Türü
Roman
Sayfa Sayısı
724
Baskı Tarihi
2004
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Türk edebiyatının en önemli eserlerinden biri olan Tutunamayanlar, eleştirmen Berna Moran tarafından, "hem söyledikleri hem de söyleyiş biçimiyle bir başkaldırı" olarak nitelendirilmiştir. Moran'a göre Tutunamayanlar'daki edebi yetkinlik, Türk romanını çağdaş roman anlayışıyla aynı hizaya getirmiş ve ona çok şey kazandırmıştır.
Oğuz Atay, özellikle Tutunamayanlar romanında, modern şehir yaşamı içinde bireyin yaşadığı yalnızlığı, toplumdan kopuşları ve toplumsal ahlaka,kalıplaşmış düşüncelere yabancılaşan, tutunamayan bireylerin iç dünyasını anlatır. Yapıtları eleştiri, mizah ve ironi barındırır.
Neden Altını Çizdim?
Ne karanlık bir okul tasviri!...
Ben okul hayatımda güzel bir sınıf, zevkli bir okul binası, iç açıcı bir bahçe görmedim.
Ben okul hayatımda güzel bir sınıf, zevkli bir okul binası, iç açıcı bir bahçe görmedim. Kirden kararmış, dayanan dirseklerle cilalanmış eski sıralar; sıraların üstüne, geçen yılların Süleymanları, Necdetleri, Aykutları, zaman geçtikçe öztürkçeleşen isimlerini, adlarını çakıyla kazımışlar. Duvarlarda, her yeni müdürün yeni zevksizliğini gösteren renkli badanalar üstüste: son müdür Behçet Beyin sidik sarısı badanasının altında yer yer eski müdür Muhterem Beyin türbe yeşili ve merhum Sami Beyin çingene pembesi renkleri sırıtıyor. Kara tahtanın karalığı, sözde kalmış. Öğretmen kürsüsünün ön tahtasında, kadın öğretmenlerin bacaklarına, kalem düşürmek bahanesiyle bakabilmek için açılmış koca birdelik. Perdesiz büyük pencereler, yaldız boyası dökülmüş bir soba, kirli ellerimizden leke olmasın diye tokmağının çevresi siyaha boyanmış kül rengi kapı ve hepsinin varlığını ve neden öyle var olduğunu açıklayan beylik cümle: bu fakir millet bu kadarını verebiliyor.
"Hela yahut apteshane veya yüznumara ya da ayakyolu; en moderni: tuvalet. Ve hepsinin kapısında bütün bunlardan ayrı bir yazı: 00. Bütün bu isimler içimi karartırdı. Bu isimleri hatırladıkça, keskin bir koku duyar gibi olurdum. Sınıfın koridoruna kadar yayılan keskin koku. Kokunun peşine takılıp giderseniz, girişte kovalar, yer bezi yapılmış çuval parçaları ve süpürgeler karşılardı sizi. Tokmağı kopuk kapılar, kapanmayan kapılar, kapısına bozuk bir yazıyla 'bozuk' yazılmış helalar, duvarlara sürülmüş pislikler... Alaturka helalar, alafranga helalar; alaturka musiki, alafranga müzik... Penceresiz helalar, muslukları kırık helalar...
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
724
Baskı Tarihi
2004
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Türk edebiyatının en önemli eserlerinden biri olan Tutunamayanlar, eleştirmen Berna Moran tarafından, "hem söyledikleri hem de söyleyiş biçimiyle bir başkaldırı" olarak nitelendirilmiştir. Moran'a göre Tutunamayanlar'daki edebi yetkinlik, Türk romanını çağdaş roman anlayışıyla aynı hizaya getirmiş ve ona çok şey kazandırmıştır.
Oğuz Atay, özellikle Tutunamayanlar romanında, modern şehir yaşamı içinde bireyin yaşadığı yalnızlığı, toplumdan kopuşları ve toplumsal ahlaka,kalıplaşmış düşüncelere yabancılaşan, tutunamayan bireylerin iç dünyasını anlatır. Yapıtları eleştiri, mizah ve ironi barındırır.
Yanlışlıkla Mektep Yerine Okula Gitmek
“Okulda ilk öğrendiğim gerçeklerden biri de babamın -sonra peder oldu- beni yanlışlıkla mektep yerine okula gönderdiği oldu. Önümüze alfabe adında anlaşılmaz bir kitap koydular. Babam, ona da elifba dedi. Okulla babamı uzlaştırmaya imkân yoktu. “Bu garip kitapta, bizim kılığımıza pek benzemeyen bir biçimde giydirilmiş çocuklar, boyuna birbirlerine top atıyorlardı. Hangi mahallede oturduklarını bilemediğim bu çocuklar, kumbaralarında -bizim evde böyle bir kutu yoktu- para biriktiriyorlar; babaları da -Ahmet Ağabey kadar genç ve bıyıksız adamlardı bunlar- onlara, çatana denen kayıklar alıyordu. Bir de vatan denen bir şey vardı ki, çok iyi korunması gerekiyordu. Bizler, her sabah hep bir ağızdan onu özümüzden çok sevdiğimizi, ant denilen bir şey içerek haykırıyorduk. Bir de bazı çatık kaşlı adam resimleri vardı ki, babam onlara, gazetedeki amcalara yaptığım gibi, sakal bıyık takmamı şiddetle yasak etmişti.
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
281
Baskı Tarihi
2011
Yazılış Tarihi
2008
ISBN
978 605 61801 5 6
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Mütercimi
Algan Sezgintüredi
Orijinal Adı
Couch
Kahramanlarımız üç ev arkadaşı. Bir yazılım devini hackleyip küçük de olsa bir şöhret kazanmış -ve işsiz kalmış asosyal yazılımcı Thom, hiçbir zaman yeterince akıllı ve hızlı olamamış küçük sahtekarlıkların adamı Erik ve rüyaları sıklıkla gerçek çıkıyor olmasa kesin deli tanısı konulacak, kafası darmaduman bir amatör kahin Tree.
Uydur, Yaz, Aldat!..
Yazılı tarih denen şey aldatmacanın dik âlâsıdır. Okulda öğrendikleriniz ya uydurmadır ya da kim bilir kimlerin ihtiyaçlarına göre yeniden yazılmıştır.
Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
64
Baskı Tarihi
1963
Yazılış Tarihi
1918
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Bu kitap, Gökalp’in en temel konulardaki fikirlerini söylediği önemlieserlerinden biridir. Onun fikir dünyasına girişi bu eser ile yapılmalıdır. 21. yüzyılı yaşadığımız şu günleri (de) anlattığı bu küçük hacimli eser içinde serdedilen fikirlerden neredeyse mazide kalmış olanı yoktur. 100 sene öncesinin aydını olarak Gökalp bizim gündemimizi konuşmaktadır.
Neden Altını Çizdim?
Mütefennin: Alim, münevver, fen adamı. Teknik ilimle uğraşan.
Bizde fen tahsili bir vasıta değil, bir gayedir.
Fenler sanayiden doğar, sanayii sevk ve idareye uğraşır. Bizde fen tahsili bir vasıta değil, bir gayedir. Halbuki bizim mütefenninlerimiz yanlız fenden bahsetmeyi bilirler, fennin tatbikatiyle uğraşmaya iktidarları yoktur. O halde bizde hakikî mânasiyle ne fen, ne de mütefennin vardır.
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
ISBN
6051144351
Baskı Sayısı
0. Baskı
Kocatepe Camii’nin karşısında, Olgunlar Sokak’ın başında eski bir apartman vardır, Vefa Apartmanı. Kapısında, Vefa 38 yazılı bir levha asılıdır… Bu aziz insanın, Tevfik İleri’nin hikâyesi oradadır…
Neden Altını Çizdim?
"Bundan bir kompleks de duymazdık biliyor musunuz?" piyuu
Pileli Etek
Annem, evin geçimi konusunda dikkatli davranırdı. Ay sonunu zor getirirdik. Şimdiki milletvekilleri, bakanlar gibi değildi. Zaten kirada oturuyorduk.
…
Giyim kuşamımız da mütevazı idi. Okul kıyafetlerimizi birkaç sene giyerdik. Ayşe’yle eteklerimizi annem biraz uzun tutardı, katlardı. Tabi boyumuz uzadığı için, her sene söker biraz uzatırdı. Birkaç iz olurdu ne kadar ütülense de… Bir gün öğretmenimizin tahtaya kaldırdığında, rengi solmuş, birkaç dikiş izi olan eteğime bakıp, ‘bak sen, kızımızın boyu ne kadar da büyümüş…’ diyerek beni teselli ettiğini hatırlıyorum. Bundan bir kompleks de duymazdık biliyor musunuz? Yani evde bu konuşulmazdı bile.
…
Cahide Hanım o günleri yeniden yaşıyor. Çileli, sade bir yaşam… Bakan kızı olarak okulda üç yıl aynı formayı giymek ve bunu dert etmemek için insanın nasıl bir iç dünyası olması gerektiğini insan onları seyrederek anlayabilir.
Öğretmen olsaydım...
Anne ve babalar ilginçtir. Kendi çocukları akla gelebilecek en berbat kişi olsa bile, onun harika biri olduğuna inanırlar.
Bazı ana-babalar daha da ileri gider. Hayranlık gözlerini o kadar köreltir ki, çocuklarının bir dahinin özelliklerine sahip olduğu konusunda kendilerini ikna etmeyi başarırlar.
Aslında bunda pek yanlış bir şey de yoktur. Dünya böyledir. Ancak ana-babalar mide bulandıran yavrularının ne kadar parlak olduklarını bize anlatmaya başlayınca, biz de, “bize bir tas verin; kusacağız!” diye bağırmaya başlarız.
Okul öğretmenleri gururlu ana-babalardan bu tür gevezelikleri dinlemek durumunda kaldıkları için epeyce sıkıntı çekerler, ancak bunun acısını genellikle dönem sonu notunu atarken çıkarırlar. Eğer ben öğretmen olsaydım, çocuklarına hayran böyle ana-babaların çocukları için yazacak dahiyane şeyler bulurdum. “Oğlunuz Maximilian” diye yazardım, “tam bir serseri. Umarım aileniz bir iş sahibidir de, okulu bitirdikten sonra onu oraya yerleştirebilirsiniz, çünkü başka hiçbir yerde iş bulamayacağından eminim.” Ya da kendimi şair gibi hissediyorsam, şöyle yazabilirdim: “Çekirgelerin işitme organlarının karın boşluğunun iki yanında olmaları ilgi çekici bir gerçektir. Bu dönem öğrendiklerine dayanarak kızınız Vanessa’yı değerlendirirsek, işitme organı dahi olmadığını söyleyebiliriz.”
Tabiat bilgisi konularının altını üstüne getirebilir ve şöyle söyleyebilirdim: “Ağustos böceği yerin altında koza içinde altı yıl, yerin üstünde, güneş ışınlarından ve havadan yararlanan özgür bir yaratık olarak altı gün geçirir. Oğlunuz Wilfred bu okulda yerin altında altı yıl geçirdi ve hala kozasından çıkmasını bekliyoruz.” Özellikle zehirli bir küçük kız beni sokup şunları söyletebilir: “Fiona tıpkı bir buzdağının güzelliğine sahip ama buzdağından farklı olarak, yüzeyin altında hiçbir şeyi yok.”
Babam olsaydı...
Okulumuz, tek katlı, kırmızı tuğlalı, gecekondu gibi küçük bir köy okuluydu. Ön kapının üzerindeki tuğlaların içinde, gri bir taş blok çimentoyla yapıtırılmıştı ve bu taşın üzerinde şöyle yazıyıyordu:
BU OKUL, SOYLU EKSELANSLARI KRAL YEDİNCİ EDWARD'IN TAÇ GİYİŞİNİN ANISINA 1910'DA İNŞA EDİLMİŞTİR.
Bu yazıyı bin kez okumuşumdur. Kapıdan her girişimde gözüme çarpar. Sanırım bu nedenle yazılmış. Ama aynı yazıyı tekrar tekrar okumak oldukça sıkıcıydı ve her gün oraya değişik ve gerçekten ilginç şeyler koysalar, ne kadar hoş olacağını düşünürdüm. Babam bu işi çok güzel yapardı. Bu düz gri taşa, bir parça tebeşirle yazabilirdi ve her sabah yeni bir şey bulurdu. Şöyle şeyler yazabilirdi:
KÜÇÜK, SARI KELEBEĞİN EŞİNİ SIK SIK SIRTINDA GEZDİRDİĞİNİ BİLİYOR MUYDUNUZ?
Başka bir seferinde şöyle diyebilirdi:
GUPİ'NİN KOMİK HUYLARI VARDIR. BAŞKA BİR GUPİ'YE AŞIK OLDUĞUNDA ONU POPOSUNDAN ISIRIR.
Ve başka bir kez:
KURUKAFA GÜVESİNİN CIRLADIĞINI BİLİYOR MUYDUNUZ?
Ve yine başka bir zamanda,
KUŞLARIN HEMEN HEMEN HİÇ KOKU ALMA DUYULARI YOKTUR. AMA GÖZLERİ ÇOK KESKİNDİR VE KIRMIZI RENKLERİ SEVERLER. SEVDİKLERİ ÇİÇEKLER KIRMIZI VE SARIDIR, AMA ASLA MAVİ DEĞİLDİR.
Ve belki başka bir gün tebeşirini çıkarıp şöyle yazabilirdi:
BAZI ARILARIN HEMEN HEMEN KENDİ BOYLARININ İKİ KATI KADAR UZATABİLDİKLERİ DİLLERİ VARDIR. BU, ÇOK UZUN VE DAR AĞIZLARI OLAN ÇİÇEKLEREN BALÖZÜ TOPLAMALARINA YARDIM EDER.
Ya da şöyle yazabilir:
BAHSE GİRERİM Kİ, BAZI BÜYÜK İNGİLİZ MALİKANELERİNDE, UŞAKLARIN HALA EFENDİLERİNİN KAHVALTI MASALARINA GAZETELERİNİ GETİRMEDEN ÖNCE ÜTÜLEDİKLERİNİ BİLMİYORSUNUZDUR.
Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
207
ISBN
978-605-4195-17-6
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
H.Ahmet Menteş
Bir kitaba muhtacız
Bize bütün hareketlerimiz için değer ve kaide sunacak, satıcıdan siyasiye, doktordan gazeteciye, çocuktan ihtiyara kadar hepimizin yaşayışına ruh ve mânâ katacak, anlaşılmış, sistemleştirilmiş, hikmetleri, bütününün birliği içinde saklayarak her aleme pencerelerini açacak büyük mektebin temel hakikatlerini ihtiva eden bir kitaba muhtacız. Bu kitabı, asrın anlayışıyla, bütün hürriyet, bütün hikmet ve bütün hakikatiyle mektebimize temel yapmalıyız.
Bu Kitap KUR'AN'dır.
Türü
Akademik
Sayfa Sayısı
0
ISBN
975-8470-03-5
Baskı Sayısı
0. Baskı
Mütercimi
kenan demirayak
Orijinal Adı
Zâdu'l-me'âd
Okul
Bir ebe gibidir okul; annelerin rahimlerinden bebekleri çeker alır, fakat onları doğurmaz. Dilerseniz bir tavuktur okul; belirli günler için yumurtaya konar ve yumurtadan çıkacak olan civcivin rengi ve cinsiyeti konusunda kesinlikle bir görüşü yoktur onun. Aksine tüm yapacağı, kendisinin deneyimlerle bulduğu rızık kaynaklarını göstermektir ona.