eksik kalmış aşklar, eksik bırakılmış eylemler... Bu kitabı okurken Batı kültürünün baskısı ile çaresiz bırakılmış insanımızın bocalayışını, gizli protestolarını ve gizli kabullenişlerini göreceksiniz...

İnsanlar

" İnsanlar, diye seslendi. ... İnsanlar, dedi yeniden. ... Ey cemaat-i müslimîn, dedi, bekledi. ... Ey cemaat-i müslimîn ve gafilîn.. ... Sizler nasranî misiniz? diye sordu ... Yoksa mecusî misiniz? dedi adam ... Hangi millettenseniz? diye sordu adam, gözlerini kalabalıkta dolaştırarak. ... Şimdi namazdan çıktığınıza göre İslâm milletindensiniz, dedi adam bakışlarını o belirsiz, bilinmeyen noktadan ayırmayarak. Ve devam etti: Ama bunu ispat edebilir misiniz? Siz buraya, camiye namaz kılmaya geldiğinize göre İslâma uyan insanlarsınız? Fakat hani İslâmınız? ... Allah celle celâluhû ...sizden öncekileri niçin helak etti biliyor musunuz? dedi, çünkü onlar kâfirlere benzemeye başlamışlardı. Kardeşlerim! ... içinizdeki İslâm'ı gösterin. Çünkü İslâm, sizin üzerinizde görünmek ister. İman gizlidir, İslâm açık. İman kalbdedir, İslâm zahirde. İslâm şeriatsa, şeriat sizin amellerinizde görünmek ister. Yaşlı adam sustu gene. Sözlerinin anlaşılıp anlaşılmadığını irdelemek istiyor sanki. Ama susması çok kısa sürdü. Yeniden konuştu: Söz çok, ama sözlerle oyalanacak vakit yok. Hani amelleriniz? Benim gibi zamanın uzaklarından gelmiş bir garip sizi şu halnizle görse, vallahi size müslümanlar demezdi. Sizler namaz kılan nasranîlere benziyorsunuz. Namaz kılıyorsunuz ama görüşünüz nasranîlere gibi. Kardeşler! Dışı kâfire benzeyen insanın içi de ona benzemeye başlar. Söz çok, ama uzatmaya gerek yok. Dönüş yakındır.. O'na döndürüleceğimiz gün yakındır, pişmanlığın fayda vermeyeceği dem gelmeden hemen tevbeye sarılın. Allahtan korkun. Dediklerimi anlamaya çalışın. O gün, hakîr ve zelil insanlar olarak Allahın huzuruna çıkmak ister misiniz? Kâfirleri dost edinenler ve onlara benzemek isteyenler onlardan olur. Onlar zalimlerdir. Zalimler olarak huzura varmak ister misiniz? Sözlerimi düşünün. Boşa konuşmadığımı anlayın. Haydi herkes şimdi işinin başına, siz Allahtan sizi korumasını dilerseniz Allah sizi korur. (s.116-119)

Sayfa Sayısı
260
Baskı Tarihi
2005
ISBN
975-8740-11-3
Baskı Sayısı
5. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Klasik
Mütercimi
Fatmanur Altun Rıfat Ahmetoğlu
Aliya, inasnın evrensel sorunları üzerine düşünen müslüman bir mütefekkir, baskılara boyun eğmeyen bir özgürlük savaşçısı, halkının bağımsızlık savaşına öncülük eden bir lider, askeri ve diplomatik alandaki başarılarıyla devlet kurmuş bir önderdir. Bu kitap, Aliya'nın çok farklı ortamlarda yaptığı konuşmalardan oluşuyor. Konuşmalar bir lider ve düşünür olarak Aliya'nın anlaşılmasına önemli bir katkı yapmakla kalmıyor, yirminci yüzyılın sonunda yaşanan insanlık trajedisinin ve bunun sorumlusu olan bir 'dünya sistemi'nin doğru okunmasına da hizmet ediyor.

Yürümek için nedenlerim var, bu uzun bir hikâye

Geçen yıl bir ara, şehir ağır top ateşi altındayken aklıma bir şey geldi. İçlerinde Haris ve Osmica'nın da bulunduğu korumalarıma şehir merkezine doğru bir yürüyüş yapmak istediğimi söyledim. Şehir, o günlerde, patlamalardan dolayı bir sarsıntı yaşıyordu. Havan mermisi patlamaları her yerden görülebiliyordu. Yerde bir kadın aniden haykırdı: “ Başkanım, korkmuyor musunuz?” “Elbette korkuyorum” dedim. Cevabımdan dolayı, şaşkınlığa uğradığı çok açıktı. “Ben de normal bir insanım ve bende korkarım” dedim. Cesaretler ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. Hiç korkmadıklarını söyleyen insanlar yalan söylüyorlar. Eğer biri korkmuyorsa, bu, onun normal olmadığına işaret eder. Hepimiz, normal insanlardan müteşekkil bir orduyu oluşturuyoruz. Cesaret, hemen hemen herkeste olduğu gibi, hiç korkmadığımız anlamına gelmez. Cesaret, güdülerinizi korkularınızdan daha kuvvetli hale getiren bir şeydir. Bu örnekte, bizi harekete geçiren şey, şiddet karşısında özgürlük için verdiğimiz mücadeledir. Şehir ağır bombardımana maruz kaldığı günlerde, içimde ayak direyen bir şeyler duydum. O kadın bana “Başkanım, peki neden yürüyorsunuz?” diye sorduğunda ona “Yürümek için nedenlerim var, bu uzun bir hikaye” diye cevap verdim. Allah’a şükürler olsun ki bombalar yakınıma düşmedi ve bana bir şey olmadı. ("Komuta Merkezindeki Ahlâk Yönetimi Semineri", Saraybosna, Dom Ljiljana, 9 Aralık 1993)

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
103
Baskı Tarihi
2010
Yazılış Tarihi
1972
ISBN
9789757013020
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Edebiyat Dergisi Yayınları
Kuşluğa doğru, uçak Ankara'dan kalktı. Hala, alandaki arkadaşlarımın ellerini tutuyormuşum, sanıyorum. Yolcuların çoğunluğu Türk. Aşağısı Trakya ve Balkanlar. Buralar da bizim yurdumuzdu, Türkiye'nin toprakları içindeydi. Üç yüz yıldan artık bir süre bizim olan, uygarlığımızın bir parçası olan buraları kolay kolay bırakmamalıydık. Trakya, tarihi bir soru olarak yeni kuşaklara öğretilmeli, yeni kuşaklardan, bu sorunun mutlaka cevabını bulmaya uğraşmaları istenmilidir. Trakya'yı nasıl yitirdik? Sorusu uçağın içinde durmadan çınlıyor. Batı üstüne, şimdiye değin çok okuduk.

Tarihin de tâyin ettiği bir yön vardır

Kişilerin ve hükümetlerin gösterttikleri yola karşı, Tarihin de tâyin ettiği bir yön vardır. Bu yol, Tarihin tâyin ettiği yönle çelişirse, aydınların ve yazarların görevi, Tarihin tâyin ettiği yönde ilerlemek ve halkları bilinçlendirmek olmalıdır.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
173
Baskı Sayısı
1. Baskı
1974'te yayımlanmış Mağara ve Işık, Allah'a İnanmave İnsanlık, Ölümden Sonra Kalkış adlı kitaplardan oluşmuş, düşünce türünde bir kitaptır.
Neden Altını Çizdim?
büyük şehirlerde ancak koşuşturmaları sığdırabildiğimiz zamanın gerçekliğini çıplak bir şekilde ortaya koymuş.

Dağ Çağrısı

...İşte köyde her şey tabiattan bir örnek, tabiattan bir parçadır. İnsan da az kalsın öyle olacaktı. Fakat insan tabiattan kaçtı. Tabiattan kurtuldu. Tabiata karşı direnmek için büyük şehirleri kurdu. Kurdu ama bu kez de kendine güveni aşırıya gitti. Kendisini tabiattan kaçıranı, tabiata üstün kılanı görmezlikten gelmek istedi. Halbuki, zaman onu çepeçevre kuşatmakta devam ediyordu. Yine doğuyor, yaşlanıyor ve ölüyordu. Köyde tabiatla birleşerek etki yapan zaman, büyük şehirde adeta doğrudan doğruya etki yapar olmuştu.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
192
Baskı Tarihi
Ocak 2013
ISBN
978-605-08-0273-3
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Timaş
Editörü
Sakine Korkmaz
Neden Altını Çizdim?
Tanım meselesi o kadar önemli ki! Medeniyetler tanımlar üzerine ve sistemler üzerine kuruluyor. Herşeyin yüzergezer olduğu, her nesnenin, her fikrin insan sayısınca tanımı olduğu yerde medeniyet olamaz!

Per genus et differentiam specificae

Romalı hukukçular, kavramları birbirinden ayırmış, onları kendi sınırları içinde yerli yerine oturtmuşlardır. Romalı hukukçuların Antik Yunan Felsefesinden, özellikle de Aristoteles'ten yararlandıkları söylenebilir. Bilindiği gibi, Aristoteles, herhangi bir kavramın tanımlanmasına ilişkin bir ilke ortaya koyar: 'Per genus et differentiam specificae', eş deyişle, cins ve özgül fark. Bunu şöyle açıklamak mümkün: Örneğin, memeliler grubundan olan insanın, aynı cinsten olan balina ve maymuna bakıldığında farklı olduğu görülür. İnsan akıllıdır ve bu onun 'differentiam specificae'si (özgül fark'ı), 'genus'u (cins'i) ise memeli oluşudur. Romalı hukukçuların yaptıkları da budur. Mülkiyet, tasarruf, intifa hakları bir 'genus' içindeyken, 'differentiam specificae'yi belirtme yoluna gitmişlerdir. Geleneksel hukuk, bu bağlamda düşünüldüğünde, sadece bir 'genus' hukukudur. Dolayısıyla Romalı hukukçuların yaptığı, önemli bir devrimdir: Kavramlar arası farklılıkları ortaya koymak ve bu farklılıkları adlandırarak yeni kavramlar üretmek. Yapılan, 'genus' içinde ayrımlaştırma ve farklı durumların söz konusu olması halinde yeni kavramlar önerme ve son olarak da, tüm bunları sistemli bir hiyerarşi içerisinde kodifiye etmektir. Bu sistemde, hukukun en temelinden, "Hukuk nedir?" sorusundan başlayarak yukarıdan aşağıya doğru bir sistemleştirme söz konusu. Yöntem, en genel ve en soyuttan başlanıp, 'differentiam'ların belirlenmesi.