uygarlık

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
264
Baskı Tarihi
2005
Yazılış Tarihi
1981
ISBN
975-437-016-8
Baskı Sayısı
14. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken Neşriyat
Neden Altını Çizdim?
Böyle tasnifler, birer genelleme olsalar da ilginç olabiliyor...

Ölen medeniyetlerin arkalarında bıraktıkları şeyler

A. Toynbee bugünkü Batı toplumunun bir intihar hareketini temsil ettiğini söyler. Ona göre Batı dünyasını yarattığı büyük medeniyet, tıpkı dünya üzerinde gelip geçmiş bütün medeniyetlerin yaptığı gibi, insanı dünyevi bir varlık olmaktan çıkarıp onu azizler, etmişler seviyesine çıkarmayı gaye edinmişti. Ama laiklik ve demokrasi Hıristiyan medeniyetinin çürümesine, 'kokuşmasına yol açtı. Bir medeniyeti ancak dini bir maya canlı tutabilirdi; modern Batı, teknolojinin, ilme olan aşırı güvenin esiri oldu ve insanlığa faşizm, komünizm gibi belâlar getirdi. Batı'nın o çok övündüğü ve kendi medeniyetinin temeli saydığı rasyonalizm ve hümanizm hakikatte Batı medeniyetinin "özünü" bozan, onu içinden yıkan birer mikrop sayılmalıdır. Medeniyetler doğar ve ölür. Bir medeniyet ölüme giderken artık bütün yaratıcı gücünü kaybetmiş, değişen şartlara hiç değişmeyen tepkiler yapmaya, yani kendini tekrarlamaya başlamıştır. Her medeniyet bu ölüm devresine girerken üç ayrı sınıf ortaya çıkar ve her biri geriye birbirinden farklı şeyler bırakır. Bunlardan birincisi "hakim azınlık"tır. Medeniyetin genel gidişine hakim olan bir azınlık vardır ki, bu azınlık yaratıcı gücünü kaybeder, fakat sonradan gelecek olanlar için bir fikir mirası -felsefe, ilim, hukuk- bırakır. İkinci sınıf "dış proletarya"dır. Dış proleterya hâkim azınlığın eserleri yanında üniversal kıymet ve kalitesi o kadar yüksek olmayan, fakat hakim azınlığın eserlerinden daha büyük bir canlılığı temsil eden şeylere -aşiret edebiyatı gibi- sahiptir. Nihayet üçüncü bir sınıf olarak "iç proletarya"sa görüyoruz. iç proletarya o medeniyetin bir parçasıdır, ama ona tamamen yabancılaşmıştır. Medeniyet ölürken, iç proletarya arasından yaratıcı bir grup ortaya çıkar ve eski mecleniyetin enkazı üzerinde tamamen değişik bir ilhâtnla, yeni bir medeniyet kurar. Bu yeni medeniyet yine dini bir öz taşımaktadır; yapacağı şey insanları bedenin değil, ruhun hazlarma alıştırmaktır.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
192
Baskı Tarihi
Ocak 2013
ISBN
978-605-08-0273-3
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Timaş
Editörü
Sakine Korkmaz

Kimin daha çok boş zamanı var?

Avcılık ve toplayıcılıkla yaşamın yeniden üreten bu insanların (yakhan Kızılderilileri) büyük bir kıtlık içinde ve zor doğa koşullarına karşı çetin bir mücadele veren insanlar oldukları görüşü, Sahlins'e göre bir ham hayalden ibarettir. Kıtlık ya da bolluk, insanın geçimini sağlamak, yani yaşamını yeniden üretmek için harcamak zorunda olduğu emek zamanı ile bağıntılıdır. Modern sanayi toplumlarında, bir işçi geçimini sağlayabilmek için günde sekiz saat çalışmak zorundadır. Buna karşılık, bir Paleolitik Dönem avcısının yaşamını yeniden üretmek, yani geçimini sağlamak için harcadığı zaman, bunun çok altındadır. Sahlins şöyle diyor: "Herskovits, 1958 yılında Ekonomik Antropoloji kitabını yazdığında, Avustralya yerlilerinin ya da Boşimanların ekonomik kaynakları en kıt olan insanların klasik örneği olduğu görüşü, hemen hemen bütün antropologlar tarafından kabul edilmiş bir görüştü. Bugün ise, antropolojideki bu klasik anlayış tersine dönmüştür. Alan araştırmaları avcılar ve toplayıcıların bizden daha az çalıştıklarını, sürekli bir çalışma düzeni yerine, yiyecek arayışının kesintili olduğunu, boş zamanın çok fazla olduğunu ve bu insanların kişi başına düşen günlük ortalama uyku saatinin herhangi bir toplumsal örgütlenmenin sunacağı koşullardan daha fazla olduğunu göstermektedir." Sahlins, Mac Arthur ile Mac Carthy'nin 1948 yılında Avustralya'da yapılmış ve 1960 yılında yayınlanmış alan araştırmasından da örnekler veriyor ve şöyle diyor: "Bu araştırmadan derhal çıkan sonuç, bu insanların çok ağır koşullarda ve ağır çalışmadıklarıdır. Yiyeceğin elde edilmesi ve hazırlanması için, günde kişi başına harcanan ortalama zaman, dört ya da beş saattir. Dahası, bunlar sürekli de çalışmamaktadırlar. Geçim çabası çok kesintilidir. İnsanlar o gün yeterli yiyeceği sağladıktan sonra çalışmalarını durdurmakta ve bu da onlara dinlenme ve eğlenme için çok geniş bir zaman bırakmaktadır." Dolayısıyla Sahlins, taş devri insanlarının ucu ucuna ve kıtlık içinde yaşayan insanlar olmadıklarını, bu yüzden de insan topluluğunun 'yaban'dan 'uygarlığa geçişinin 'kıtlıktan bolluğa geçiş' biçiminde değerlendirilemeyeceğini öne sürmektedir.