modernlik

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
352
Baskı Tarihi
2016
ISBN
978-975-539-181-6
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ayrıntı
Editörü
Mehmet Küçük
Mütercimi
Alev Türker
Orijinal Adı
Postmodern Ethics

Yıllardır modern sanayi uygarlığını tartışıyoruz. İlk günahı kimin işlediğini, insanın bir zamanlar doğayla barışık bir halde yaşadığı o güzel günlere kimin son verdiğini, bizi fırtınaların orta yerinde kimin çırılçıplak bıraktığını bulmak için daha çok tartışacağız. Çünkü “Tanrı(nın) öldü”ğünü bilmek, geleneğin zincirlerini parçalamak yetmedi; bu kez özgürlük ciğerlerimizi yakmaya başladı. Özgürlük kendinin, ayrıca ötekinin sorumluluğunu üstlenmek, belirsizliklerle, çözülmez çelişkilerle sarmaş dolaş yaşamak, yani, modern bireyler olmak demekti.Ama ağır geldi özgürlük. Taşıyamadık.

Ahlak Verimlilik Kârlılık

Modernliğin doğuşunun, mantıksal olarak birbiriyle uzlaşmaz iki açıklaması (modern deneyim tartışmamızın gündemini başka herhangi bir düşünürden daha fazla belirlemiş olan) Max Weber'de bulunabilir. Bir yandan, modernliğin, ev ile işin ayrılmasıyla başladığını öğreniyoruz; ilkesel olarak birbiriyle çelişen, (iş dünyası açısından doğru ve uygun olan) verimlilik ve kârlılık ölçütleriyle, (duygusal yükleri olan aile yaşamı için doğru ve uygun olan) ahlâki paylaşım ve özen standartlarının aynı bölgede karşılaşmaları ve böylece karar vermek isteyen kişiyi büyük bir müphemlik içinde bırakma tehlikesini bertaraf eden bir ayrımdır bu. Öte yandan, Weber’den, tam da dürüstlük en iyi politikadır, yaşam bir bütün olarak ahlâki anlam taşımaktadır, yaşamın hangi alanında olursa olsun ne yaptığınız ahlâki olarak önemlidir diye vurguladıkları ve daha doğrusu, yaşamı tamamen kucaklayan bir etik ürettikleri ve yaşamın herhangi bir yönünü gözden ırak tutmayı şiddetle reddettikleri için Protestan reformcuların, ister istemez modern yaşamın öncüleri olduklarını öğreniyoruz. Kuşkusuz, iki açıklama arasında mantıksal bir çelişki var. Ama yine de, mantığa rağmen, bu çelişki, zorunlu olarak açıklamalardan birinin yanlış olduğu anlamına gelmez. Mesele tam da modern yaşamın, mantıktaki “ya o ya bu” ilkesine uymamasıdır. Açıklamalar arasındaki çelişki, modern toplumun, yılmadan ama boş yere kucaklanamaz olanı kucaklamaya, çeşitliliğin yerine tek biçimliliği ve müphemliğin yerine tutarlı ve saydam düzeni koymaya çalışan ve bunu yapmaya çalışırken, durdurulmaz bir şekilde, kurtulmayı başardığından daha fazla bölünme, çeşitlilik ve müphemlik üreten bir toplumun eşit güce sahip eğilimleri arasındaki gerçek çatışmayı doğru olarak yansıtmaktadır.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
395
Baskı Tarihi
2018
ISBN
978-975-539-323-0
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ayrıntı
Editörü
Sedef Özge
Mütercimi
İsmail Türkmen
Orijinal Adı
Life in Fragments Essays in Postmodrn Morality

İlkeli siyaset, kimlik, ahlâk, sorumluluk... postmodern dönemin umacıları. Gün, sorumluluk almamanın, bağlanmamanın, parçalı kimliklerin, plastik cinselliğin ve tüketicilerin günü! Madem ki siyaset agoralardan silinip oy sandıklarına hapsedildi; modernliğin toplama kamplarında bitiremediği Öteki, evin, mahallenin, kentin dışına püskürtüldü; hayat artık doğumla başlayıp ölümle sona eren bir süreklilik olmaktan çıkıp hesaplanabilir ve sürdürülebilir parçalara bölündü...

Modernliğin evrensellik iddiasını kaybedişi

Modernlik bir zamanlar kendisini evrensel görüyordu. Şimdi ise kendisini küresel sayıyor. Bu sıfat değişikliğinin arkasında, modern öz-bilinç ve özgüven tarihindeki bir dönüm noktası gizlidir. Evrensel[lik], aklın hâkimiyeti[nde] olmak demekti: Duygulara köleliğin yerine rasyonel varlıkların özerkliğini, hurafe ve cehaletin yerine hakikati, sürüklenen planktonun sıkıntılarının yerine kendi kendisini yaratan ve tamamen gözetlenen tasarım-ürünü-tarihi koyacak olan şeyler düzeni [demekti]. "Küresellik” tersine, sadece herkesin her yerde McDonald's burgerleriyle beslenip TV'de en yeni belgesel dramayı izleyebileceği anlamına geliyor. Evrensellik, gurur duyulan bir projeydi, gerçekleştirilecek Herkülvari bir misyondu. "Küresellik” ise, tam tersine, "dışarıda” olup bitenlere koyun gibi rıza gösterme; "bükemediğin bileği öpeceksin" türü bir öz-teselli nasihati ile şekerlendirilse de daima kapitülasyonun acılığı ile karışan bir kabullenmedir. Evrensellik, felsefecilerin koltuklarını kabartan bir başarıydı. Küresellik ise, felsefecileri çıplak bırakarak yeniden, evrenselliğin kendilerini kurtarmayı vaat ettiği çöllere sürgün ediyor.

 


Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
523
Baskı Tarihi
2000
Yazılış Tarihi
1992
ISBN
975-470-514-3
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim
Mütercimi
Yasemin Saner Gönen
Orijinal Adı
Turkey, A Modern History

1800'lerden bugüne, özgün, karmaşık, tartışmalı hatta kavgalı bir süreç olarak yaşanan modernleşme tarihimiz üzerine derinlikli bir inceleme... Zürcher'in emeği, hem yeni bilgiler sunuyor okurlara hem de tutarlı bir yaklaşım. Üçüncü Selim'den, Zürcher'in tanımlamasıyla "Üçüncü Cumnuriyet"e, yani 1980 sonrasına.
(Tanıtım Bülteninden)

Son Dönem Osmanlı Panoraması

Osmanlı İmparatorluğu, gelişigüzel yayılmış modern öncesi bir devletti ve Fransa’nın 17. yüzyılda geçirdiği ve Avusturya’da 2. Joseph, Prusya’da Büyük Frederick veya Rusya’da Büyük Katerina gibi aydınlanmış otokratların 18. yüzyılda uyguladığı merkezileşmeyi yaşamamıştı. 1800’e gelindiğinde, İstanbul’daki merkezî hükümet eskiden elinde bulundurduğu gücün büyük bir kısmını yitirmiş durumdaydı. Osmanlının askerî kudretinin 14. yüzyıldan itibaren iki klâsik dayanağını oluşturan ulufeli yeniçeri piyade sınıfı ile yarı feodal sipahi atlı sınıfı, değerlerini uzun zamandan beri yitirmiş bulunuyorlardı. 18. yüzyılda hem başkentte hem de önemli eyalet merkezlerinde görevlendirilmiş olan yeniçeri ocakları, sayıca büyük (ve pahalı), ama askeri bakımdan fazlasıyla önemsiz bir topluluktu; hükümeti ve halkı yıldıracak kadar da güçlü olmasına karşın, İmparatorluğu savunamayacak kadar zayıftı; teknolojik ve taktik olarak üstün olan Avrupa ordularıyla son yüzyıl içerisinde yapılan ve yenilgiyle sonuçlanan bir dizi savaş bunun kanıtıydı. Yeniçeriler çoktan yarı zamanlı çalışan bir milis gücüne dönüşmüştü. Hisseli dükkan sahipliği ve haraca kesme yoluyla, pazardaki loncalarla kaynaşmışlardı. Askerî birliklere atanma belgeleri kendilerine ve korumakta oldukları dükkanlara ayrıcalıklı bir statü kazandırıyordu. Yeniçerilerin esâme kağıtlarının sayısı, askerlerin gerçek sayısını kat kat aşmış ve para yerine geçen bir kağıda dönüşmüştü. İmparatorluğun görkemli döneminde ücretleri, kendilerine yapılan tımar bağışı yoluyla dolaylı yoldan ödenmekte olan sipahiler ise enflasyon yüzünden topraklarını terk etmek zorunda kalmışlardı, çünkü gelirleri sabit olmasına karşın çıkılan seferlerin maliyeti katlana katlana artmaktaydı. Sipahilerin sayısı 1800’e gelindiğinde büyük ölçüde azalmıştı. Bunun yanı sıra, sipahilerin temsil ettiği Ortaçağ atlı sınıfı türü de, o dönemin savaşlarında pek fazla varlık gösteremiyordu. Geç 18. yüzyıl savaşlarında, Osmanlı ordusu, askerlerini esas olarak Müslüman Anadolu’dan, Balkan köylülerinden ve kasabalardaki serkeş genç erkeklerden toplar hale gelmişti, ki bunların hepsine birden levend adı veriliyordu. En etkin Osmanlı birliklerinin bir kısmını, eyaletlerden ve İmparatorluğa tâbi devletlerden temin edilen yedek kıtalar oluşturuyordu.


Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
324
Baskı Tarihi
1999
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Bir sanat eseri, yaratıldığı devre göre ve o devrin hassasiyetini, zevkini ve anlayışını en iyi ifade ettiği için mi değer kazanır? Yoksa o devri aşan, her zaman için taze, hatta her zaman yeni güzelikleri keşfedilen ebedi değerlere mi sahiptir? Başka ve daha kestirme bir deyimle, bir eserin, bilhassa bir şaheserin değeri "tarihi" midir, "ebedi" mi? Batıda bu mesele çok münakaşa edilmiştir. Geçen asrın büyük Fransız tarihçisi ve filozofu Ernest Renan "İlmin Geleceği" adlı meşhur eserinde tarihi görüşü savunur. "Mutlak bir hayranlık daima sathidir.

Edebiyatımız Belediyesizdir

Genç şiirimizde görünen fantezi temayülleri, garabetler, aykırılıklar, belirsizlikler, küstahlık derecesindeki fikir ve hayal cür'etleri taassupsuz, fakat müsamahasız bir tasfiyeye muhtaçtır. Şarlatanı samimîden ayıracak bir tenkit, yenilik işportalarını dolduran karışık ve hileli eserleri ayıkladıktan sonra halisin revacını temin etmiş olur. Belediyenin kimyahanesinde yağ muayene edilir gibi her eser tenkidin lâboratuvarına sevkedilmelidir. Henüz böyle bir tahlilhane yoktur, çünkü edebiyatımız belediyesizdir.