his

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
264
Baskı Tarihi
2005
Yazılış Tarihi
1981
ISBN
975-437-016-8
Baskı Sayısı
14. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken Neşriyat

Zihnin gerçekliği kavramadaki rolü

Zihin (idrâk ve düşünce) maddeden daha önemli ise, bu zihnin realiteyi kavramada oynadığı rolün bilinmesi in­sanlığı yüzlerce yıldır meşgûl eden birçok temel problemi halledebilirdi. Bütün mesele, her türlü dünya görüşü için kıstas kabul edilen İlmî bilgimizin mâhiyetinde düğümleni­yordu. Çok basitleştirerek anlatırsak, şöyle özetleyebiliriz: Lisede felsefe dersini dikkatle okumuş bir genç dahi bilir ki,en büyük temsilcisi Hume olan bir grup filozof, bütün bilgi kaynağımızın duyu verileri, yâni duyu organlarımızla idrâk ettiğimiz şeyler -sesler, renkler, kokular ilh.- olduğunu iddiâ ederler. Bu duyu verileri arasındaki ilişkiler hakkında söyle­diklerimiz gerçekte mevcut bulunmayan, sâdece bizim alış­kanlıklarımızla realiteye yakıştırdığımız şeylerdir. Meselâ sebep-netice münâsebeti dediğimiz şey, iki veya daha çok olayın ardarda görünmesinden çıkardığımız bir intibâdan ibârettir. Ayni şekilde zaman, bizim duyularla idrâk ettiği­miz zaman; mekân dediğimiz şey yine duyu organlarımızın verdiği bir intibâdır; biz doğrudan doğruya zaman veya me­kân idrâk edemeyiz. Buna karşılık Nevvton’dan beri fizikçi­ler duyu organlarımızın bize verdiği zaman ve mekân yanın­da bir de fizikteki İlmî teorilerde varlığı kabul edilen -objek­tif veya gerçek- bir zaman ve mekân’ın bulunduğunu söyle­mişlerdir. Zâten sağduyumuz da bize gördüğümüz dünyanın bizim ona ait sübjektif idrâklerimiz dışında bağımsız bir var­lığı bulunduğunu göstermektedir. Duyu organlarımız bize zaman, mekân, illiyet -sebep netice ilişkisi- gibi kavramları vermediğine göre, bilgimizin bu temel kategorileri nereden gelmektedir? İşte filozof Kant bu boşluğu kapatmak üzere bir düşünce -zihin- felsefesi geliştirdi. Kant’a göre insan du­yu organları vâsıtasıyla bilgi verilerini toplar, sonra zihninde onları bilgi hâline getirir. Zaman, mekân ve illiyet kavram­ları insanın zihninde zâten mevcut olan şeylerdir. Şu halde insan bilgisi duyu organları vâsıtasıyla edindiğimiz ampirik bilgi (a posteriori) ile bu duyu verilerini düzenleyen zihin kavramlarından (a priori) ibârettir. Herkesin hayat tecrübe­si farklı olduğu için a posteriori bilgi insandan insana deği­şir, ama a priori kategoriler bütün insanlarda vardır, yani üniverseldir.


Sayfa Sayısı
352
Baskı Tarihi
1997
Yazılış Tarihi
1979
ISBN
975-437-065-6
Baskı Sayısı
8. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Türkiye’deki anarşinin otopsisidir. Romanda, yalnız boşa giden gençliklerin hikâyesini değil, içine düşürüldüğümüz kaosun çarpıcı grafiğini de bulacaksınız. Yıllardan beri Türkiye’de bütün görevleri, ödevleri ve sorumlulukları, dolayısı ile de toplum hayatımızı paslandıran kalleş demagojileri sergilemektedir. eri ve sorumlulukları, dolayısı ile de toplum hayatımızı paslandıran kalleş demagojileri sergilemektedir. İnsana ve insanın gerçek hayatına kurulan tuzağın romanlaşmasıdır bu kitap.

Kelimesiz düşünce olmaz. Ama duygu olur.

- "Melal?" dedi, belli belirsiz bir iç çekişle de buruk buruk gülümsedi: "Gel de anlat bu kelimeyi, bu veya benzer şiirlerden öğrenmeyenlere! Osmanlıca-Türkçe sözlüğüne bakacak olanlara! Anlatamazsın ki.. ancak kendisiyle var olan.. açıklamaları usta yazarların metinlerinde bulunan kavramlardan biridir o. Ama, biliyor musunuz, melali -sözlük anlamını bilmeseler de- yaşayan insanlar her çağda olacaktır. Primitif dedikleri şeyin anlamı bu olsa gerek. Kelimesiz düşünce olmaz. Ama duygu olur. İlkel insan.. geri insan bu işte; duygularını dile getiremeyen.. dile getirilişini de anlayamayan!

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
324
Baskı Tarihi
1999
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Bir sanat eseri, yaratıldığı devre göre ve o devrin hassasiyetini, zevkini ve anlayışını en iyi ifade ettiği için mi değer kazanır? Yoksa o devri aşan, her zaman için taze, hatta her zaman yeni güzelikleri keşfedilen ebedi değerlere mi sahiptir? Başka ve daha kestirme bir deyimle, bir eserin, bilhassa bir şaheserin değeri "tarihi" midir, "ebedi" mi? Batıda bu mesele çok münakaşa edilmiştir. Geçen asrın büyük Fransız tarihçisi ve filozofu Ernest Renan "İlmin Geleceği" adlı meşhur eserinde tarihi görüşü savunur. "Mutlak bir hayranlık daima sathidir.

Şiir

Şiir bir sırrın imâsıdır. Şâir, insan kaderiyle kendisi arasındaki münasebetin şuurlu bir ifadeden daima kaçan meçhûl yükü altındadır. Bunu bilmez, fakat sezer. Bilmediği için şuurlu ifade edemez, fakat sezdirir. İşaretler ve semboller yoluyla sezdirir. Gerçek şiir budur. Sûzi Dilârâ peşrevinin veya bir senfoninin lûgatta nasıl hiç bir mânâsı yok, fakat bize bestecinin ruh hallerini kendine has bir dille intikal ettiriyorsa, şiirden de bize günlük dilde mânâsı olmayan ruh seyyâleri intikal eder. Her şiir semboliktir. Hattâ bize günlük hayat anlarını günlük dille ifade eden, mânâları açık şiirlerin bile, kelimeleri aşan, ifadesi imkânsız bir tarafları vardır ki, onların da bütün şiir değerleri bu meçhullerindedir. Saz eserlerinde ve şiirde lojik mânâ arayanlar ikisinden de bir şey anlamaz ve hoşlanmazlar. Fakat musikide de, şiirde de, kelimeler ötesi, kendine has mânâları akıl yoluyla değil, sezgi ve ruhî intikal yoluyla arayanlar aradıklarını bulur ve ikisinden de zevk alırlar. Şiir ve musiki, günlük dille ifadesine imkân olmayan ruh hallerinin ifadesidir. Gayeleri bu hallerin anlaşılması değil, yaşanmasıdır. Aşk gibi tariften kaçarlar. Onları yaşamak lâzımdır. Zihnimiz belki yine karıştı. Fakat ne yapalım ki futboldan değil, şiirden bahsediyoruz. Değil şiirin ve musikinin, kahvenin bile lezzetini tarif ve izah etmek mümkün değildir. İçen bilir.