Hırsızdan Gizli Örgüt Üyesi Olmaz
Hanefi Avcı, Fethullah Gülen Cemaati'ne bağlı polislerin ve onlarla işbirliği içinde bulunan savcıların, "düzmece" örgütler kurduklarım, Devrimci Karargâh Örgütü'nün de böyle bir örgüt olduğunu; Emniyet Genel Müdürleri Celal Uzunkaya ve Mustafa Gülcü ile Ankara İl Emniyet Müdürü Orhan Özdemir'e, Emniyet Genel Müdür Yardıması Emin Arslan'a da benzer şekilde hileli soruşturmalarla komplo kurulduğunu öne sürmüştü.
Bu değerlendirmesine gönülden katılıyorum. Bugüne kadar yaklaşık 4000 siyasi zanlının sorgusuna katıldım, izledim, operasyonlarına şahit oldum. Hiçbir sol örgüt (Marksist anlayışları gereği), mala karşı suç işleyen kişilerle, değil örgüt kurmak, herhangi bir ilişki bile kurmaz. Çünkü hırsızlar, dolandırıcılar, küçük bir menfaat karşılığında, gizli örgüt üyelerini de çabucak ele verirler.
Üç "Organize" Şube Polisine Dava
2010 yılında, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt'ün izlendiği iddialarıyla ilgili Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi'nde görevli üç polis memuru hakkında iddianame hazırlamış ve polislerin "görevi kötüye kullanmak" suçundan üç yıla kadar hapsini istemişti. Osman Paksüt'ün şikâyetçi olması üzerine başlatılan soruşturmada Cumhuriyet Başsavcılığı "takipsizlik" kararı verdi, fakat Sincan Hâkimi Osman Kaçmaz, takipsizlik kararını kaldırdı.
İddianamede, "atılı suçun işlendiği hususunda yeterli delil elde edilemediğine dair Başsavcılıkça daha önce kanaat belirtilmişse de Sincan 1. Ağır Ceza'nın kararının kesin nitelikte olması sebebiyle kamu davası açıldığı" vurgulanmıştı, 13 Mayıs 2008 günü yaşanan olayda polislerin, Ergenekon şüphelileri Ferda Paksüt ile Turhan Çömez'i mahkeme kararıyla takip ettikleri ortaya çıkmıştı.
Bu konunun aynntısını iyi biliyorum. Ankara Ulus semtinde, sanıyorum Gençlik Parkı içinde bir inşaat yapılmış, "Ankara'da çok etkili bir kişi", Ferda Paksüt'e "bazı yetkiler" vermişti. Aynı "etkili kişinin" yasadışı dinlemeler başlamadan hemen önce İstihbarat Daire Başkanlığı'na gelerek neredeyse bütün gece yetkililerle görüşmüş olduğu da kulislerde çokça konuşulmuştu.
Osman Paksüt, eşine böyle bir yetki verilmesinden dolayı derin üzüntü ve rahatsızlık duymuştu. Şunu da ekleyeyim; Ferda Paksüt, Ankara Belediyesi'nin "Anket Anonim Şirketi"nin başkanı yapılmış, bu şirket aracılığıyla epeyce "yetkilendirilmişti". İşte bu yetkinin "kötü kullanımı" konusunda, "şüpheler" vardı. Ferda Paksüt'e, Anket Anonim Şirketi'nde kim görev vermişti? Bu görevlendirmeden dolayı Ferda Hanım'ın "menfaati" ne olmuştu? Ona görev veren Belediye Başkanı'nın "menfaati" ne olmuştu? Bunları bilemem ama ortalık ta "üç milyon dolar" sözleri çokça dolaşmaktaydı. Tam da o günlerde, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Anayasa Mahkemesi'nde Ak Parti'nin kapatılması için dava açmıştı (14 Mart 2008). O günlerde Melih Gökçek'in, Ak Parti'nin kapatılması yönünde mi, yoksa kapatılmaması yönünde mi kulis yaptığı konusunda, bilhassa Ak Parti çevrelerinde farklı düşünceler hâkimdi.
Sonuçta Osman Paksüt, Anayasa Mahkemesi'nde yapılan yargılama sırasında "Ak Parti'nin kapatılması" yönünde oy kullandı. Paksüt'e, Ak Parti'nin kapatılması yönünde oy kullanırsa "demokrasi düşmanı"; kapatılmaması yönünde oy kullanırsa "satılmış" denilecekti. Eşi Ferda Paksüt'ün Anket A.Ş.'de görev alması sebebiyle çok zor durumda kalmıştı. İşte, Kavaklıdere Tenis Kulübü önünde, Osman Paksüt'ün, kendilerini takip eden polis ekibini yakalayıp, Ankara İl Emniyet Müdürü Ercüment Yılmaz'ı olay yerine çağırarak (13 Mayıs 2008), yakaladığı ekibi teslim etmesi olayının perde arkası böyleydi.
Osman Paksüt, kendisinin "hayati tehlikesinden" dolayı değil, eşinin içinde bulunduğu ortamdan dolayı takip edilip edilmediğini öğrenmek için duyarlı davranmıştı. Ankara Cumhuriyet Savcısı, yaptığı soruşturma sonrasında, yakalanan o ekibin memurları hakkında "kovuşturmaya yer yok" kararı vermiş; Sincan Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Osman Kaçmaz ise bu karan iptal ederek, "yargılansınlar" yönünde karar vermişti. Ben Osman Kaçmaz'ı, üstün karakterli, mert, dürüst kişiliğiyle tanıyorum. Ancak, "kovuşturmaya yer yok" kararını veren savcının kim olduğunu bilmiyorum. Bu karardan kısa bir süre sonra terfi ettirilmişse, savcının kişiliğine şüpheyle yaklaşmak gerekir, diye düşünürüm.
Komplolar komplolar
Cemaat, Özal'ın cenazesi sırasında ANAP yönetimiyle diyalog kurarken, 1998'de, Anavatan Partisi hükümetini bir komployla düşürmüştür.
Cemaat, Tansu Çiller'i, Ağar'la birlikte İzmir Yamanlar Koleji'ne davet etmişken, 28 Şubat döneminde, Çiller'in de ortağı bulunduğu hükümetin istifa etmesini isteyip, "darbeci generallerin" yanında yer almışlardır.
28 Şubat döneminde Orgeneral Çevik Bir'e gidip, Cemaat okullarının anahtarlarını teslim etmek teklifinde bulunmuşlarken, 2007'de, komplocu ihbarlarla, Cemaatçi polislerin öncülüğünde Ergenekon operasyonlarını düzenlemişler, çok sayıda generalin tutuklanmasına ve yıllarını cezaevinde geçirmesine neden olmuşlardır. Hatırlanacağı gibi Çevik Bir de tutuklanan generaller arasındaydı.
Deniz Baykal ve Recep Tayyip Erdoğan'a, 2003 yılında yemek programı düzenlemişler, 2010 yılında, Baykal'ın özel görüntülerini internet üzerinden servis etmişler; Baykal'ı, CHP Genel Başkanlığından düşürmüşlerdir.
Ak Parti Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner'in ortam dinlemesiyle kaydedilen, Recep Tayyip Erdoğan'ı eleştiren sözlerini internette yayınlayarak; Ak Parti'ye "Sizin hakkınızda da bilgi toplayıp, arşiv oluşturduk, bize tabi olun, bizimle iyi geçinin, yoksa karışmayız" anlamına gelen tehditkâr bir mesaj göndermişlerdir.
Cemaatçilerin göbeklerinin üstünde motor-şasi numarası mı var?
"Kabul edin ki ben Fethullah Gülen Cemaati üzerinde çalışma yaptım ve size mülkiye müfettişi olarak, bu çalışmamı tahkik etme görevi verildi. İlk soracağınız soru; 'Hangi kanuna dayanarak bu çalışmayı yaptırdınız'şeklinde olacaktı. Kabul edin ki, ben gerer imi yapmadım, Fethullahçı polisleri tespit etmedim. Sizden rica ediyorum; siz, bugün birlikte çalıştığınız Cemaatçi mülkiye müfettişlerinin listesini yapınız bakalım. Size soruyorum, bunların, yani Cemaatçilerin göbeklerinin üstünde motor-şasi numarası mı var; bu numaralara göre Cemaatçi olan kişilere ruhsatname mi çıkartıldı, plaka mı takıldı? Kanunla düzenlenmeyen bir suç icat edip, bu suçlulara da 'Cemaatçi' adını takmış olsaydım, Türkiye demokrasisi ne en büyük zararı vermiş olurdum."