Ferit Paşa hükümeti de yavaşçacık; selefleri gibi bir idare-i maslahat kabinesi halini alıyordu. Fırkada ise faaliyet azalmıştı. Cemal Bey, bir müddet çalıştıktan sonra, aklına gene Konya valiliğini koymuştu; belliydi ki orada fırka riyasetinden ve Dahiliye nezaretinden daha rahat ediyor, vilayet koltuğundan haz duyuyordu.
Yeni âyan azasını da “Hürriyet ve İtilaf’ efradı hoş gözle görmemişlerdi. Onlar, ekseriyetle, ufak tefek memuriyetlere muntazır, borç harç bekleşirlerken rüesa kaydı hayat şartıyla vafir maaşa konmuşlar, nazırlar ise fırka mensuplarım kayırmaya hiç yanaşmamışlardı.
Senelerden beri zulüm ve sefaletten baş kurtaramamış nice Hürriyet ve İtilaf sadıkları sivil polisliğe bile rıza gösterdikleri halde teşkilat noksanından dolayı onu bile elde edemiyorlardı. Hoşnutsuzluk, gittikçe artıyordu. Hele Nüzhet Sabit’in İaşe gibi, bir günde bin avareyi kayırabilecek bir dairede memuriyetleri adeta kasten fırka mensupları haricinde kendi mektep, ocak, gazete ve lokanta arkadaşlarına tevzi etmesi pek haklı bir hiddete sebebiyet vermişti.
Biçare taraftarlarımıza bir nazır tarafından makamında kabul edilmiş olmak mazhariyetiyle teselli bulmaktan başka çare kalmıyordu.
“Şimdi Dahiliye nazırının yanında idim... Dün Ticaret nazırına dedim ki...” gibi mahallede övünmek yegâne sermayeleriydi. Köşedeki bakkalın bunları dinlerken birden hiddete gelip de:
“A efendi, nazıra şunu bunu diyeceğine keşke kendi halini anlatsaydın da bir memuriyete kayrılmış olsaydın!” dememesi için çok ihtiyatlı, sabırlı ve nazik olması icap ederdi. Bence “Hürriyet ve İtilafa mensup nazırların işleri güçleri adamlarımızı kayırmak olmalıydı. Fakat iş başında hiçbiri fırka arkadaşlarını memuriyete layık ve ehil bulmuyorlardı; onlar atlatılıyor, münhal yerlere yabancı ve renksiz adamlar bulup getiriliyordu.
Bunu ben de, aşağı yukarı böyle yaptım; sebeplerini anlatacağım.
Damat Ferit Paşa’nın esas meşguliyeti siyaseti hariciye idi... Fakat ne yapıyordu, ne ediyordu, kimsenin haberi yoktu. Önünde uzun, şanlı, muvaffakiyetli bir ikbal devresi varmış gibi Pangaltı’daki Hariciye Konağının noksanlarını ikmal ettiriyordu. Asıl garibi bu tefrişata Ayan Meclisi ikinci reisi Azeryan Efendi’nin memur oluşu idi.
Mumaileyh bilmem İttihat devrinde de böyle işlerde kullanılmış mıydı, fakat, ihtiyarlığına rağmen deruhte ettiği yorgancılıkta cidden liyakat göstermiş ve bu hali, bana eski devirlerde o kabil hizmetlerde bulunarak hayatını kurtaran reaya nüfuzlularını hatırlatmıştı.
Yeni hükümet teşekkül edeli henüz kırk gün olmuştu ama, Polis müdürü, Dahiliye nazırı meselelerinden bir de azil ve tayinlerdeki münasebetsizliklerden dolayı, kimseye emniyet ve muhabbet vermemişti; muarızlarını Divanı Harp korkusu, muvafıklarını ise mesnede geçmek arzusu sükûta mecbur ettiğinden daha henüz ortada taşkın bir memnuniyetsizlik göze çarpmamakla beraber birçok sarsıntı alametleri belirmeye başlamıştı.
Bereket ki; işgal kuvvetleri, harbi umumi hengâmesini Avrupa’da geçirmiş olan muhaliflere memleketlerine dönüş için henüz müsaade vermiyordu. Eğer bunlar da büyük ihtiraslarla İstanbul’a döndükleri zaman bir de şu memnuniyetsizliği görürlerse hükümet aleyhine şiddetli bir muhalefet vücuda getirebilecekler ve onlar için İttihatçılar gibi menli ve tevkif korkusu da olmadığından pervasız hareket etmekten çekinmeyeceklerdi.
Bununla beraber Dahiliye nezareti matbuattaki mutedil tenkitleri bile hoş görmemek istemiş. Celal Nuri (İleri) Bey’le Ahmet Emin (Yalman) Bey’i Anadolu’ya sürmek kararını almıştı.
Bir gün ben “Sabah”ta makalemi doğurmakla meşgulken muharrirlerden biri yanıma gelerek Kütahya’ya sevk edilecek olan Vakit başmuharririnin aşağıda bulunduğunu haber verdi. Emin Bey muharrirlere, galiba vedaya gelmişti. Bu ne medeni, ne hür bir sürgündü... Menfaya gönderilecek bir politika kabahatlisi kollarını sallayarak, istediği gibi veda ziyaretleri yapabiliyordu. Bu tarz tuhafıma gitti; hemen merdivenleri indim ve meslektaşımı kolundan tutarak yukarı, odama aldım. Hakkındaki muamelenin münasebetsizliğini itiraf ederek hemen ilk fırsatta avdetine çalışacağımı söyledim. Muhatabım bana da kızgın duruyordu. Ahmet Emin Bey’i sürmek lüzumunu hiç hissetmeyenlerden biri olduğumu nasıl anlatabilirdim?
Fakat Celal Nuri Bey, taraftarlığında da, ölçüsüz ve muvazenesiz olduğundan “İleri” gazetesinde hükümete İtalya’dan meclisi âyanımıza aza tayinini tavsiye etmişti... Yalnız bu düşünce, fikirsizliğinin derecesi ve zararlılığı hakkında insana bir fikir vermeye yeterdi.