Yalnızlık Sözleri II

Yazarı
Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
520
Baskı Tarihi
Mart 2010
ISBN
978-975-60047-89-0
Baskı Sayısı
0
Yayın Evi
Fecr Yayınevi
Mütercimi
Okan Sevinç
Orijinal Adı
Gofteguhayı Tenhayi
O, inançları uğruna bu yolu tercih etmişti. İnanç bütün hayatını kaplamış ve genç yaşta siyasi ve toplumsal olaylara karışmıştı. Onu bu yola inançları sürüklemişti. Bir an olsun yürümekten geri kalmadı, hiçbir engel ona mani olamadı. Hiçbir davet ve olay, onu bir an olsun tereddüde düşürmedi. Hikâyesi çok uzundur! Siyasi suçluları ya acı çeksin de teslim olsun diye gurbete sürgün ederler ya da canı yansın diye zindana atarlar. O her ikisine de maruz kalmıştı, gurbette zindana atılmıştı. Ama o gurbetten ve zindandan incinecek biri değildi, o kendine dönük biriydi, kendiyle barışık biriydi. Kendi içinde çoğul yaşayanlar hemşeriye ihtiyaç duymazlar, kendi içinde özgür olanlar, zindandan incinmezler. O, her iki konuda da tecrübeliydi. Kalabalığa muhtaç olan insanlar çok azdır. Kendi içinde hiç olanlar başkalarına, kalabalıklara gark olmaya çalışırlar. Zira orada hiçliklerini hissetmezler. Yalnız kaldıklarında dehşete kapılırlar; çünkü bir kişiyi bile hissetmezler, mutlak bir boşluk vardır onlar için! Onda peri yalnızlığı vardı. Kendi içinde yaşamayı çok iyi biliyordu. Kendisiyle yalnızlık hissetmiyordu, yalnızken daha fazla meşguldü ve etrafı daha kalabalıktı. Başkaları onu kendisinden alınca yalnız bırakmış oluyordu. Onun kendisi, kendi vatanıydı, kendi özgürlüğüydü! Gurbetteki bu zindan mahkûmu, kendisini kendi vatanında özgür buluyordu. http://www.fcr.com.tr/urundetay.asp?id=424

Kaynaktan Diğer Alıntılar

Başlık Altı Çizili Satır Sayfa Azalan sıralama
Sır Geceleri seher vakitlerine kadar odasının bir köşesinde yalnız ve uykusuz kalan, bütün varlığını O'nda yok eden, gece ve gündüzleri sürekli uykusuz, yemeksiz, konuşmadan, kendinden ve herkesten uzakta geçiren, sakin, dertli ve yalnızca O'nunla konuşan, O'nu düşünen, O'nunla fısıldaşan, bütün hayatını O'na adayan, bütün işini O'na veren, sararmış rengi içindeki acısını anlatan, açık sessizliği kalbindeki fırtınayı haber veren, sakin ve soğuk yaşamı ruhundaki dinmeyen dinmeyen acıyı anlatan birinin, adımını sokağa attığı zaman, halkın gözünde gamsızlıkla suçlandığını görmesi ve halkın onu yeme, içme ve yatma ehli olarak tanıması ne hoş ve teskin edici bir zevktir. İşte böyle bir durumda saf ihlas ortaya çıkar, iman riya tozundan uzaklaşır ve ruh o tertemiz aşkı, kalp ise o saf ve lekesiz duyguyu bulur. İman ne kadar gizliyse o kadar halis, aşk ne kadar gizlilik perdesi altında saklıysa o kadar temiz olur. Chandel'i, o ilginç ruhu, benim dışımda çok az kimse tanır. O her gece De La Chapelle'i düşünerek, şafağın sökmesini bekler, sabaha kadar uyanık kalırdı. Hikayeler fısıldar, nağmeler mırıldanır, şarkılar söyler, güzel makamlar icra eder ve yalnızlığını onunla giderirdi. Sabahleyin yanından geçtiği zaman ise sanki onunla hiç ilgilenmiyormuş gibi davranırdı. Dünyada en değerli ve en kutsal şeyler, hatta iman ve aşk da dahil herşey, "gösteriş" rezaletiyle karşı karşıyadır. Gizlilik yani "gösterişsiz varoluş" ise o kadar ilahi bir takva, ihlas ve kutsallıkla doludur ki bütün zorluklara ve mahrumiyetlere rağmen harikulade bir tadı vardır. Aynulkuzat'ın naklettiği gibi "Kim aşık olur, aşkını gizler ve sonra da ölürse, cennet ona vacip olur." Cennet ona neden vacip oluyor? Cennet, dünyevi yaşantımızda yaşadığımız cehennemin mükafatı değil midir? Hangi cehennem, dünya hayatında imanı gizlemekten daha acıklı ve yakıcıdır? Ruhun derinliğinde, kalp perdelerinde, sinirlerde ve en doğru, en gerçekçi özünde saklı gizliliğin ateşi, bambaşka bir acıdır! 14
Gül ve Kelime Kelimeler, genelde kullanılan etiketli zarflardır ve kavramların aktarımı ile müşterek duyguların ve durumların açıklanmasında her ne kadar yeterli ve becerikliyseler de normal ve yaygın olmayanı aktarmada da o kadar aciz ve çaresiz kalırlar. İnsanlar kesme şekerler gibi birbirlerinin kopyasıdır. Doğrusu, yüzlerce renk, aynı tür ve aynı ölçüde civciv üreten civciv makineleri gibi, insanların hepsi gülü aynı şekilde görüyor, aynı şekilde hissediyorlar. Gülün, onların hepsi için bir tek anlamı vardır. İnsanların hepsi ondan aynı şekilde etkileniyorlar. Eğer bu insanların içinde başka bir tür insan olsaydı ve o gülü başka bir şekilde görseydi, onu başka bir şekilde hissetseydi, kelimeler onun için ne yapabilirdi? Hiçbir şey! Zaten kelimeler anlayamazlar; kelimeler de anlayamazsa artık hiç kimse anlayamaz; hatta onun kendisi bile... 15
Kızılkale Zindanları Göz ve kulak, ateşi körükler. Bu denenmiştir; eğer bu iki tehlikeyi meydandan uzaklaştırırlarsa zorluk artık dayanılmaz hale gelecektir! Kızılkale zindanında görüşme izni olmayan veya pazartesi görüşmesine gelecek kimsesi olmayan tutuklular, diğerlerinden daha sakindirler. Benim görüşmemi yasakladıkları zaman, ben haftaları monoton geçirdim. Zaman düz bir cadde olmuştu, sırf başıboşluk içinde geçiyordu, üzüntü monotonlaşmış, hareketsiz hale gelmişti. Görüşmemi serbest bıraktıkları günlerde zaman, birkaç günde korkunç girdaptan geçen ve her geçen gece daha zor ve asi olan çok dönemeçli vahşi bir ırmağa dönüşüyordu. Acı delice akan bir nehir olmuştu ve üzüntü her an ısıran bir zehir haline gelmişti. Mahkûma iki türlü işkence yaparlar. Ellerin bir tanesini boynun arkasından, öbürünü de yandan birbirine bağlıyorlar. Eller birbirine kavuşmamasına rağmen bunu zorla yapıyorlar, sonunda kaburga kemikleri çıkıyor, bazen de kırılıyor. Kaburga kemiklerinin sesi, kırılan kuru ağaç sesi andırıyor. İki elin bileğini arkadan birbirine ulaştırdıklarında bir kelepçe ile bağlıyorlar ve üstüne bir taş veya demir parçası koyuyorlar, ağırlığı, mahkuma ne kadar işkencenin uygun görüldüğüne bağlıdır, sabrına uygundur. Ben ne diyorum? Özgürlüğe duyduğu aşkın ağırlığı kadardır, işkence taşının ağırlığı, hücredeki mahkumun imanı kadardır. Bu özgürlük sevdalısı esiri öylece tutuyorlar; bu müzmin bir işkencedir, zorluğu sakin bir zorluk, acısı kupkuru bir acı ve sakin bir deri... 44
Müzik Acaba "Her şey müziktir. Konfüçyüs'ün deyişiyle, hayat müzikten başka bir şey değildir. Chandel'in kendi ifadesiyle, insan Tanrı'nın okuduğu bir makamdır; ruh, melekût aleminde çalınan bir nağmedir ve onun dışındaki her şey bir artıktır ve kirli bir topraktır." mı demek istiyor? Müzik şiirdir, hayaldir, aşktır, güzelliktir, dindir, irfandır, sevgidir, meleklerdir, istektir, hatıradır... Bütün bunlar bir makamın notalarıdır, bir çengin makamı... 49
Ne yazık! Ne yazık! Yabancılar ülkeye hakim olduğu ve özgürlük tutsak edildiği zaman yalnız devlet, hakim, kanın, istibdada ve hükümete bağlı olanlar değil, bütün halk birer casustur, yabancılar için çalışırlar, akrabalığın suç olduğu bir ülkede herkes yabancı sevdalısıdır. 61
İnsan İklimi Varlığımız, konuşmamız, düşüncemiz, tasa ve kıvancımız, bekleyişlerimiz, isteklerimiz, ihtiyaçlarımız, acılarımız ve hatta mutsuzluklarımız ve sövgülerimiz bile samimidir. Gönül samimiyeti, doğruluk samimiyeti, dürüstlük samimiyetidir. Sen kendi içinde, kendinle samimi ol! Sen de Buda'nın, Dekart'ı dolandırmasına izin verme. Okumadın mı: Herbirimizin içinde iki kişinin evi vardır. Her birimiz iki kişiyiz. Her Avrupalı bir Dekart ve bir Paskal'dan ibarettir. Her Doğulu bir Buda ile bir Konfüçyüs'ü içinde taşır. Her Müslüman bir İbni Sina ile bir Ebu Said'e sahiptir; özetle, her Dante'de bir Vergilius ile bir Beatrice yaşıyor. Yaşam mı? Hayır, savaş! İnsan bir tereddütten ibarettir, herkes bir "Ne yapmalı?"dır. İnsanın en doğru gerçeği bundan başka bir şey değildir. Bu tereddüt, ızdıraplar, dertler, taşkınlıklar, acılar ve canımızı bîzar eden bu ağır ve acımasız karanlıklar işte buradan, fıtratımızın derinliğinden, yaratılışımızın beyninden ve varlığımızın meçhul derunundan kaynaklanıyor. Benim felsefelerde, irfanlarda, dinlerde, ilimlerde, edebiyatlarda ve yaygın dillerde kullanılan bu kelimeleri sana hangi manada söylediğimi görüyorsun. Felsefemiz, irfanımız, dinimiz, edebiyatımız ve kullandığımız dil= ben+sen+o- kainat, bu akılsızlık diyarı, bu yeryüzü denilen kirli iklime yabancıdır. 63
İman ve Aşk Aşksız iman, başkalarına esir olmaktır. İmansız aşk ise, kendine esir olmaktır. Aşksız iman kör bir bağnazlıktır. İmansız aşk bağnaz bir körlüktür. İmansız aşk, bir hiç uğruna yapılan fedakarlık, seraba doğru giden bir susuzluk, aldatmaya giden bir deli telaşı ve ulaşmadıkça asla tanıyamayacağı bir yalandır. 164
Yurtsever olmak ve Gurbette Yaşamak İnsanın görüntüsü, yeryüzünden kaçışın ve göklere bağlılığın göstergesidir. (...) Göklere yücelen bir varlık demek olan insan, göklerin aşığı, yere düşen bu tek melek, göklere, Tanrı'sına geri dönmedikçe inlemekten vazgeçmeyecektir. Böyle bir varlık için bilgisizlikten daha dert verici ne olabilir? Her zaman hayat için, insan için, ömür için -ne bileyim- hatta Allah için en dayanılmaz dert yalnızlıktır, bilinmezliktir, yabancılıktır diye düşünüyordum. Hazine olmak viranede kalmaktır; yurtsever olmak ve gurbette yaşamaktır... Güzel sözler için ve özel muhatapları dışında hiç kimse için insanın varlık derinliklerinde gizli olup çıkmayan, diğer göz, kulak, anlayış ve duygulardan kaçan, korkan ve gizlenen sözlerden insana daha çok azap veren şey muhatabının olmamasıdır. Hikmet ayının ve ilim güneşinin dışında başka bir alemin olmamasıdır. Kimsesiz olmak, yolculuk aşığı bir insanın yoldaşının olmaması, aşık bir insanın güzelliği bulmaması, güzel olan birinin aşkı aramaması, yarım kalması, yarım yaşaması, bekleyişsiz kalması, çalgıcısı olmayan bir çalgı veya çalgısı olmayan bir çalgıcı olmaktır. Yazmayan bir kalem, okunmayan bir yazı ölü sayılır; hiç kimse için olmamak ve yaşamak için kimsesi olmamaktır. İmansız kalmak, havada, yokluğun ortasında, boşlukta asılı durmaktır, bağsız ve bağlantısız, avare olmak, hedefsiz kalmaktır. 183
Bu kıssaya elem gerekir... Aynülkuzat Hamedanî'ye bir yoldaşı -ki birlikte yaşıyorlardı ve varlığı birbirine dert ortağı kılmışlardı. (halbuki varlığın bizzat kendisi en büyük derttir.) Bu her nefesinde ona niyet ediyor ve bakışında bunu görüyordu - şöyle dedi: "Tasavvuf adabı, hırka giyme geleneği, bıyık bırakma sünneti ve dervişlerin yoluna girme usulü hakkında bir kitap yaz. Böylece tarikat yolculuğuna çıkan talibe ve talep vadisine girenlere faydası olsun. Öyle ki gönül ehlinin isteği, nazar ehlinin kastı, sevgi ateşiyle yananların sevgilisi ve yol sevdalısının maksadı olsun... (...) Aynülkuzat bunu kabul etti, bütün gücüyle bu kitabı yazmaya koyuldu. On ikinci yılın sonunda bitirdi, on iki yıllık evden uzakta kalmasını bu önerinin hatırına gerçekleştirdi ve bu gurbetin nedenini düşündü. O, sefa sufilerinin âdeti ve Mustafa şeriatının yolu üzere hırka giymenin adabını yazabilmek için uzun gecelerde sabaha kadar uyumadı, uzun gündüzlerde gaflete dalmadı. Dostu öyle istiyordu, bu konuda büyük bir ciddiyet gösterdi. (...) Bir çok bölüm yazdı, temel ilkeler tespit etti, şerh yazdı, çok sayıfa ince nükte ortaya koydu, sayfalar dolusu yazı yazdı ve kitabı bitirdi, yeniden gözden geçirdi, kızdı, perişan oldu, sözünü çevirdi, yeniden baktı, kızdı, sözü yaktı, suda yıkadı, son cümleyi bıraktı, dosta verdi. Tarihte yer aldığına göre o cümle şuydu: "Bu kıssaya elem gerekir, kalemden hiçbir hayır gelmez." 227