cezbe

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
220
Baskı Tarihi
1998
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-437-042-7
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Hicret'in 15. asrına girdiğimiz şu yıllarda 'İslam bir inanç sistemi ve hayat nizamı olarak bütün dünyanın ilgisini çekmektedir. ''İslamın Bugünkü Meseleleri'' adıyla neşrettiğimiz eserde yazar, bu meseleyi sosyal ilimci gözüyle incelemişti. Bu kitapta ise, aynı metodla tasavvuf meselelerini ele almaktadır. Günümüzde tasavvuf Türk aydınının zihnini ne bakımlardan meşgul etmektedir? Çağımızın tarih, felsefe, sosyoloji-psikoloji bilgileri hesaba katıldığında, tasavvuf üzerinde nasıl bir değerlendirme yapılabilir? Tasavvufi düşüncenin geleceği ne olabilir? Tasavvufun İslam'daki yeri nedir?

Eski Yunan'da Mistisizm

Eski Yunan'da mistisizmin dini bir kaynağı vardı, fakat sonra bunu daha çok filozoflar geliştirmişlerdir. Eflatun'daki mistik fikirlerin -özellikle Phaedon diyalogunda görüldüğü şekliyle- Pitagoras'tan geldiği ve Pitagoras'ın da Orfeus dininin tesiri altında bu fikirlere vardığı kabul edilir. Batı dünyasında mevcut kaynaklardan takip edebildiğimiz ilk mistik düşünce Pitagoras'da (Milad'dan önce altıncı yüzyıl) görülmektedir. Pitagoras bir tarikat kurmuştu ve orada müridlerine bu dünyanın geçici ve aldatıcı olduğunu, ruhun burada hapishane hayatı yaşadığını, ancak -görünmeyen- bir Tanrı ile mistik birlik kurmak sayesinde ruhun kurtulacağını öğretiyordu. Bu fikirler Yunan dünyasına dışarıdan, din yoluyla girmiştir. Eski Yunan dininde, Homiros'un anlattığı şekliyle Olimpia tanrıları en önemli yeri işgal ediyorlardı. Bunların insanlardan asıl farkı ölümsüz olmaları ve insanüstü bazı güçlerinin bulunmasıydı. Sonraki çağlarda Tanrı Diyonizos (Bacchus) etrafında mistik bir din gelişti ve filozoflar üzerinde çok etkili oldu. Diyonizos, Olimposlu tanrılar ailesinden biri değildi; o kuzeydeki Trakyalıların bereket tanrısı idi. Bereketin üzüm ve şarap halinde ortaya çıkması Diyonizos'a yapılan ibadette başlıca temeldi. Nitekim Baküs ayininde coşup kendinden geçmeyi ifade eden kelime, Tanrı'nın insana hulül etmesi, insan ile Tanrı'nın bir oIması manasına geliyordu. Baküs dininin en önemli şahsiyetlerinden biri, Tanrı mı yoksa insan mı olduğu pek anlaşılmayan Orfeus'tur. Onunla birlikte bu dinde önemli bir reform yapıldığı görülüyor ki, reformun temel unsuru şarap içerek kendinden geçme yerine, zühd sarhoşluğunun gelmesidir. Orfeus dininin mensupları şarabı sadece sembol olarak kullanıyorlar, Tanrı ile bir olmanın verdiği sarhoşluğu arıyorlardı. Onlara göre insanın ilahi bir menşei vardı; insan bu dünyaya değil yıldızlar dünyasına aittir. İnsanın ruhu konusunda da Yunanlılar'a yepyeni bir anlayış getirmişlerdi, Ruh artık eskiden zannedildiği gibi insanın şeffaf bir kopyesi değildi, insanın bedenine hapsolmuş ilahi bir varlıktı, Ruh dünyada bedene girmekle bir çeşit ceza çekiyordu; fakat bu cezanın daha da kötüsü ruhun insandan sonra bir hayvan veya bitki bedenine bürünmesiydi. Böylece daha korkunç cezalara müstahak olunabilirdi. İşte Orfus dini insan ruhunu bu devamlı "doğu çarkı"ndan kurtarmak ve ilahi menşeine geri götürmek, yani Allah'a kavuşturmak gayesini güdüyordu. Diyonizos ve Orfeus dininin o çağda Hindistan'da görülen dinle çok sıkı bir benzerliği olmakla birlikte bu benzerliğin nasıl doğduğu hakkında sağlam bir bilgimiz yoktur. o tarihte Yunan'ın Hindistan'la hiçbir münasebeti yoktu; belki de bu yüzden bazı yazarlar Orfeus dininin Mısır tesirinde geliştiğini söylemektedirler. Eski Yunan felsefesi üzerinde başlıca otoritelerden biri olan J. Burnee'e göre eski Mısır dini ile Orfik din arasındaki benzerlikIer sonraki tarihlerde Mısır dini üzerinde yapılan yorumlardan (yani yakıştırmalardan) gelmektedir. Hind tesirine gelince, bunun da bilinen bir vasıtası yoktur. Pek muhtemelen Trakya'da da, Hind'de de görülen unsurlar, iki tarafa da ortak bir kaynaktan geçmiştir ki, bu ortak kaynak İskitler'dir! Orfeus dini, ruhun kaybettiği birliğe tekrar kavuşabilmesinin ancak birtakım "arınma" hareketleriyle mümkün olduğu fikrini getirdi. Bu dinde herşeyden önce bir zühd hayatı yaşayarak ruhu "temizlemek", onu Tanrı ile birliğine kavuşturabilmenin başlıca şartı idi. Fakat onların Yunan felsefesine ve oradan daha başka dini düşünce tiplerine yaptıkları asıl tesir, amprik veya aklı bilgi yanında, mistik bilgi diye başka bir bilgi türü ortaya atmaları idi. Hatta bu bilgi vasıtasız olmak dolayısiyle (yani araya mantıki düşünce girmediği için) öbür bilgiden daha üstündü ve hakikatin görüntüsünü değil, doğrudan doğruya kendisini veriyordu. İşte bugünkü bilgimize göre, mistik düşünce bir bilgi metodu olarak Yunan felsefesine Pitagoras vasıtasıyla girmiştir ve Pitagoras, Orfik dinin başlıca reformcusu olarak bilinir. Profesör Burnet'e göre Orfeus dini böylece felsefeye tesir etmiş, fakat ona belli bir doktrin aşılamamıştır; çünkü bu dinin kendisi belli bir doktrin bütünlüğüne sahip değildi. Nitekim onun getirdiği kalıba herkes istediği yorumu doldurabilmiş, bu arada Pitagoras ruhun Allah'a varmasında takip edilecek en iyi yolun felsefe olduğunu söylemiştir. Pitagoras ve onu takip edenlerin felsefede matematiği temel almaları bu görüşe çok uygun düşmektedir, zira matematik hiçbir konkre veya ampirik karşılığı bulunmayan kavramları kullanmakta ve bunlarla harikulade bir dünya inşa edebilmektedir. Saf (pure) matematiğin dünyası tabiat ilimleriyle uğraşanların karşılaştığı dünyadan hem mükemmel, hem güzeldir ve orada yeni hakikatlerin keşfi gerçekten insanı tarifsiz bir haz içinde bırakabilir."