Arka kapak:
Yirmi üç yaşındayken sapkınlık suçlamasıyla Yahudi cemaatinden atılan Baruch Spinoza, hayatını felsefeye vakfetmeye karar verir. Amacı “üstün ve daimi bir sevincin hazzını kendisine sonsuza dek verecek” gerçek iyiyi bulmaktır. Hayatının kalan yirmi yılında devrimci bir eser inşa edecek, filolojinin, sosyolojinin ve etolojinin yanı sıra derinlik psikolojisinin de fikir babalarından biri olmayı başaracaktır. Ama hepsinden önemlisi, arzuyu ve hazzı merkeze alan, Tanrı, ahlak ve mutluluk tasavvurumuzu sarsacak bir felsefenin mucidi olacaktır.
Bedeni Hor Görmek
Spinoza, Descartes'ın tersine beden ile ruhu iki farklı töz olarak değil, kendini iki farklı biçimde ifade eden tek ve aynı gerçeklik olarak alır: "Ruh ve beden, bazen düşünce sıfatıyla bazen uzam sıfatıyla düşünülen tek ve aynı şeydir." Daha önce gördüğümüz üzere düşünce ve uzam tanrısal sıfatlar olduğuna göre, bedenin doğası ruhunki kadar tanrısaldır. O halde onu değersizleştirmek veya hakir görmek saçmalıktır. Beden ruhla aynı payeye sahiptir. Ruhun büyümesi için çok önemlidir; tıpkı ruhun, bedenin muhafazası ve büyümesi için çok önemli olması gibi. Doğrusu onları ne birbirinin karşısına koyabiliriz ne birbirinden ayırabiliriz. Tek ve aynı gerçekliğin iki yüzü olmalarından ötürü birlikte iş görürler. Ruh bedenin zihinsel ifadesi, beden de ruhun yer kaplayan ifadesidir. Ruh bedensiz ne düşünebilir ne de tasavvur edebilir, beden ruh olmadan ne devinebilir ne eyleyebilir. İnsan kendisini ve ruhunu-zihnini, beden dolayımından geçen bilgilerle tanır. Spinoza'nın, TPİ'sinde peygamberlerin bilgisiyle ilgili açıklamasına geliyoruz tekrar: Bu bilgiler peygamberin muhayyilesiyle, duyarlığıyla, mizacıyla ve bedensel tecrübesiyle ilintilidir. Her birimiz için de geçerlidir bu: Düşüncemizin kaynağında bedenimiz vardır. Dünyayı algılayışımız ve onun sonucu olarak ortaya çıkan fikirler, bedenimizin yapısına ve dış dünyadan etkilenişine bağlıdır. Büyük filozofların düşüncelerinin, bedenlerinin hassasiyetinin damgasını taşıdığını tespit etmek hayli çarpıcı gelmişti bana. Çok muhtemeldir ki Schopenhauer'in kötümser felsefesi hayli kırılgan sağlığı ve evhamlılığıyla, Montaigne'in iyimser fikriyatı da beden kuvveti ve yaşamaktan zevk almasıyla ilişkilidir.
Bu bağlamda şunu da açıklığa kavuşturalım: Beden derken Spinoza'nın kastettiği sadece fiziksel beden değil cismaniyetin fiziksel, duygusal ve duyusal tüm boyutlarıdır. Bünyesi (örneğin herhangi bir engelden ötürü) zayıf bir insan; arzularının, heyecanlarının, duyusal kapasitelerinin yoğunluğu dolayısıyla büyük bir bedensel kudrete sahip olabilir. Vücut hasta olduğunda da tedavi edilmesi gereken sadece organlar değildir. Heyecan ve duygulanımları da hesaba katmak gerekir. Bundandır ki Spinoza, her boyutuyla vücudu dikkate alıp memnun etmeyi, ona iyi bakmayı, onu güçlendirmeyi önerir. "Bilge insana düşen, yaşamdan faydalanıp haz almaktır. Ölçülü biçimde tüketeceği lezzetli yiyecek ve içeceklerle, ayrıca kokularla; yemyeşil bitkilerin, şık giysilerin, müziğin, spor oyunlarının, gösterilerin güzelliğiyle ve başkasına zarar vermeden herkesin yararlanabileceği diğer şeylerle kendini rahatlatmak ve güç toplamak da bilge insana yaraşır."
Salt organik ve mekanikçi beden anlayışına dayanan bir tıbbın olduğu kadar, zihnin kudretini artırmak için bedene kötü bakmayı, onu hor görmeyi, ihmal etmeyi öneren çileci bir maneviyatın da karşısındayız. Bedenle ruh arasındaki töz birliği anlayışının, tıptan maneviyata kadar tüm alanlarda ama aynı zamanda günlük hayatımızda ve başkalarıyla iliş kilerimizde de sonuçları vardır.