Hristiyanlık

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
192
Baskı Tarihi
Ocak 2013
ISBN
978-605-08-0273-3
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Timaş
Editörü
Sakine Korkmaz
Neden Altını Çizdim?
Bilerek kötülük yapılabilir mi sorusuna Yunan ve Hristiyan medeniyetlerinin verdiği cevaplar taban tabana zıt!

Bile bile kötülük yapmak

Hıristiyanlık ve Eski Yunan düşüncesi arasında paralellik olduğu söylense de, aslında bu iki düşüncenin birbiriyle fazla ilgili olmadığı görülecektir. Eski Yunan düşüncesi ile Hıristiyan düşüncesi arasında kötülük-günah konsepti bağlamında bir karşılaştırma yapıldığında, benzerliğin olmadığı açık bir biçimde anlaşılabilir. Eski Yunan'da başta Sokrates, Platon ve Aristoteles'te 'acrasia' (bilerek kötülük yapma) görüşü reddedilir. Çünkü Sokrates'e göre, bilgi ile yapıp etme arasında birebir ve zorunlu bir ilişki bulunur. Bu yapıp etmeler, ahlak alanıyla ilgilidir; çünkü ahlak, kendini yapıp etmede belli eder. Söz, insan ahlakının bir ölçüsü değildir; önemli olan, insanın yaptığıdır. Bilgi ile yapıp etme arasındaki ilişkinin zorunlu oluşu da şöyle açıklanabilir: Bir insan, herhangi bir davranışın kötülük yapmak anlamına geldiğini biliyorsa, onu yapmaz. Yani 'acrasia', bilerek kötülük yapma, Eski Yunan düşüncesi için geçerli değildir. Yunan düşüncesinde episteme etikayı belirler. Eski Yunan ile Hıristiyan düşüncesi arasında kötülük-günah benzerliğinden söz etmek mümkün değildir. Çünkü Hıristiyan doktrininin temeli, aslî günah, yani insanın içinde bir kötülükle doğmasıdır. Kötülük, insan tarafından içselleştirilmiş durumdadır. Varlığına bulaşan kötülük, insanı bile bile kötülük yapmaya iter. Bir başka deyişle, bir tarafta kötülüğün bilerek yapıldığı; öte yanda ise, bunun imkânsız olduğu düşüncesi bulunmaktadır.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
287
Baskı Tarihi
2007
ISBN
978-975-470-599-7
Baskı Sayısı
14. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim
Editörü
Mahmut ali Meriç
Aydın mı dersiniz, entelektüel mi dersiniz? İki kavrama farklı anlamlar mı yüklersiniz? Aydınlardan/ entelektüellerden çok şeyler mi beklersiniz, hiçbir şey beklemez misiniz?.. Öyle ya da böyle, kültürle derinlemesine alışveriş kaygınız varsa, zaman eksenine düşünce mesaisi düşürebiliyorsanız, bu kavramlar üzerine kafa yorarsınız, bu sorulara cevap ararsınız, ufuk ararsınız. Cemil Meriç’in “hakikatte içi de, dışı da bir” mağarayı anlattığı kitap, Mağaradakiler, bir “geniş ufuk” kitabı.
Neden Altını Çizdim?
Cemil Meriç entelektüel soy ağacının ilk dallarından saydığı rahipleri böyle anlatıyor. Ona göre çivisi çıkan, vahşileştikçe vahşileşen barbarlar dünyasında onlar olmasa bir nizam, intizam sağlanması mümkün olamayacaktı. Değişik, orjinal, hakperest bir bakış...

Rahipler ve Kilise

Taine der ki: "1789 Fransa'sında, üç nevi insan, devletin en yüksek makamlarını işgal ediyordu: Rahipler, soylular, kral. Bütün nimetler onlarındı: iktidar, servet, itibar, yahut hiç değilse, imtiyazlar, vergiden muafiyet, ihsanlar, arpalıklar, tercihler, vs. Uzun zamandan beri başta bulunduklarına göre, haketmişlerdi bu mevkileri. Filhakika, yüzyılları kucaklayan büyük bir emek sayesinde modern toplumun üç esas temelini birbiri ardınca onlar inşa etmişlerdi. Üst üste kurulan bu üç temelden en eskisi ve en derini rahiplerin eseriydi. Bin iki yüz yıl, hatta daha fazla, hem mimar, hem işçi olarak çalışmışlardı. Önce yalnızdılar, sonraları aşağı yukarı yalnız. İlk dört asır boyunca, dini ve kiliseyi kurdular. Bu iki kelime üzerinde duralım biraz: İstilâya dayanan bir dünya, tunç bir makine gibi sert ve soğuk.. Yapısı icabı, kendi insanlarında hareket kabiliyetini ve yaşama arzusunu yok etmeye mahkûm. Rahipler böyle bir dünyaya "kurtuluş" müjdelemiş, cenneti vaad etmiş, Tanrı'ya tevekkülü öğretmiş, sabrı, iyiliği, alçak gönüllülüğü, feragati, şefkati telkin etmiş; Roma'nm yeraltı zindanlarında boğulan insanoğluna nefes alabileceği, gün ışığını görebileceği pencereler açmıştı. Din buydu işte. Gittikçe ahalisi azalan, gittikçe çözülen ve ister istemez her saldırıya açık hale gelen bir ülkede, disipline ve kanunlara bağlı, bir hedef ve bir doktrin etrafında birleşmiş, inanmışların itaati ve baştakilerin fedakârlığı ile payandalanmış, yıkılan imparatorluğun gediklerinden akın akın gelen barbar dalgalarına karşı ayakta durabilecek canlı bir toplum yaratmıştı rahipler. Kilise de buydu işte. Bu temeller üzerine inşaata devam edilir. İstilâdan başlayarak beş yüz yıl boyunca, rahipler, beşeri kültürden ne kurtarılabilirse kurtarırlar. Rahip, barbarları ya karşılar, ya sınırdan girer girmez etkisi altına alır. Ne büyük hizmet! Oysa Galya gibi Latinleşen, fakat fatihleri bir buçuk asır putperest kalan Büyük Britanya'da, sanat, endüstri, toplum, dil, her şey yok edilir. Halk ya kılıçdan geçirilir, ya kaçar. Yalnız köleler kalır ortada. Onların da izi silinip gider. Rahip, o yırtıcı insanları büyülemeseydi, Avrupa'nın akibeti de aynı olacaktı.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
186
Baskı Tarihi
2011
ISBN
9786353219900
Baskı Sayısı
6. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Çıra Yayınları
Editörü
Bahadır Karahan
İslâm dünyasının çağdaş düşünce sorunları nelerdir? Bu sorunları doğru anlamak ile modern dünyanın İslâm olgusunu kavrayıp anlamak arasında dolaysız bir bağ vardır. Bu kitabın amacı, giderek önemini ve ciddiyetini artırmakta olan bu konuya belli bir açıklık getirmektir. Ancak oldukça güç ve karmaşık bir konuyla karşı karşıya olduğumuzu belirtmeliyiz.
Neden Altını Çizdim?
Tüm peygamberlerin köktenci olması konusunda hemfikir olsam da yazarın Hz İsa'ya atfedilen sözü, onun aslında oldukça köktenci bir anlamla söylediğine dair yorumu zorlama geldi.
Bir de Ali Bulaç'ın 1995'ten bu yana (özellikle de son İslamcılık ve köktencilik tartışmaları çerçevesinde) dilinin uğradığı değişime işaret etmek açısından "zamanlaması manidar" bir paylaşım diye düşündüm.

Bütün peygamberler köktencidir...

"Hristiyan kaynaklarındaki kayıtlara göre Hz İsa'ya Ferisiler gelip ellerindeki parayı göstererek "Sezar'a vergi verelim mi?" diye sorar. Hz İsa, parayı eline alır, üstündeki Sezar resmine bakar ve onlara "Tanrı'nın hakkı Tanrı'Ya, Sezar'ın hakkı Sezar'adır der. (MArkus, 12:13; Matta 22:15; Luka 20:25) Bu ricayet doğruysa bile özünde devrimci ve köktenci bir öz taşımaktadır. Çünkü Hz İsa, Roma'nın kurulu düzenine başkaldıran br önder olarak, eniş halk yığınlarına eğer siz üstünde Sezar'ın resmi basılı bulunan parayı kullanıyorsanız, Roma'nın ve Sezar'ın düzenini de onaylamışsınız, demek istemektedir. Madem ki Roma'nın ve Sezar'ın gücünü kabul ediyorsunuz, maddi hayatınızı onun para isteminin sağladığı mübadele ile sürdürüyorsunuz, bu durumda Sezar'ın sizi köle kılma, sömürme ve baskı latında tutma hakkı vardır. Tanrı'nın da sizi bu azaba uğratma hakkı vardır. Öyleyse her iki hakka da saygı gösterin. Kaldı ki, Ferisilerin amacı, Hz İsa'yı Roma'ya karşı suçlu duruma düşürmekti. Görülüyor ki bu olay, - eğer doğruysa- hiç de öne sürüldüğü gibi Hz İsa'yı ikilemci ve uzlaşmacı kılmaz; tam aksine uzlaşmadan yana olmayan köktenci biri olarak gösterir. Bir peygamber olarak Hz İsa'dan başkası da beklenemezdi."