Avatar - Son Hava Bükücü (The Last Air Bender)
M. Night Shyamalan tarafından çekilen, 2010 yapımı Avatar: Son Havabükücü isimli çizgi serinin uyarlaması olarak tasarlanan üçlemenin ilk filmi'dir. Nickelodeon ve Paramount Pictures tarafından yapılmıştır. Aslında üçlemenin isminin serininki ile aynı olması planlanıyordu. Ama James Cameron'ın yönettiği 2009 yapımı, üç boyutlu bilim kurgu filmi Avatar la olan isim benzerliği sebebiyle Shayamalan, üçlemenin adından "Avatar" kelimesini çıkarmış ve üçlemenin adını da "Son Hava Bükücü" olarak değiştirmiştir.Senaryo yazımında serinin yaratıcıları Michael Dante DiMartino ve Bryan Konietzko Shyamalan'ı yalnız bırakmamışlar ve Senaryoyu birlikte hazırlamışlardır.Yaratıcıları seriyi senaryo'ya dönüştürürken ana karakter Aang'i geliştirip, daha aktif ve cesur bir karaktere dönüştürmüşlerdir. Orijinal seri'de üç sezon boyunca yaşanan olaylar toplamda dokuz ayda yaşanırken, üçleme'deyse üç yıl'da yaşanacak. Seriyle filmin arasındaki başka bir fark, Aang ve Iroh'nunkiler gibi isimlerin İngilizce yerine orijinal Asya fonetik okunuşlarıyla okunması.Bu filmi seriye göre daha gerçekçi kılıyor.Filmde serinin aksine ateş bükücülerin çoğu kendi ateşlerini yaratamaz, yalnızca Iroh,Zuko ve bazı ileri seviye ateş bükücüler kendi ateşlerini yaratabilmekte.Ve Avatarlar'ın aile kurmaları'nın imkansız olması Zuko ve Azula'nın Avatar Roku'nun torunları olmasını imkansızlaştırıyor.Filmde Roku Ruhlar dünyası'nda Aang'e (tıpkı dizide Zuko'ya rüyasında göründüğü gibi) Ejder formunda görünüyor. 2009 Mart'ında çekimlerine başlanan filmin oyuncuları ise çoğunlukla yeni yüzlerden oluşuyor. Üçleme olarak tasarlanan projeye Paramount Pictures 350 milyon dolarlık bir bütçe ayırdı. 2011'de ikinci ve 2012'de üçüncü filmin tamamlanması planlandı. Üçlemenin ilk filmi olarak düşünülen ilk film serinin ilk sezonunu kapsıyor.Film dört ayda 318 milyon dolar hasılat elde etmiştir.

Zarar verme

+Lütfen! Ateş Ulusu'nu nasıl yeneceğimi söyle. -Halkının kaybını ve ölümlerindeki mesuliyeti kabullenmiyorsun. Kendini yas tutmaktan alıkoyuyorsun. -Öfkelisin. Bundan vazgeçmelisin. Avatar olarak, başkalarına zarar veremezsin. -Okyanus'u kullan. Onlara Su'yun gücünü göster. Git hadi! Şimdi yap.
Avatar - Son Hava Bükücü (The Last Air Bender)
Avatar - Son Hava Bükücü (The Last Air Bender)
M. Night Shyamalan tarafından çekilen, 2010 yapımı Avatar: Son Havabükücü isimli çizgi serinin uyarlaması olarak tasarlanan üçlemenin ilk filmi'dir. Nickelodeon ve Paramount Pictures tarafından yapılmıştır. Aslında üçlemenin isminin serininki ile aynı olması planlanıyordu. Ama James Cameron'ın yönettiği 2009 yapımı, üç boyutlu bilim kurgu filmi Avatar la olan isim benzerliği sebebiyle Shayamalan, üçlemenin adından "Avatar" kelimesini çıkarmış ve üçlemenin adını da "Son Hava Bükücü" olarak değiştirmiştir.Senaryo yazımında serinin yaratıcıları Michael Dante DiMartino ve Bryan Konietzko Shyamalan'ı yalnız bırakmamışlar ve Senaryoyu birlikte hazırlamışlardır.Yaratıcıları seriyi senaryo'ya dönüştürürken ana karakter Aang'i geliştirip, daha aktif ve cesur bir karaktere dönüştürmüşlerdir. Orijinal seri'de üç sezon boyunca yaşanan olaylar toplamda dokuz ayda yaşanırken, üçleme'deyse üç yıl'da yaşanacak. Seriyle filmin arasındaki başka bir fark, Aang ve Iroh'nunkiler gibi isimlerin İngilizce yerine orijinal Asya fonetik okunuşlarıyla okunması.Bu filmi seriye göre daha gerçekçi kılıyor.Filmde serinin aksine ateş bükücülerin çoğu kendi ateşlerini yaratamaz, yalnızca Iroh,Zuko ve bazı ileri seviye ateş bükücüler kendi ateşlerini yaratabilmekte.Ve Avatarlar'ın aile kurmaları'nın imkansız olması Zuko ve Azula'nın Avatar Roku'nun torunları olmasını imkansızlaştırıyor.Filmde Roku Ruhlar dünyası'nda Aang'e (tıpkı dizide Zuko'ya rüyasında göründüğü gibi) Ejder formunda görünüyor. 2009 Mart'ında çekimlerine başlanan filmin oyuncuları ise çoğunlukla yeni yüzlerden oluşuyor. Üçleme olarak tasarlanan projeye Paramount Pictures 350 milyon dolarlık bir bütçe ayırdı. 2011'de ikinci ve 2012'de üçüncü filmin tamamlanması planlandı. Üçlemenin ilk filmi olarak düşünülen ilk film serinin ilk sezonunu kapsıyor.Film dört ayda 318 milyon dolar hasılat elde etmiştir.

Kendisini duyguları olan bir insanmış gibi gösterebilmek için...

Kendisini duyguları olan bir insanmış gibi gösterebilmek için...annesinden söz etmeye başlamıştı. Ona güvenmemizi ve onun için üzülmemizi istiyor, böylece savunmasız kalacağız... ...ve sonra saldıracak. Sorun şu ki, bu işe yaradı. Onun için gerçekten üzülmüştüm. Kafasının karışmış olabileceğini ve incindiğini düşünmüştüm.
Avatar - Son Hava Bükücü (The Last Air Bender)
Tatar Ramazan
Tatar Ramazan, Kerim Korcan`ın aynı isimli eserinden uyarlanan serinin ilk filmi. Olaylar II. Dünya Savaşı`nın bütün hızıyla sürdüğü 1942 yılında geçmektedir. Ahmet Kaya`nın müziklerini yaptığı film Cumhuriyet gazetesinin o dönem attığı manşetlerle anılır. Kerim Korcan'ın aynı isimli eserindeki 9 hikayeden sürgüne gönderilişine kadar olan hikayeleri içeren bu ilk filmin konusu; toprak sahiplerinden Abidin Ağa`nın oğlunu vuran Tatar Ramazan dört yıl hapis yatmıştır. Çıktığında Zeynep ailesinin baskısına rağmen Tatar Ramazan`ı karşılar, köye dönerler. Oda sahnesinde, Ramazan evi satıp beraber İzmir ya da İstanbul`a gitmeyi planladığını söyler. Fakat Abidin Ağa`nın oğlu Necmi yakasını rahat bırakmaz ve kısa bir süre sonra yağmurlu bir günde Hamdi`yle birlikte Ramazan`ı sıkıştırır, Ramazan yaralanır fakat bıçağıyla Hamdi`yi öldürür. Necmi kaçar. Bu olay üzerine 11 yıl hapis yiyen Ramazan tekrar hapishaneye düşer. Bu arada Zeynep de sürekli aile baskısı altındadır. Gittiği hapishanede kimseye bulaşmamaya çalışan Tatar Ramazan esrar satan, kumar oynatan bir koğuş ağasıyla karşılaşır. Başlarda "rahat durmadı demesinler" diye kimseye bulaşmamaya çalışır. Aynı zamanda hapishanede İdamlık Hüseyin`e de ağabeylik eder ve hapisane müdürüne Ankara'ye mektup yazması için konuşur. Fakat bu konuda da hapishane müdürü onu aldatır. Zamanla koğuş ağasının (Koca Mustafa ve Cıbıl Halil) da gardiyanlarla beraber olduğunu görür. Sonunda dayanamayarak Mustafa`ya bir tokat patlatır. Gariban kesimi arkasına alır ve gariban kesim arasında sevilen sayılan birisi olur. Mustafa bu tokadı sindiremeyerek geceleyin Tatar Ramazan`ı arkadaşlarıyla öldürmek ister fakat Ramazan olayı anlar ve Mustafa`yı bıçaklayarak öldürür. 7 sene daha alır ve sürgüne gönderilir...700 kasaba.70 vilayet.7 düvelde namı söylendi... Kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/Tatar_Ramazan_(film)

Koridorlar

- Koridorları sevdim. Ceza istediği kadar uzun olsun, yeter ki koridorlar kısa olmasın. İnsan bir kere yürümeye durdu muydu, herşeyleri unutur. Nedendir bu? Çünkü volta cezanın törpüsüdür.
Tatar Ramazan
Vizontele
Vizontele, 2001 yapımı Yılmaz Erdoğan - Ömer Faruk Sorak filmidir. Senaryosunu da Yılmaz Erdoğan'ın yazdığı film Hakkâri'de geçmekteyse de, burada çekim yapmanın zorluğu nedeniyle çekimler, Van'ın Gevaş ilçesinde yapıldı. Çoğunlukla BKM oyuncularının rol aldığı filmin 2004 yılında Vizontele Tuuba adlı bir devam filmi çekildi.

Pirketler açısından...

- Uleeaan! Kim yapti lan bu namussuzluğu!! Kiim yaptı la kimm! - Baba! Duvarı yıkmışlar. Bir de pirketleri kırmışlar. Duvarı yıktınız bari pirketleri kırmayın. Pirketleri kırmamış olsalar insan aynı pirketle duvarı yeniden yapar ama şimdi gel gör ki... - Şrrrakk! -Hayır baba, ben pirket açısından söyledim. (http://www.youtube.com/watch?v=QaHu-77_WNM)
Vizontele
İhtiyar Delikanlı (Old Boy)
Türkiye'de İhtiyar Delikanlı adı ile gösterime giren Oldboy 2003'te yönetmenliğini Park Chan-wook'un yaptığı, Japon Manga Oldboy'dan sinemaya uyarlanan Güney Kore filmidir. Film, 2004 yılında Cannes Film Festivali'nde Büyük Ödül'ü almıştır.

Güler misin, ağlar mısın?

Gülersen herkes seninle güler. Ağlarsan tek başına ağlarsın.
İhtiyar Delikanlı (Old Boy)
Kader
Kader, 2006'da Zeki Demirkubuz'un yönetmenliği yaptığı dram filmidir. Başrollerinde Vildan Atasever, Ufuk Bayraktar, Engin Akyürek, Müge Ulusoy ve Ozan Bilen oynamıştır. Kader "En iyi film" Altın Portakal ve Altın Lale Ödüllerini kazandı.

Amentü

Herkesin inandığı bi şey vardır bu ... dünyasında; benimki de sensin! ..
Kader
Türkiye'nin Ruhu - Cemil Meriç
Yıl
Yönetmen - Şafak Bakkalbaşıoğlu Senaryo - Metin Tavukçuoğlu Seslendiren - Erdal Beşikçioğlu Yapım - BBO Yapım Yönetmen Ekibi - Soner Sevgili, Funda Uluköse Danışman - Dücane Cündioğlu Konsept ve Senaryo - Metin Tavukçuoğlu Müzikler - GileM (Kemal Sahir Gürel, Erdal Güney, Hüseyin Yıldız, Ayşe Önder, İrşad Aydın) Seslendirme - Cüneyt Türel, Ahmet Mümtaz Taylan Aydınlarımızdan biri de Cemil Meriç’ tir. Ülkesinin geçmişini, hâlini ve geleceğini sırtlanan bir aydın... Türkiye’ nin Ruhu, Cemil Meriç’ in ayna kişiliği üzerinden, başta Cumhuriyet dönemi olmak üzere son ikiyüz yıllık düşünce ve siyaset maceramızı, Batılılaşma çabalarımızı ve bu uğurda yapıp ettiklerimizin üzerimizdeki etkilerini, sanat ve edebiyat sorunlarımızı irdelemek ve yarınlarımıza daha kendinden emin bakabilmek için gerekli düşünce ipuçlarına vakıf olmak, kısaca “Türkiye’nin Ruhu” nu sorgulamak amacını taşır. Türkiye’nin Ruhu belgesel film projesi, Cemil Meriç konulu üç kitaba imza atmış olan gazeteci - yazar Dücane Cündioğlu danışmanlığı ile yola çıkmış bir çalışmadır. Türkiye’nin Ruhu, Metin Tavukçuoğlu’ nun kalemiyle senaryolaştırıldı. Filmin Müzikleri, aralarında Kurşun Yarası, Son Osmanlı – Yandım Ali, Elveda Rumeli gibi çalışmaları da bulunan, usta müzisyen Kemal Sahir Gürel ve ekibinin imzasını taşıyor. Filmi, usta oyuncu ve seslendirme sanatçısı Cüneyt Türel’ in seslendirirken, Cemil Meriç’ in sesi ise oyuncu Ahmet Mümtaz Taylan oldu. Tiyatro, sinema ve televizyon dizisi çalışmalarından tanıdığımız Erdal Beşikçioğlu ise Türkiye’ nin Ruhu’ nun en özel bölümlerinden biri olan ‘muamma hikayeler’ in anlatıcısı olarak çıkıyor karşımıza. Yapım aşamasında, İstanbul, Ankara, Hatay’ ın yanı sıra Cemil Meriç’ in hayatında özel bir yeri olan Paris’ te de çekimler ve arşiv çalışmaları gerçekleştirildi. Cemil Meriç, eserleri ve Türkiye’ nin Ruhu konusunda 70 önemli isimle söyleşiler gerçekleştirildi.

Az önce ellerimde ırmak vardı!

Kızılderililer henüz gözyaşı yoluna revan olmamıştı o vakitler, binlerce yıldır yaşadıkları topraklardan, kafileler halinde dağlara sürülmelerinin öncesindeydi. Bir sabah daha kuşlar uyanmamışken, Şef Mahko kendi çadırından çıktı ve torunlarının üçünü de uyandırdı tek tek, Şef Mahko'nun zaman zaman "beyazların etkisinde kalmış bunlar. Şahsiyetlerini unutmuşlar" dediği 3 torunu da çok geçmeden atlarını eyerlemiş köyün çıkışında onları bekleyen dedelerinin yanına varmıştı. Av bereketli geçmişti, torunlar eve dönmeyi beklerken av boyunca hiç konuşmayan Şef Mahko "toparlanın" dedi," asıl yolculuk şimdi başlıyor". Kuşluk vaktinde biri ak saçlı dört süvari dağları aşmış vadideki ırmağa doğru yol almaktaydı. Şef Mahko Irmağa yaklaştıklarında atından indi. Şef önde torunları arkada ırmağın kenarına vardılar, Apache Şefi Mahko saygıyla ırmağın yanı başına çömeldi, iki elini de suya soktu ve ellerini suda tuttu, bir süre sonra çıkardı, parmaklarından su damlayan iki elini de torunlarına uzattı "ellerime bakin" dedi" ve ne gördüğünüzü söyleyin". Torunların üçü de şaşkın şaşkın birbirine baktı. En büyüğü konuştu önce "bir çift ıslak el" dedi. Şef Mahko başını ortanca torununa çevirdi, o da "buruşuk bir çift el" dedi gülümsemesini gizlemeye çalışarak. Aldığı cevaplardan memnun kalmayan Şef en küçük torununa döndü, "Bilge bir dedenin elleri " dedi en küçükleri. Bir süre daha havada asılı kaldı Şef Mahko'nun elleri Üç torununun da gözlerini tek tek yokladı ve "ellerime iyice bakın, söyleyin ne görüyorsunuz " dedi. Üç torunun üçü de dedelerinin ellerine baktı bir süre boş boş gözlerle, üçünün de başı öne düştü sonra, ırmağın şırıltısını dinlediler. Bir süre, sonra en küçükleri "dede" dedi "en iyisini sen bilirsin" bunun üzerine Şef Mahko kızgın günesin altında tamamen kuruyan ellerini aşağıya indirdi. "Az önce ellerimde Irmak vardı" dedi Şef Mahko."Az önce ellerimde ırmak vardı!" diye tekrarladı "ama siz ırmağı değil ellerimi gördünüz ve ellerimdeki ırmak kızgın günesin altında kurudu gitti, işte Şahsiyet de bu ırmak gibidir, bir defa içinden çıktınız mı bir daha sizi kimse görmez, görseler bile varlığınız güneşin insafına kalmıştır". Şef Mahko sözlerini bitirir bitirmez Atına atlayıp yola koyuldu ve arkasına bile bakmadı, en küçük torununa, o en sevdiği torununa bile. Şef Mahko'nun o en küçük torunu yıllar sonra Geronimo adıyla tanınacaktı. Büyük savaşçı, o büyük Apache savaşçısı Şef Geronimo...
Türkiye'nin Ruhu - Cemil Meriç
Söğüt Ağacı (Beed-e Majnoon - The Willow Tree)
“Kahrolası (o münkir) insan, ne nankördür!” Kur’ân-ı Kerim, Abese, 80:17 – “Bulut, âb-ı hayat yağdırsa, yine de söğüt ağacından bir yemiş yiyemezsin. Çünkü söğüt ağacının meyvesi yoktur. (Kalp gözleri âmâ olmuş) alçak ve bozuk tabiatlı kimse ile vakit geçirme. Çünkü hasır kamışından şeker yiyemezsin.” Sâdî-i Şirazî Dünyaya gelmiş her insan, belli bir zaman sonra geldiği dünyayı sorgulamaya başlar. Eşyayı fark etmesi sorgulamanın ilk adımıdır. Küçük yaştaki çocukların insanlara çok soru sorması, etrafta olan bitenin ne olduğunu anlamaya çalışması bunun bir örneği sayılabilir. Rüyadan yeni uyanmış birinin yaşadığı şaşkınlık gibi ne ile karşı karşıya kaldığımızın farkında değilizdir. beed-e-majnoon-the-willow-tree-sogut-agaci-2005Rüyaya nasıl başladığımızı bilemediğimiz gibi. “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna karşı “Evet!” dediğimiz o gün başlayan bir uyku içinde oluşumuz bunu destekler. Amacım elbette dini metinler arasına serpiştirilmiş cümleler kurmak değil. Hakikâti anlayabilme yolunda bir adım atabilme niyetindeyim. Bazı olayların, durumların, hikâyelerin, şiirlerin, insanların, yazıların veya herhangi bir şeyin herhangi bir zaman insanı şaşkınlığa uğrattığının farkındayızdır. Bu şaşkınlık onu bilmediğimizden değil fark edemediğimizden kaynaklanır çoğu zaman. Hayatın hakikâtini tam manasıyla idrak edemediğimiz gibi. Hâlbuki insan düşünen bir varlıktır. Vardır. Yokken, var olandır. Yoktan geldiğimize bir delil bilmediğimiz dünyaya, ahirete doğru olan yolculuğumuzdur. Maksat bu yolculuğu anlamaksa “Oku!” emrinin söylemek istediği de kâinatı okumak olsa gerektir. Kendimizi okumak, insanları okumak, görmek, duymak, yürümek mesela, tat almak, ayakta durmak, çekim kuvveti dediğimiz hayalî bir kanunla anlatılabilen, savrulmadan dünya yüzünde dolaşmak, konuşmak, seslerin iletimi, rüzgarın hava atomlarının hareketlenmesinden ibaret olması, yemekleri sadece ağıza bırakmak, gerisine karışmamak veya ölmek, aynı atomlara sahip vücudun ruhun çıkmasıyla dağılması, belli bir zaman çürümesi… gibi artan sorular ve beklenen cevaplar. Hâlbuki sorulacak ne çok soru var! (Allah) onu hangi şeyden yarattı? Bir nutfeden (hakir bir sudan süzülmüş hulâsadan)! Onu yarattı da ona (bir hayat) takdîr etti. Sonra (ana karnından çıkma) yolu(nu) ona kolaylaştırdı! Sonra onu öldürdü de, kabre koydurdu! Sonra dilediği zaman, onu (tekrar) diriltir! Hayır! (İnsan, Rabbinin) kendisine emrettiğini (tam olarak) yerine getirmedi! Şimdi o insan, yiyeceğine (bir) baksın! Şübhesiz ki biz, suyu (buluttan) bol bol döktük. Sonra yeri (bitki ile) güzelce yardık. Böylece orada size ve hayvanlarınıza bir fayda olmak üzere, ekinler, üzüm bağları, yoncalar, zeytinlikler, hurmalıklar, iri ve sık ağaçlı bahçeler, meyveler ve çayırlar bitirdik. Kur’ân-ı Kerim, Abese, 80:18-32 Yukarıda geçen ayetler gibi Kur’ân’ın birçok ayeti, insanın mahiyetini, kâinatın hakikâtini, yaratılışın hikmetini fark ettirmekle alakalıdır. Örümcekten, arıdan, nimetlerden, dünyadan, gezegenlerden..vs yaratılmış olan her şeyden örnekler getirmesinin bir hikmeti de budur diyebiliriz. Tüm bu sorgulamaları da yanımıza alarak İran Sineması’nın fıtri eserler ortaya çıkarmasıyla meşhur yönetmeni Majid Majidi’nin “Beed-e Majnoon” filmini irdeleyebiliriz. Ülkemizde “Söğüt Ağacı” ismiyle bilinen bu film, 8 yaşında geçirdiği bir kaza nedeniyle gözlerini kaybeden Yusuf’un yıllar sonra gözlerinin tekrar açılabilme umuduyla ailesinin de manevi desteğiyle Fransa’ya gidip ameliyat olmasını ve değişen hayatını anlatıyor. Yusuf, gözleri görmediği hâlde kendini geliştirmeyi bilmiş ve profesör olabilecek bir duruma gelmiştir. Hayatını bu şekilde devam ettirirken gözlerinin açılabilmesi için de dua etmektedir: Sana söylemem gereken bir şey var. Yoksa beni tamamen unuttun mu? Ben Yusuf. Yarattığın bütün güzelliklerden mahrum olup asla şikâyet etmeyen kişi. Aydınlık ve parlaklığın yerine kasvet ve karanlıkla yaşadım. İtiraz etmedim. Mutluluğu ve huzuru bu küçük cennette buldum. Sıkıntı ve güçlükle geçen bunca zaman yetmezmiş gibi şimdi de daha fazlasına mı katlanmamı istiyorsun? Bu yolculuktan sevgili ailemin yanına dönebilecek miyim? Yoksa bu hastalığa diz mi çökeceğim? Alın yazımı kime şikâyet edebilirim ki? Bana biraz merhamet etmen için Sana yalvarıyorum. Hayatımı bağışla. beed-e-majnoon-the-willow-tree-sogut-agaci-murtazaKendi içinde karanlıkta yaşadığını düşünen Yusuf dünyaya bir de kendi gözleriyle bakmak ister. Amcasının teşvikiyle Fransa’ya ameliyat için gider ve hastanede Murtaza isminde biri ile tanışır. Murtaza’nın Yusuf ile tanışması bu iki hayatı karşılaştırmamızı sağlar. Majidi’nin tasvir sanatını rahatsız etmeden, sakince kullanması da bundan sonra başlar. Öyle ki filmin gerçeklikle bağlantısı teşbihler kullanılarak desteklenir. Yan hikâyeymiş gibi gözüken söğüt ağacı bu noktada filmin ve geniş manada insanın hikâyesini anlatır. - Ameliyatın ne zaman? - Birkaç gün içinde. - Heyecanlı mısın? - Bilmiyorum. Hem heyecanlıyım hem de korkuyorum. - Görememekten mi korkuyorsun? - Belki de görmekten. 38 yıldır başka bir dünyada yaşıyorum. Neler olabileceğini bilmiyorum. Bu yakarış hâlinde Yusuf’a tekrar görme nimeti bahşedilir. Heyecandan dayanamayıp gözlerindeki bantları telaş içinde kendinin açması bir özlemin dışavurumudur. Hayal ve gerçekle karışık, pencereye koşar, pencere kenarında yükünü taşıyan bir karıncayı görür. Bana göre filmin en çarpıcı sahnesi kendini odadan dışarı atıp hastane koridorunda etrafı görmeye ilk başladığı sahnedir. Telaşı öyle bir hâl almıştır ki mutluluktan adımlarını izlemeye koyulur. O esnada aynada kendi yansımasını fark eder ve duraklar. Hayat mertebesinin değişmesi gibi bir durumda gözlerindeki perdelerin açılması ve kendini sanki başka bir âlemde hissetmesi, içinde bulunduğu telaşın, uyanma hâli şaşkınlığına dönmesine vesile olur. Daha önce gözüyle görmediği yüzünü büyük bir titizlikle inceler. Artık Yusuf’un hayatı değişmiş ve aslında yeniden başlamıştır.beed-e-majnoon-the-willow-tree-sogut-agaci Evine dönmesi, daha önce okuyabildiği Braille Alfabesi yerine normal alfabeyi öğrenmeye koyulması, renkleri çözümlemesi, yeni bir bebeğin dünyaya gelişinden sonra yaşadıklarını hatırlatır. Yeni hayatında mutlu olmaya çalışırken görme duyusuyla birlikte yeni şeyleri keşfetmeye başlar. Yıllar boyunca kendine hizmet eden hanımı Rüya yerine, okuldan öğrencisi Peri’ye meyletmesi bu keşfin ilk emareleridir. Gördüğümüz ile görmek istediklerimizi Majidi, bu iki hanımla, Rüya ve Peri ile anlatır. Görülen, yanında olan, desteğini esirgemeyen ve aslında sahip olunanın, Rüya’nın yanında, kelime manası “hayali varlık, çok güzel genç kız ve kadın” olan Peri, elimizde olmayanı, görmek istediğimizi, verilen nimetin daha fazlasını anlatır. Yusuf’un bu meyli ve isteği, hanımı Rüya ile arasının açılmasına ve ondan uzaklaşmasına sebep olur. Bu, insanın hakiki manada nimetlere olan şükrünü sorgulatan bir durumdur. Elde edilmeyen her şey, insanın hakikat ile olan kuvvetli bağının zayıflamasına neden olan bir tehlikedir. Hiç kimse geçen onca sefil yıllara, tek bir söz etmeden nasıl katlandığımı biliyor mu? Herkes benim için üzüldü. Sen, karım, çevremdeki herkes. Artık kimseye ihtiyacım yok. Hakkım olan hayatı istiyorum. Hayatımın en güzel yılları heba oldu. Etrafına bir bak, sahip olduğum şeylere bak. Buna yaşamak diyebilir misin? Bir avuç dolusu hiç! Dört ağaç ve bir evin küçük bir cennet olduğunu sanıyordum! Bu cennetten sıkıldım. Kendi hayatımı yaşamak istiyorum. Evet, kendi yoluma gitmek istiyorum! Bunu anlayabilir misin? Anlayabilir misin, söyle! Ve işte “Kahrolası (o münkir) insan, ne nankördür!” hakikâti, bizi kendimize getirmeye çalışan, yüzümüze vurulan bir tokat gibidir artık. Kuşkusuz verilen nimetin daha fazlasını istemek insanın fıtratında olan, vicdan ile de fark edilebilecek bir durumdur. Yusuf’un bu durumu filmde insanı rahatsız etse de Yusuf bu noktada insanın kendi nefsini temsil eder.beed-e-majnoon-the-willow-tree-sogut-agaci-2005- Peki giydiğimiz kıyafetleri ne kadar süre kullanıyoruz? Veya elimizde olan teknolojik cihazların bir üst versiyonunu alabilmek için israfa varan harcamaları yapan yine bizler değil miyiz? Elbette Yusuf’un olduğu durumda herhangi birimiz de olabiliriz. Tam bu noktada daha önce de bahsettiğimiz ve Yusuf’un görme engelliler okulunda da yetiştirmiş olduğu bir söğüt ağacının hikâyesi gün yüzüne çıkar. Söğüt ağacının diğer ağaçlarından bir farkı vardır. Sâdî’nin “Bulut, âb-ı hayat yağdırsa, yine de söğüt ağacından bir yemiş yiyemezsin.” dediği gerçek burada Yusuf’un nezdinde insanı temsil eder. Ve aslında insanın söğüt ağacı olup meyve vermemesi ile başka bir ağaç gibi meyve verebilme ihtimali yine kendi tercihleri sonucunda olan bir hakikattir. Ve bunun yolu illa ki nimetlere karşı olan şükürdür. “Bir ayağın yoksa iki ayağı olmayana bak!” sözü bu nazarı bize ders verir. Bu noktada Bediüzzaman’a kulak vermek meseleyi tam manasıyla anlamamıza yardımcı olacaktır: …O Mün‘im-i Hakîkî (hakiki nimet veren) bizden o kıymetdar ni‘metlere, mallara bedel istediği fiyat ise, üç şeydir. Biri zikir, biri şükür, biri fikirdir. Başta “Bismillâh” zikirdir. Âhirde “Elhamdülillâh” şükürdür. Ortada bu kıymetdar hârika-i san‘at olan ni‘metler, Ehad-i Samed’in mu‘cize-i kudreti ve hedi­ye-i rahmeti olduğunu düşünmek ve derk etmek (anlamak) fikirdir. Bir padişahın kıymetdar bir hediyesini sana getiren bir miskin adamın ayağını öpüp, hediye sâhibini tanımamak ne derece belâhet (eblehlik) ise; öyle de, zâhirî mün‘imleri medih ve onlara muhabbet edip Mün‘im-i Hakîkî’yi unutmak ondan bin derece daha belâhettir. Birinci Söz. Yusuf derin bir buhrana kapılır ve dayanak noktasını bir şekilde kaybeder. Değişen hayatı ile birlikte aslında “asıl görebildiği hayat”ın özlemini yaşar. Bu bunalım kütüphanesindeki tüm kitapları yakmaya kadar götürür kendisini. Birçoğunu içi su dolu havuza atar. Öyle ki tam ümitsizliğe düştüğü sırada her insanın yaptığı gibi son bir şans ister. Kaybedilen sağlıktan sonra söylediğimiz “eğer şifa verirsen daha sağlığımı korumak için daha dikkatli olacağım, söz” yakarışına benzer bir yakarıştır bu.rang-e-khoda-the-color-of-paradise-cennetin-rengi Ve tabi ki kazanmak ve kaybetmek yine insanın elindedir. Hayatı boyunca yanından hiç ayırmadığı fakat gözleri açıldığında hiç okumadığı Mesnevi-i Şerif’i attığı su havuzundan çıkarır, okumak için niyetlenir. Fakat okuyabildiği tek sayfa uzun zaman önce Braille Alfabesi ile yazdığı sayfadır. Ağzında bir yük ile zar zor yürüyen karıncanın görünmesi, Cenab-ı Hakk’ın insanın hayatı boyunca verdiği şansların bir numunesi olarak kabul edilebilir. Tüm bu değerlendirmeler ele alındığında Beed-e Majnoon ile yine bir Majidi filmi olan “Rang-e khoda” (Cennet’in Rengi) arasında derin bağlantılar ve benzerlikler kurulabilir. Ve “Söğüt Ağacı” sanki Cennet’in Rengi filminin alternatif sona sahip olan diğer bir şekli gibidir. Doğuştan görmeyen Muhammed’in Allah’ı bulabilmek için dokunabildiği her yere dokunmaya çalışması ile Yusuf’un dinginlik içindeki telaşı bağdaştırılabilir. Nimeti olduğu gibi kabul eden ve aslında isyan etmeyen Muhammed ile elindeki nimetin şükrünü eda edemeyen Yusuf, aynı dünya üzerinde yaşayan, farklı olaylarla imtihana tabi tutulan insanlardır. Ve aslında tüm insanlıktır. Majidi’nin benzer temalara sahip iki filmi bu şekilde sunması da onun kâinatı bir şekilde yorumlaması olarak düşünülebilir. Bana görebilmenin ne demek olduğunu söyle, ben de sana körlüğün ne olduğunu söyleyeyim. Bekir Arslan Kaynak: http://www.sinemazingo.com/beed-e-majnoon-the-willow-tree-sogut-agaci-2005

Cennetten Sıkıldım

-Yusuf hayatını ne hale getirmeye çalışıyorsun? -Ne hayatı! Geçen onca sefil yıllara tek kelime etmeden nasıl katlandığımı biliyor musun? Herkes benim için üzüldü... Artık kimseye ihtiyacım yok, benim olan hakkım olan hayatı istiyorum. En güzel yıllarım heba oldu. Etrafına bir bak, sahip olduğum şeylere bir bak! Buna yaşamak diyebilir misin? Bir avuç hiç! Dört ağaç ve bir evin cennet olduğunu sanıyordum. Cennetten sıkıldım... Kendi yoluma gitmek istiyorum! Anlayabilir misin söyle?
Söğüt Ağacı (Beed-e Majnoon - The Willow Tree)