amel

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
248
Baskı Tarihi
Temmuz 2009
Yazılış Tarihi
1990
ISBN
978-975-550-004-9
Baskı Sayısı
17. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Düşün Yayıncılık
İnsanlar "kuru et yiyen bir kadının oğlu" olan bir Peygamber yerine, elmas taçlı, sırma kaftanlı bir "Peygamber" tasavvur ediyorlardı. Yalnız tasavvur etmekle kalmıyorlar, ömrü boyunca bunlardan nefret eden ve uzak duran Nebi´den geriye kalan hatırayı bu tasavvura uygun aksesuarlarla süslüyorlardı. Yani insanlar "bir kul gibi yeyip bir kul gibi yaşayan" bir peygambere inanmak yerine, tasavvurlarında kayser ve kisra´ya benzettikleri bir peygambere inanmayı yeğliyorlardı. Özetle insanlar "bir kul gibi yaşamak"tan daha çok "kayser ve kisra gibi yaşamaya" taliptiler.

Neo-Mürcie

Mürcie inancını ve bunun fiili sonuçlarını maddeler halinde şöyle özetleyebiliriz:

1. Ameli hiç bir şekilde hesaba dahil etmeyerek dini vicdanlara hapsetmek. Bu manada ilkel bir laisizmi de bünyesinde barındıran Mürcie'nin amacı imanı sadece ikrar sayarak bir hayat nizamı olan İslam'ı en hassas yerinden vurmak.
2. Siyasi mezhepleşme: Bizans'ta yürürlükte olan devletin dine müdahale geleneğinin İslam'da da başlamasına sebep olarak bir "devlet dini"nin ortaya çıkmasına öncülük etmek.
3. Emr-i bi'1-ma'ruf ve nehy-i ani'l-münker gibi bir farizayı fitne olarak niteleyip dinin temellerini sarsmak ve toplum eliyle yöneticileri kontrol etmesi anlamına gelen bu kurumu iptal etmek.
4. Özellikle hacc, cihad, zekat, namaz (cuma ve bayram namazları) gibi ibadetleri asr-ı saadetteki fonksiyonlarından uzaklaştırarak İslam'ı siyaseti ibadet, ibadeti siyaset olan bir din olmaktan çıkarıp yalnız "ibadi" hale sokmak.
5. Fitne, gıybet, sabır, zulüm, nifak, şükür gibi kavramları Kur'ani manalarından saptırarak te'vil ve tahrif etmek. Bu kavramları maksadının dışında bazen de tam hilafına kullanarak dini anlayışı kökten değiştirmek ve ortaya tamamen sulandırılmış ve kontrol altına alınmış bir din anlayışı çıkarmak.
 


Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
248
Baskı Tarihi
Temmuz 2009
Yazılış Tarihi
1990
ISBN
978-975-550-004-9
Baskı Sayısı
17. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Düşün Yayıncılık
İnsanlar "kuru et yiyen bir kadının oğlu" olan bir Peygamber yerine, elmas taçlı, sırma kaftanlı bir "Peygamber" tasavvur ediyorlardı. Yalnız tasavvur etmekle kalmıyorlar, ömrü boyunca bunlardan nefret eden ve uzak duran Nebi´den geriye kalan hatırayı bu tasavvura uygun aksesuarlarla süslüyorlardı. Yani insanlar "bir kul gibi yeyip bir kul gibi yaşayan" bir peygambere inanmak yerine, tasavvurlarında kayser ve kisra´ya benzettikleri bir peygambere inanmayı yeğliyorlardı. Özetle insanlar "bir kul gibi yaşamak"tan daha çok "kayser ve kisra gibi yaşamaya" taliptiler.

İman-Amel İlişkisi

Sultani hilafet'in başlamasıyla yapılan onca zulmün ve fıskın ardından ortaya atılan bir yığın soruya cevap bulunmaya çalışılıyordu. Örneğin Busr b. Ertad Yemen'e vali olunca ilk olarak Hz. Ali'nin valisi Abdullah b. Abbas'ın iki küçük çocuğunu analarının gözü önünde katlediyor, bunu gören anne çıldırıyordu. Medine'ye giren hilafet ordusu çoğu sahabe yakını olan Medine kadınlarına tecavüz ediyordu. Ka'be mancınıkla taşlanıyor, ateşe veriliyor, öldürülen insanların cesetlerine akla hayale gelmedik işkenceler yapılıyordu. Bunlar sosyal olan cürümlerdi. Bir de halifelerin şahsi yolsuzlukları, taşkınlıkları ve irtikab ettikleri kimi haramlar vardı.

Sorular sorulmaya başlanmıştı: Bu gibi büyük günahları (kebire) yapan müslüman olabilir miydi? Müslüman olursa nasıl olur, değilse ahirette nasıl muamele görürdü? Sorular uzayıp gidiyordu...

Bu sorulara cevap bulma telaşı iki şeyi gündeme getirdi: îman-amel münasebetleri ve kader konusu.

Bu konularda yoğun bir tartışma başlamış, hizipler ortaya çıkmıştı. Kimisi 'amel imandandır' derken kimisi 'amelle imanın hiç bir ilişkisi yok" diyordu. Hariciler ameli imanın kendisi sayarak "kebire" (büyük günah) sahibini tevbe etmediği sürece kafirmürted ilan ettiler. Mutezile bu konuda Hariciler gibi aşırı gitmiyor, amel imandandır, mürtekib-i kebire tevbe etmediği sürece ne cennette ne cehennemdedir diyorlardı. Şia da bu konuda onlar gibi düşünüyordu.

Bir kesim daha vardı ki amelin imanla ne zatında, ne sıfatında hiç bir ilgisi olmadığını savunuyordu. Kişi hangi günahı işlerse işlesin onun imanına bunun hiç bir zararı olmazdı. Bunlar sonradan Mürcie olarak isimlendirilecekti.
Mürcie kulun çabasının faydasız olduğunu, dolayısıyla günahının da zararsız olduğunu söylüyordu. Hiç kimse için dünyada hüküm verilmez, ididasiyla başta asr-ı saadettekiler olmak üzere münafık zümresini mümin addediyorlardı. Zulmedene "zalim" demeyi, fısk ve fücur içinde yüzene fa-sık facir demeyi Allah'ın hükmüne müdahale olarak görüyor, "dünyada hüküm olmaz hüküm ahirettedir" tezini savunuyordu. Bu inançta olan bazıları imanı yalnızca Allah'ı bilmek olarak tanımlıyordu. Tabi bu durumda küfür de Allah'ı bilmemek oluyordu. Bu tarife göre Allah'ı bildikleri gibi ona inandıklarını Kur'an'daki ayetlerden (Lokman, 25; Zuhruf, 8; Mu'minûn, 84-89) öğrendiğimiz müşriklerin bile mü'min safında olması gerekecekti.

Yine bu sapık inanış farziyeti tartışılmaz olan Emr bi'l-ma'ruf Nehy ani'l-münker'i fitne olarak görüyor, yöneticilere hakikati söylemeyi 'fitne çıkarmak' olarak niteliyordu. Zulme başkaldıran sahabi, tabiin ve imamları "fitneci" olarak vasıflandırıyordu.

İbadetlerin toplumsal boyutlarını iptal ediyorlar; cuma, hac, bayram namazı gibi ibadetlerde tahrifat ve değişiklik yapmak için gerekirse hadis uyduruyorlardı. Zalim ve fasık yöneticilere karşı yapılan cihadı haram sayıyorlar, fitne, sabır, gıybet gibi İslami ıstılahları yöneticilerin işine gelir bir biçimde tahrif ediyorlardı. 


Türü
Roman
Sayfa Sayısı
784
Baskı Tarihi
2014
ISBN
978-605-360-442-6
Baskı Sayısı
4. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Editörü
Ali Alkan İnal
Mütercimi
Ergin Altay
Dostoyevski bu eserinde, sara hastası bir genç adamın merkezine yerleştirdiği bir dünyada dürüst ve açık bir insan olarak yaşamanın zorluklarına değinmekte ve toplumun ne kadar da iki yüzlü bir sistem üzerine dayanarak ayakta durduğunu gözler önüne sermektedir. Böyle bir dünyada dürüst olmak "budala" olmaktır. Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Budala

Arkadaşını keserken bile dua eden dindar

İnanç konusuna gelince, geçen hafta iki günde değişik dört olay yaşadım. Yeni açılmış bir demiryolu hattında yolculuk ediyordum. Öğleden önceydi. S. adında biriyle dört saattir sohbet ediyordum. Trende tanışmıştım kendisiyle. Onunla ilgili çok şey duymuştum. Bu arada onun bir ateist olduğunu da biliyordum. Gerçekten de çok bilgili biriydi ve ben de böyle biriyle sohbet ettiğim için sevinçliydim. Ayrıca çok görgülü, kibar bir insandı, o kadar ki, bilgi yönünden de, anlayış yönünden de kendisiyle aynı düzeyde biriymişim gibi konuşuyordu benimle. Tanrı ya inanmıyordu. Yalnızca bir şeyi şaşırttı beni: Sohbetimiz süresince sanki hiç söz etmiyordu bundan... Özellikle bu durumu beni şaşırtıyordu, çünkü karşılaştığım tüm inançsızlar, bu konuda okuduğum tüm kitaplar, sanki bundan hiç söz etmiyor, bu konuda yazmıyor gibi geliyordu bana; yanı aslında söz ediyor, yazıyor gibi görünseler bile. Bunu ona da söyledim, ama açıkça söyleyememiş veya anlatamamış olacağım ki, bir şey anlayamadı... Akşam geceyi geçirmek için bir otele indim. Otelde bir gece önce cinayet işlenmişti. Öyle ki ben otele indiğimde herkes bu cinayetten söz ediyordu. Yaşını başını almış, üstelik sarhoş da olmayan ve uzun zamandır dost iki köylü çaylarını içtikten sonra aynı odada kalmaya karar vermişler. Ama iki arkadaştan birinin dikkatini son iki gündür arkadaşının boncuk işlemeli kordona bağlı gümüş cep saati çekiyormuş. Besbelli daha önce hiç görmemişti arkadaşında bu saati. Hırsız değilmiş bu köylü, hatta dürüst bir insanmış, bir köylü olarak yoksul da sayılmazmış. Gelgelelim bu saat öylesine hoşuna gitmiş, onu öylesine cezbetmiş ki, dayanamamış; arkadaşı arkasını dönünce bıçağını çıkarmış, usulca yaklaşmış arkasından, bıçağı saplayacağı yeri nişanlamış, gözlerini yukarı kaldırıp haç çıkarmış, içi sızlayarak “Tanrım, İsa’nın hatırı için affet beni!” diye dua ettikten sonra koyun keser gibi kesmiş arkadaşının boğazını. Çıkarıp almış cebinden saati. Rogojin kahkahalarla gülmeye başladı. Gülme nöbetine tutulmuş gibiydi. Biraz önceki asık suratını düşününce bu gülüşünü yadırgamamak elde değildi. Neredeyse tıkanırcasına, katılırcasına gülerek haykırdı: — Buna bayıldım işte! Evet, çok hoş! Biri Tanrı ya inanmıyor, öteki ise o kadar inanıyor ki, arkadaşını keserken bile dua ediyor... Yok prens kardeşim, inanılacak gibi değil! Ha-ha-ha! \ Evet, harika bu!..

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
176
Baskı Tarihi
2009
ISBN
978-975-263-927-0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Sözün güzelini söylemek için Kardeşimin hatırını onun yokluğunda da korumak için Emaneti ehline vermek, kardeşimin hatasını (emanetini) başkalarına taşıtmamak için Tercihimi kınayıcı, yargılayıcı, yakıcı olandan değil, ıslah edici, onarıcı, yapıcı olandan yana kullanmak için İkiyüzlü/ikisözlü olmamak için Hayatıma parça tesirli fiskos bombası fırlatmamak için Gıybetin yaktığı dudaklarda artık çiçeklerin açması için GIYBET ETMİYORUM!

Salih olmayan amel

Bir eylemi "salih" eyleyen, "iman"dan sonra gelişidir, iman ederek işlenişidir. Ardında imanolmayan eylem ne kadar düzgün görünürse görünsüni "salih" ve "sahih" değildir. İman Allah'ın varlığına inanmaktan fazlasıdır; Allah'a göre yaşamaktır. Allah'la yaşamaktır, Allah'ın gördüğünü/bildiğini/işittiğini gözeterek yaşamaktır... ...Tek cümlelik gıybet bile salih olmayan amelden beklenenlerin hepsini yerine getirmeye yeter.