Baran
Tahran'da kış mevsimi gelmiştir. 17 yaşındaki genç Lateef, bir firmanın inşaatında kendi halinde çalışmaktadır. İnşaatta çalışan işçilere çay dağıtmak ya da yemek hazırlamak gibi küçük bir işi olan Lateef, bu halinden son derece mutlu ve de memnundur. Ancak bu güzel zamanlar kısa bir süre sonra sona erer. İranlı insanlardan ve Afganistan'daki savaştan kaçan mültecilerden oluşan işçilere bir yenisi eklenir. Rahman isimli Afgan da bunlardan biridir. Lateef'in işi artık Rahman'ındır ve bu durum Lateef'i fazlasıyla rahatsız etmektedir. Eski kolay işini kaybetmeyi kendine yediremeyen Lateef, Rahman isimli genci rahatsız etmeye ve ona zulmetmeye başlar. Ta ki Rahman'ın küçük sırrı ortaya çıkana dek... İran'ın ünlü yönetmenlerinden Majid Majidi'nin yazıp yönettiği film gösterildiği sene çeşitli festivallerde onlarca ödüle layık görülmüştü. Kaynak: http://www.beyazperde.com/filmler/film-44740/ https://www.youtube.com/watch?v=LB-RuIjabsM

Kim..

- Sen burada kiminle yaşıyorsun? - Yalnız adamın arkadaşı Allah'tır.
Baran
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
220
Baskı Tarihi
1998
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-437-042-7
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Hicret'in 15. asrına girdiğimiz şu yıllarda 'İslam bir inanç sistemi ve hayat nizamı olarak bütün dünyanın ilgisini çekmektedir. ''İslamın Bugünkü Meseleleri'' adıyla neşrettiğimiz eserde yazar, bu meseleyi sosyal ilimci gözüyle incelemişti. Bu kitapta ise, aynı metodla tasavvuf meselelerini ele almaktadır. Günümüzde tasavvuf Türk aydınının zihnini ne bakımlardan meşgul etmektedir? Çağımızın tarih, felsefe, sosyoloji-psikoloji bilgileri hesaba katıldığında, tasavvuf üzerinde nasıl bir değerlendirme yapılabilir? Tasavvufi düşüncenin geleceği ne olabilir? Tasavvufun İslam'daki yeri nedir?

İbn-i Teymiyye ve İbn-i Arabi

Muhyiddin'in felsefeyi din halinde ifâde etmeye kalkması sünnî din reformcularının şiddetli reaksiyonunu uyandırmakta gecikmedi. Fakat onunla birlikte Gazâlî'ye kadar bütün mutasavvıflar da hücumlardan pay aldılar. Meşhur selefiyyeci İbni Teymiye, mutasavvıfların vahdet-i vücûd doktrinlerini İslâm'ın tevhîd doktrinine tamamen zıt bularak, tevhîd açısından vahdet doktrinine hücum etti. Orada en tehlikeli bulduğu nokta vahdet-i vücûd doktrininin iyi-kötü veya hayır-şer ayırımına imkân vermeyişi idi. Böylece sûfîlerin doktrini, ona göre, ahlâkı ve kanunu (şeriati) ortadan kaldırıyordu. Fakat İbni Teymiye hücumlarında fazla bir ayırım yapmadığı için bütün sûfîleri bir hizaya getiriyordu. Bununla birlikte İbni Teymiye'yi tasavvufun tam karşısında görmek doğru değildir. Selefiyye'nin aşırıları şeriat-tarîkat ayırımında sûfînin hakikat tezine karşı şeklî hukuk mânâsında Şeriat'ı tuttukları halde, İbni Teymiye Şeriat'ın şekilden ibaret bulunmadığını, kanun ile imâna ait hakikatin (İslâm açısından) birbirinden ayrılamayacağını söylemektedir. Hakikatte onun, tasavvufu İslâm'ın bünyesinden çıkarmak yerine, onu İslâmî çerçeveye sığacak hale getirmek niyetiyle hareket ettiğini söylemek daha doğru olur. Zikir, nefs murakabesi gibi takva ile ilgili hususları, hattâ keşif yani zihnî sezgiyi bile kabul etmektedir. Maamafih keşfi daha çok Gazâlî'ye yakın mânâda alıyor. Onun en çok düşman olduğu husus halkın velîlere olan inancı ve onlardan yardım dilenmeleri, mezar ziyaretlerini bir ibâdet haline getirmeleridir. O kadar ki, Peygamber'in kabrine gidip duâ ve niyazda bulunmayı da şiddetle reddeder.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
287
Baskı Tarihi
2007
ISBN
978-975-470-599-7
Baskı Sayısı
14. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim
Editörü
Mahmut ali Meriç
Aydın mı dersiniz, entelektüel mi dersiniz? İki kavrama farklı anlamlar mı yüklersiniz? Aydınlardan/ entelektüellerden çok şeyler mi beklersiniz, hiçbir şey beklemez misiniz?.. Öyle ya da böyle, kültürle derinlemesine alışveriş kaygınız varsa, zaman eksenine düşünce mesaisi düşürebiliyorsanız, bu kavramlar üzerine kafa yorarsınız, bu sorulara cevap ararsınız, ufuk ararsınız. Cemil Meriç’in “hakikatte içi de, dışı da bir” mağarayı anlattığı kitap, Mağaradakiler, bir “geniş ufuk” kitabı.

Cinayetlere Karşı Bildiriler İmzalamak

Evet.. Fildişi Kule yok artık. Aydın ister istemez politikanın içinde. Ama politikanın çok çetin, çok insafsız mecburiyetleri var. "Yarın için adalet müjdeliyen, bu adaletin gerçekleşmesi için en kıyıcı araçlara başvurur. Kan dökülmesin diye direnen, şartlar arasındaki eşitsizliği kolayca sineye çeker. Devrimci, cellat olur; tutucu hayâsızlığa döker işi. Yeryüzünde işlenen bütün cinayetlere karşı bildiriler imzalamak, rahipliğin ("clerc"liğin) gülünç bir taklidi değil de nedir?

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
240
Baskı Tarihi
Ocak 2006
ISBN
975-352-015-8
Baskı Sayısı
8. Baskı
Yayın Evi
Pınar Yayınları
Mütercimi
Abdi Keskinsoy

Pratiğe Karşı Pratik

../ cahilî anlayış, soyut bir teori biçiminde tezahür etmez; hatta çoğu zaman küçük ya da büyük bir teorisi dahi olmaz. Her zaman ve mekanda fiiliyata yönelik cemiyetlerde; idaresini, değerler sistemini, örf ve adetlerini, kavramlarını, hissiyatını ve düşünce tarzını yönlendirebildiği toplumlarda temsil bulur. Bu toplumlar karşılıklı etkileşim içerisinde gelişmekte olan koordineli, fertlerinin birbirlerine yardım ve dayanışma bağıyla bağlandığı canlı bir varlıktır. Bu durum da o toplumu döndürme davasının soyut bir teoride temsili doğru olmadığı gibi sonuca ulaştırıcı bir yol da değildir. Zira böyle bir hareketin, hükmünü bilfiil sürdüren, fiiliyata yönelik canlı bir toplumda temsil bulan cahilî anlayışla boy ölçüşmesi mümkün olamaz. Bir varlık; hükmünü fiilen devam ettiren ve hususiyet, yöntem, öz ve ayrıntılar itibariyle kendisine yüz seksen derece zıt olan bir varlığı izale ile onun yerine geçebilmek için ondan daha üstün olmalıdır. Bu tür bir teşebbüsün dayandığı teorik ve pratik esasları, yapıtaşları olan bireyleri arasındaki işbirliği ve bağlılık, dayanışma bizzat hüküm süren cahiliye toplumununkinden daha kuvvetli olmalı ve canlı bir toplum bünyesinde temsil edilmelidir.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
220
Baskı Tarihi
1998
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-437-042-7
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Hicret'in 15. asrına girdiğimiz şu yıllarda 'İslam bir inanç sistemi ve hayat nizamı olarak bütün dünyanın ilgisini çekmektedir. ''İslamın Bugünkü Meseleleri'' adıyla neşrettiğimiz eserde yazar, bu meseleyi sosyal ilimci gözüyle incelemişti. Bu kitapta ise, aynı metodla tasavvuf meselelerini ele almaktadır. Günümüzde tasavvuf Türk aydınının zihnini ne bakımlardan meşgul etmektedir? Çağımızın tarih, felsefe, sosyoloji-psikoloji bilgileri hesaba katıldığında, tasavvuf üzerinde nasıl bir değerlendirme yapılabilir? Tasavvufi düşüncenin geleceği ne olabilir? Tasavvufun İslam'daki yeri nedir?

İbn-i Arabi'nin Ortaya Attığı Karmaşık ve Ölü Sistem

Muhyiddin ve onu takip edenlerin asıl tesiri sufîlerin inançlarında değil, belki tavırlarında olmuştur. Muhyiddin'in Yeni-Eflâtuncu ve Karmatî fikirlerinin İslâm tasavvufunda çok kötü, menfî tesirler yarattığını söyleyen L. Massignon, başlıca iki nokta üzerinde durmaktadır. Bunlardan biri sûfî ahlâkı ile sûfî ilahiyatının birbirinden ayrılmasıdır ki biz yukarıda bundan bahsettik. İkinci nokta tasavvufu sosyal fonksiyonundan sıyırarak kapalı bâtınî dâireler haline getirmesidir. Aslında bu menfî tesir de ahlâk-ilâhiyat ayırımının bir neticesi sayılabilir. Gerçekten, Muhyiddin'in tasavvufunda ancak pek dar bir çevreyi ilgilendirebilecek mâhiyette zihin canbazlıkları ön sırayı almaktadır ki bunlardan gerçek bir aydınlık beklenemez. Gazâlî'nin belli-başlı eserleri (özellikle İhya) her müslümanın elinden düşmeyen kitaplar olduğu halde Muhyiddin'in çok dar bir elit tarafından okunması onun daha kaliteli bir yazar olmasından değildir. Muhyiddin bütün parlak zekâsına ve geniş bilgisine rağmen ortaya ölü bir sistem çıkarmıştır. Bu sistemin İslâmiyet'in realitesi ile pek az ilgisi vardır. Onun uğraştığı ve anlattığı şeyler yaşayan, dinamik bir dinin dışında kalmış, İslâm te-fekkürünün gelişme seyrine ve İslâm cemaatının ihtiyaçlarına ayak uyduramamıştır. Bütün bunlara rağmen Muhyiddin sünnî Müslüman dünyasında büyük bir şöhret ve itibar sahibi olabildi. Bu itibarın gerisindeki en önemli motivlerden biri onun anlaşıl-mazlığıdır. Münevver bir Müslüman onu okuduğu zaman fevkalâde kaliteli bir zihinle karşılaşmış olmaktan haz duyar ve keendisine saygı gösterir. Gerçekten, Muhyiddin İslâm medeniyetinin yetiştirdiği büyük adamlardan biridir. Halk kitleleri arasındaki itibarı ise münevverlerden gördüğü takdirin bir yansımasıdır. Halbuki münevver onu dindeki fikirlerini tasvip ettiği için beğenmez, onu değerli bir filozof olarak düşünür. Halkın ona ait dinî fikirlerle herhangibir irtibatı yoktur; zira Muhyiddin'in görüşleri aydınların müsamahası ile karşılaşsa bile, halk arasında bilinse hiç hoş görülmezdi.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
287
Baskı Tarihi
2007
ISBN
978-975-470-599-7
Baskı Sayısı
14. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim
Editörü
Mahmut ali Meriç
Aydın mı dersiniz, entelektüel mi dersiniz? İki kavrama farklı anlamlar mı yüklersiniz? Aydınlardan/ entelektüellerden çok şeyler mi beklersiniz, hiçbir şey beklemez misiniz?.. Öyle ya da böyle, kültürle derinlemesine alışveriş kaygınız varsa, zaman eksenine düşünce mesaisi düşürebiliyorsanız, bu kavramlar üzerine kafa yorarsınız, bu sorulara cevap ararsınız, ufuk ararsınız. Cemil Meriç’in “hakikatte içi de, dışı da bir” mağarayı anlattığı kitap, Mağaradakiler, bir “geniş ufuk” kitabı.

Fikir Adamının Kaderi

Fransız, tabiî olarak devletten umumî refahı gerçekleştirecek vazifeler yüklenmesini ister. Devletin ilmî araştırmalar için cömertçe para harcadığı ülkeye gıpta ile bakar. Kültür işleriyle görevlendirilen memurların despotizminden endişe eder. Yorumcu, yayın, radyo, basın uzmanı gibi zümrelerin zevkine uymak mecburiyeti de sıkıcı aydın için. Ama düşünce ürününü satmak mecburiyeti de devlet ideolojisine boyun eğmekten daha az hazin değildir. Orospulaşmak veya yalnız kalmak: işte fikir adamının kaderi.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
253
Baskı Tarihi
Eylül 2009
ISBN
978-975-253-978-2
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Timaş
Editörü
Emine Eroğlu
Modern(leşmiş) okur-yazarların katı reflekslerinin aksine Hilmi Yavuz, şiirsel-düşünsel serüveninin başından beri çokyönlü okumalarıyla, kendine özgü bir yol üzerinde yürüyerek, özellikle tasavvuf irfanından devşirdiği birikimi ve inşa ettiği duyarlılığı hem şiiri hem de düzyazıları açısından temel bir kaynak haline getirmiştir. İslam’ın Zihin Tarihi de şiirden felsefeye, tasavvuf irfanından siyasete geniş bir ilgi alanına ilişkin tecessüsünü dersleriyle, söyleşileriyle ve yazılı tanıklıklarıyla dile getiren Hilmi Yavuz’un İslam üzerine yazdığı makalelerden oluşuyor.

Oryantalist İslam Nosyonu

Kendisini laik kimlikle tanımlayan okur-yazarların büyük bir bölümünün zihnindeki İslam nosyonu, sürekli olarak tekrarlamaktan bıkmadığım bir deyişle, oryantalist bir İslam nosyonudur. Bu kesimin İslamını böyle bir zihin çerçevesi belirliyor. Başka türlü söylersem, bir tür hayalî İslam. Bir Avrupalı nasıl görüyorsa, bizim entelijansiyamızın bir bölüğü de tastamam öyle görüyor İslam'ı. Bu hayalî İslam, bize mahsus bir kavmiyetçilikle, 'Arap düşmanlığı'na sarılıp sarmalanarak 'iptidaî' çöl bedevilerinin dinine(!) dönüştürülüyor. Peki ama bu nosyonu sorgulamanın zamanı gelmemiş midir? Gelmiştir elbet ve çoktan geçiyor bile...

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
220
Baskı Tarihi
1998
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-437-042-7
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Hicret'in 15. asrına girdiğimiz şu yıllarda 'İslam bir inanç sistemi ve hayat nizamı olarak bütün dünyanın ilgisini çekmektedir. ''İslamın Bugünkü Meseleleri'' adıyla neşrettiğimiz eserde yazar, bu meseleyi sosyal ilimci gözüyle incelemişti. Bu kitapta ise, aynı metodla tasavvuf meselelerini ele almaktadır. Günümüzde tasavvuf Türk aydınının zihnini ne bakımlardan meşgul etmektedir? Çağımızın tarih, felsefe, sosyoloji-psikoloji bilgileri hesaba katıldığında, tasavvuf üzerinde nasıl bir değerlendirme yapılabilir? Tasavvufi düşüncenin geleceği ne olabilir? Tasavvufun İslam'daki yeri nedir?

Mutasavvıfların Tevilleri

Muhyiddin'in tasavvufundaki inanç kargaşalığı Gazâlî'den bu yana sünnî akidelerin hâkim olduğu sûfî çevrelerde çok fazla bir tesir uyandırmış değildir. Sûfîler "en büyük şeyhlerinin" İslâm inancına ters düşen sözlerini, belki de ondan öğrendikleri bir metodla, te'vil yoluna gittiler ve hem onu, hem imânı korumayı tercih ettiler. Mevlânâ Celâleddin ve Cami gibi şâir sûfîlerde panteistik heyecan coşkunluğu sık sık görülür, fakat bunlar yine sünnî çerçevede kalmışlardır.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
248
Baskı Tarihi
Temmuz 2009
Yazılış Tarihi
1990
ISBN
978-975-550-004-9
Baskı Sayısı
17. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Düşün Yayıncılık
İnsanlar "kuru et yiyen bir kadının oğlu" olan bir Peygamber yerine, elmas taçlı, sırma kaftanlı bir "Peygamber" tasavvur ediyorlardı. Yalnız tasavvur etmekle kalmıyorlar, ömrü boyunca bunlardan nefret eden ve uzak duran Nebi´den geriye kalan hatırayı bu tasavvura uygun aksesuarlarla süslüyorlardı. Yani insanlar "bir kul gibi yeyip bir kul gibi yaşayan" bir peygambere inanmak yerine, tasavvurlarında kayser ve kisra´ya benzettikleri bir peygambere inanmayı yeğliyorlardı. Özetle insanlar "bir kul gibi yaşamak"tan daha çok "kayser ve kisra gibi yaşamaya" taliptiler.

Cebbar-ı Anid

Saltanata geçer geçmez kinini teskin edemeyip yaptığı ilk iş İmam Zeyd'in cesedini yaktırmak olan Velid'in Emevi hanedanı içerisinde ayrı bir yeri vardır. Halk kendisine 'Cebbar-ı Anid' lakabını takmıştı. Bu lakabın dillerde dolaşan bir de öyküsü var: Velid bir gün Kur'an okurken İbrahim Suresi'ndeki "Ve habe küllü cabbarin anid" (... ve sonunda her inatçı zorba perişan oldu.) ayetine gelince, "Vay; demek sen de bana 'cebbar-ı anid' diyorsun ha?" diyerek Kur'an'ı hedefe dikmiş ve onu parçalayıncaya kadar oklamıştı. BU işi yaparken bir yandan da şu mealde şiirler söylüyordu: "Va'dettiğin o gün Allah'a de ki: Velid beni oklarıyla paramparça etti."

Türü
Hikâye
Sayfa Sayısı
360
Baskı Tarihi
2009
Yazılış Tarihi
1938
ISBN
978-975-10-2981-2
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İnkılâp
Editörü
Aslıhan Karay Özdaş
"İstanbul'dan bahsedecektik. Uzakta kalanlar için İstanbul'un kaldırımları bozuk değildir, sokaklarda çamur ve süprüntü yoktur; tramvaylarda ve vapurlarda azap çekilmez. Musluklardan Terkos yerine kevser akar, sersemletici lodos ılık bir buse, dişleyici poyrazı bir serin nefestir.

Uzakta kalanlar için İstanbul

Uzakta kalanlar için İstanbul'un kaldırımları bozuk değildir, sokaklarda çamur ve süprüntü yoktur; tramvaylarda ve vapurlarda azap çekilmez. Musluklardan Terkos yerine kevser akar, sersemletici lodos ılık bir buse, dişleyici poyrazı bir serin nefestir. Bilhassa çölde onu konuşurken hep beyaz yelkenlerin kayıp gittiği şurup renkli denizler, avize gibi şıkırdayan pınarlar, çınar ve çitlembik gölgeleri, çilek tarlaları, fulya bahçeleri, tüy gibi ince kadınlar ve ağızlarından şekerleme kadar tatlı sözler dökülen kızlar görürsünüz.