Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
184
Baskı Tarihi
2025
Yazılış Tarihi
2025
ISBN
9786059954471
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
Ankara
Yayın Evi
Hece Yayınları

Bu kitapta, Abdurrahim Karakoç, Ahmet Cevdet Paşa, Ahmet Hikmet Ünalmış, Adnan Tekşen, Aykut Edibali, Cemil Meriç, D. Mehmed Doğan, Fahri Tuna, Emin Acar, Ercüment Özkan, Hasan Celal Güzel, Hasan Nail Canat, Hüsnü Aktaş, Kemal Kelleci, Mehmet Cemal Çiftçigüzeli, Mehmet Çağatay Özdemir, Mehmet Çetin, Mehmet Kurtoğlu, Mehmet Ragıp Karcı, Muaz Ergü, Muhsin Yazıcıoğlu, Musa Çağıl, Mustafa Aydın (Prof. Sosyolog Konya), Nabi Avcı, Necdet Subaşı, Necmettin Turinay, Neşet Ertaş, Nuri Pakdil, Ruhi Su, Sırrı Süreyya Önder, Şeyhim Antony Quin, Şükrü Karaca, Vehbi Başer hakkında yazılar yer alıyor.

Türkiye'de aydın olmak

Bir seçim yapmak özgürlüğü tanınmaz Türkiye'de aydınlara. 
Her şey eşyanın kuşatıcılığı ve görünenin varlığı üzerinden değer kazanır. 
Dergi çıkarsak hesapta olan sadece kâğıt ve matbaa masrafıdır. 
Bir vakıf dernek kurmaya kalksak ilk önce bina ihtiyacı doğar bizde. 
Ülke genelinde fikrî hakların, telifin, entelektüel kadronun eserlerde fikrî haklarının esamesi bile okunmaz. Kadrü kıymeti bilinmez. 

Aydının harcadığı zaman ve enerji nasıl karşılanmalı? O birikime kavuşmak için yaptığı yatırımın bir semeresi olmalı mı? 

Allah rızası yeterli mi bu savurganlık karşısında?

Türkiye'de "telif'"in hakkını ketmetmek için ortak bir karar alınmış gibidir. Aydın herkesçe bilinen bir sır içinde yaşar. Maişet motorunun nasıl döndüğü kimsenin umurunda değildir. Hiçbirimiz diğerinin ne yaşadığını, hangi ekonomik sıkıntılar içinde kıvrandığını bilmez, bilmek istemeyiz belki de. Bir araya gelince "vatan kurtarırız” entelektüel konularda görüş ve yorumlar yapar, kitaptan, sanat-edebiyattan konuşuruz. Kimsenin özel hayatına ilişkin bilgimiz yoktur. Çocukları ne âlemde ilgilenmeyiz. Bunları bilmenin bedelleri vardır. Yorucu, sorumluluk yükleyen görevler getirebilir bu ilgi. Kendimize açtığımız alanda bir başkasının haline yardımcı olacak güçte değiliz. Türkiye'de alacaklı olduğunu sanırken borçlu çıkarılmanın şaşkınlığına düşer her aydın.


Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Cemil Meriç'in meşhur eseri

Kalabalık senfoniden anlamaz. Tarih de kadın gibidir, çığlığa koşar.

Efsane söylediler ve uykuya daldılar, diyor Hayyam. Kiminden bir destan kaldı, kiminden bir mısra. Kimi çöldeki kum tepecikleri gibi darmadağın oldu rüzgârla. Bu tiyatronun dinleyicileri sağır. Sesini duyurmak istiyen nâra atacak. "Discours de la Methode" nâra, Aristo'nun tahtını deviren bir nâra, örümcek ağlarını yırtan bir nâra. Rousseau nâra, Saint- Simon nâra, Proudhon, Marx nâra. Kalabalık senfoniden anlamaz. Tarih de kadın gibidir, çığlığa koşar. Namık Kemal, gürleyen adam. O gök gürültüsünün arkasında yıldırım yok belki ama bütün Osmanlı ülkesinde yankılar uyandıran bir haykırış Kemal. Sesini kıssa, fitili küçülen bir petrol lambası kadar zavallılaşıverir. Önce çığlık atacaksın, sonra üç beş meraklı anlatacağın masalı dinlemeye koşacak. Masal uslu çocuklara anlatılır. Çığlık herkese hitap eder. Sürüye ve tarihe.


Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
184
Baskı Tarihi
2025
Yazılış Tarihi
2025
ISBN
9786059954471
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
Ankara
Yayın Evi
Hece Yayınları

Bu kitapta, Abdurrahim Karakoç, Ahmet Cevdet Paşa, Ahmet Hikmet Ünalmış, Adnan Tekşen, Aykut Edibali, Cemil Meriç, D. Mehmed Doğan, Fahri Tuna, Emin Acar, Ercüment Özkan, Hasan Celal Güzel, Hasan Nail Canat, Hüsnü Aktaş, Kemal Kelleci, Mehmet Cemal Çiftçigüzeli, Mehmet Çağatay Özdemir, Mehmet Çetin, Mehmet Kurtoğlu, Mehmet Ragıp Karcı, Muaz Ergü, Muhsin Yazıcıoğlu, Musa Çağıl, Mustafa Aydın (Prof. Sosyolog Konya), Nabi Avcı, Necdet Subaşı, Necmettin Turinay, Neşet Ertaş, Nuri Pakdil, Ruhi Su, Sırrı Süreyya Önder, Şeyhim Antony Quin, Şükrü Karaca, Vehbi Başer hakkında yazılar yer alıyor.

Suskunluk, çevremizdeki sis bombasıdır

Çalkantılı zamanlarda deniz feneri gibi ışık verenler görünmez: görünmelerini engelleyen bir sis ülkeyi sarmıştır. Herkes "ideolojilerin deli gömleğini” giyer çünkü. Bir aydın, yanımızda durmuyorsa bizden değildir ve söyledikleri kulaklarımıza girmez. "Beğenmediğini yoksay” anlayışı egemenliğini sürdürür Türkiye'de.


Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
412
Baskı Tarihi
Mart 2015
Yazılış Tarihi
2013
ISBN
978-605-5029-35-7
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kolektif Kitap
Editörü
Cihan Kara
Mütercimi
Ertuğrul Genç
Orijinal Adı
Sapiens A Brief History of Humankind

İsrailli Yazar ve Tarih Profesörü Yuval Noah Harari’nin kaleme aldığı Hayvanlardan Tanrılara Sapiens, son yılların en çok ses getiren kitapları arasında yer alıyor. Başlangıçtan bugüne insanın tarihsel yolculuğunu ele alan eser, bugünü meydana getiren tüm koşulları fenni ve sosyal bilimler ışığında detaylandırıyor.

James Cook’un seferi

Cook'un seferi, askerler tarafından korunan bir bilimsel gezi miydi yoksa araya karışmış birkaç bilim insanının da bulunduğu askeri bir sefer mi? Bu tıpkı bardağın yarısının boş mu dolu mu olduğunu sormak gibidir. Aslında ikisidir de. Bilimsel Devrim ve modern emperyalizm birbirinden ayrılamaz şeylerdi. Kaptan James Cook ve botanikçi Joseph Banks gibi insanlar bilimi imparatorluktan ayıramazdı, tıpkı bahtsız Trugani gibi.


Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
184
Baskı Tarihi
2025
Yazılış Tarihi
2025
ISBN
9786059954471
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
Ankara
Yayın Evi
Hece Yayınları

Bu kitapta, Abdurrahim Karakoç, Ahmet Cevdet Paşa, Ahmet Hikmet Ünalmış, Adnan Tekşen, Aykut Edibali, Cemil Meriç, D. Mehmed Doğan, Fahri Tuna, Emin Acar, Ercüment Özkan, Hasan Celal Güzel, Hasan Nail Canat, Hüsnü Aktaş, Kemal Kelleci, Mehmet Cemal Çiftçigüzeli, Mehmet Çağatay Özdemir, Mehmet Çetin, Mehmet Kurtoğlu, Mehmet Ragıp Karcı, Muaz Ergü, Muhsin Yazıcıoğlu, Musa Çağıl, Mustafa Aydın (Prof. Sosyolog Konya), Nabi Avcı, Necdet Subaşı, Necmettin Turinay, Neşet Ertaş, Nuri Pakdil, Ruhi Su, Sırrı Süreyya Önder, Şeyhim Antony Quin, Şükrü Karaca, Vehbi Başer hakkında yazılar yer alıyor.

Yetenek devletliler için potansiyel bir tehlike göründükçe

Mustafa Reşit Paşa'nın büyük mü-küçük mü olduğu tartışılır tarihimizde. Ahmet Cevdet Paşa gibi bir yeteneği bulması ne kadar önemlidir hâlbuki. O zamanki devlet adamlarının gerçek bir kurtuluş aradıldarını ve yetenekleri yerli yerine koymanın peşinde olduklarını gösterir Mustafa Reşit Paşa'nın bu isabetli davranışı. Şimdi kaht-ı ricale rağmen ne Ahmet Cevdet gibi bir genç bulunur ne onu yaşına bakmadan devletin temel sorunlarını çözme heyetine dâhil etme kadirşinaslığı. Her yetenek devletliler için potansiyel bir tehlike göründükçe daha iyiye gitmediğimiz kesindir


Türü
Roman
Sayfa Sayısı
312
Baskı Tarihi
Ekim 2010
Yazılış Tarihi
1969
ISBN
978-975-273-154-7
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İthaki
Editörü
Sevengül Sönmez
"Kurtlukta düşeni yemek kanundur" korkusunu her an enselerinde hissederek yaşayan köşeye kıstırılmış, kendileriyle ve geçmişleriyle, içinde bulundukları zamanla hesaplaşan insanları anlatıyor Kemal Tahir, Kurt Kanunu'nda. Cumhuriyetin en bunalımlı dönemlerinden biri olarak değerlendirilen "İzmir Suikasti" olayına karışan ve karıştırılanların dramı olarak da okunabilecek roman, İttihatçılar arasındaki iktidar kavgasını ve tasfiye sürecini de acımasız bir yalınlıkla ve özeleştiriyle ortaya koyuyor. Esir Şehir Üçlemesi'nde taşıdığı umudu Yol Ayrımı'nda yitirmeye başlayan Kemal Tahir, Kurt Kanunu'nda mücadelenin kime ve neye karşı yapıldığının pek de öneminin kalmadığı günleri "hayal kırıklığını satır aralarına gizleyerek" ustalıkla betimliyor.

Politikada hareketsizlik ölümdür

... politikada tarafsızlık kendini aldatmaktır. Aptal güvendir. Çok kazanma hırsının belirtisidir. Karşısındaki güçlerden kat kat üstün de olsan, göze alınmaması gerek bir tehlikedir. Tehlikedir, çünkü seni en değerli zamanlarda hareketsiz tutar. Politikada hareketsizlik ölümdür. Tarafsızlığını da her an savunmak zorundasın . Demek ki, hem çabalayacaksın, hem de oyunun dışında kalacaksın. Anladın mı neden enayiliktir politikacı için tarafsızlık? Politikada hesaba katılacak gerçek güçler ancak hareket halinde bulunanlardır. Yüz bin kişi duruyorsa, çabalayan on kişi daha güçlüdür. 
 


Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
456
Baskı Tarihi
2016
Yazılış Tarihi
2016
ISBN
9786055029630
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kolektif Kitap
Editörü
Öykü Özçinik
Mütercimi
Poyzan Nur Taneli
Orijinal Adı
Homo Deus: A Brief History of Tomorrow

Hayvanlardan Tanrılara Sapiens kitabıyla insan türünün dünyaya nasıl egemen olduğunu anlatan Harari, Homo Deus'ta çarpıcı öngörüleriyle yarınımızı ele alıyor. İnsanlığın ölümsüzlük, mutluluk ve tanrısallık peşindeki yolculuğunu bilim, tarih ve felsefe ışığında incelediği bu çalışmasında, insanın bambaşka bir türe, Homo deus'a evrildiği bir gelecek kurguluyor.

Yola "önemsiz bir hayvan" olarak çıkan Homo sapiens, tanrılar katına ulaşmak uğruna kendi sonunu mu hazırlıyor?

Yeni teknolojiler eski tanrıları öldürüp yenilerini yaratır

Yeni teknolojiler eski tanrıları öldürüp yenilerini yaratır. Bu yüzden tarım devriminin ilahları, avcı-toplayıcıların ruhlarından farklıdır. Fabrikada çalışan eller köylülerinkinden başka hayaller peşinde koşar. 21. yüzyılın devrim niteliği taşıyan teknolojileri, ortaçağ öğretilerini yeniden canlandırmak yerine benzeri görülmemiş yeni dini hareketler yaratacaktır. Radikal İslamcılar, “Kurtuluş İslamda,” mantrasını tekrarlayabilirler; ancak çağın teknolojik gerçekliğiyle bağını kaybetmiş dinler, soruları bile anlama yetisini yitirmeye mahkumdur.

Yapay zeka bilişsel işlerde pek çok insanın yerini alabilecek noktaya geldiğinde işgücüne ne olacak? Amaçsız ve işe yaramaz insanlardan oluşan devasa yeni sınıfın siyasi etkileri neler olacak? Nanoteknoloji ve rejeneratif tıp, seksen yaşını elli yaşına çevirmeyi başardığında ilişkiler aileler ya da emeklilik fonları nasıl etkilenecek? Biyoteknoloji bebekleri tasarlayabilmemizi sağladığında, zenginle fakir arasındaki uçurum hiç olmadığı kadar derinleştiğinde insan toplumu neye benzeyecek?

Bu soruların yanıtlarını Kur’an’da, İncil’de veya Konfüçyüs’ün Seçmeler’inde bulmak imkansızdır çünkü antik Çin’de veya ortaçağda Ortadoğu’da bilgisayarın, genetik biliminin ya da nanoteknolojinin fikri bile söz konusu değildi. Radikal İslam teknolojik ve ekonomik fırtınaların koptuğu bir denizde çapa görevi görmeyi sürdürebilir ancak fırtınada yönünüzü bulabilmek için bir çapadan daha fazlasına, bir haritaya ve dümene ihtiyacınız vardır. Bu yüzden radikal İslam, sadece hüküm sürdüğü coğrafyalarda doğmuş ve yetişmiş insanlara seslenebilir ama işsiz İspanyol gençlerine ya da endişeli Çinli milyarderlere sunabileceği pek bir şey yoktur.
 


Türü
Araştırma
Akademik
Sayfa Sayısı
139
Baskı Tarihi
Haziran 2022
Yazılış Tarihi
2017
ISBN
9786254050688
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Editörü
Devrim Çetinkasap
Mütercimi
Aslı Sümer
Orijinal Adı
Le Miracle de Spinoza

Arka kapak:

Yirmi üç yaşındayken sapkınlık suçlamasıyla Yahudi cemaatinden atılan Baruch Spinoza, hayatını felsefeye vakfetmeye karar verir. Amacı “üstün ve daimi bir sevincin hazzını kendisine sonsuza dek verecek” gerçek iyiyi bulmaktır. Hayatının kalan yirmi yılında devrimci bir eser inşa edecek, filolojinin, sosyolojinin ve etolojinin yanı sıra derinlik psikolojisinin de fikir babalarından biri olmayı başaracaktır. Ama hepsinden önemlisi, arzuyu ve hazzı merkeze alan, Tanrı, ahlak ve mutluluk tasavvurumuzu sarsacak bir felsefenin mucidi olacaktır.

Bedeni Hor Görmek

Spinoza, Descartes'ın tersine beden ile ruhu iki farklı töz olarak değil, kendini iki farklı biçimde ifade eden tek ve aynı gerçeklik olarak alır: "Ruh ve beden, bazen düşünce sıfatıyla bazen uzam sıfatıyla düşünülen tek ve aynı şeydir." Daha önce gördüğümüz üzere düşünce ve uzam tanrısal sıfatlar olduğuna göre, bedenin doğası ruhunki kadar tanrısaldır. O halde onu değersizleştirmek veya hakir görmek saçmalıktır. Beden ruhla aynı payeye sahiptir. Ruhun büyümesi için çok önemlidir; tıpkı ruhun, bedenin muhafazası ve büyümesi için çok önemli olması gibi. Doğrusu onları ne birbirinin karşısına koyabiliriz ne birbirinden ayırabiliriz. Tek ve aynı gerçekliğin iki yüzü olmalarından ötürü birlikte iş görürler. Ruh bedenin zihinsel ifadesi, beden de ruhun yer kaplayan ifadesidir. Ruh bedensiz ne düşünebilir ne de tasavvur edebilir, beden ruh olmadan ne devinebilir ne eyleyebilir. İnsan kendisini ve ruhunu-zihnini, beden dolayımından geçen bilgilerle tanır. Spinoza'nın, TPİ'sinde peygamberlerin bilgisiyle ilgili açıklamasına geliyoruz tekrar: Bu bilgiler peygamberin muhayyilesiyle, duyarlığıyla, mizacıyla ve bedensel tecrübesiyle ilintilidir. Her birimiz için de geçerlidir bu: Düşüncemizin kaynağında bedenimiz vardır. Dünyayı algılayışımız ve onun sonucu olarak ortaya çıkan fikirler, bedenimizin yapısına ve dış dünyadan etkilenişine bağlıdır. Büyük filozofların düşüncelerinin, bedenlerinin hassasiyetinin damgasını taşıdığını tespit etmek hayli çarpıcı gelmişti bana. Çok muhtemeldir ki Schopenhauer'in kötümser felsefesi hayli kırılgan sağlığı ve evhamlılığıyla, Montaigne'in iyimser fikriyatı da beden kuvveti ve yaşamaktan zevk almasıyla ilişkilidir.

Bu bağlamda şunu da açıklığa kavuşturalım: Beden derken Spinoza'nın kastettiği sadece fiziksel beden değil cismaniyetin fiziksel, duygusal ve duyusal tüm boyutlarıdır. Bünyesi (örneğin herhangi bir engelden ötürü) zayıf bir insan; arzularının, heyecanlarının, duyusal kapasitelerinin yoğunluğu dolayısıyla büyük bir bedensel kudrete sahip olabilir. Vücut hasta olduğunda da tedavi edilmesi gereken sadece organlar değildir. Heyecan ve duygulanımları da hesaba katmak gerekir. Bundandır ki Spinoza, her boyutuyla vücudu dikkate alıp memnun etmeyi, ona iyi bakmayı, onu güçlendirmeyi önerir. "Bilge insana düşen, yaşamdan faydalanıp haz almaktır. Ölçülü biçimde tüketeceği lezzetli yiyecek ve içeceklerle, ayrıca kokularla; yemyeşil bitkilerin, şık giysilerin, müziğin, spor oyunlarının, gösterilerin güzelliğiyle ve başkasına zarar vermeden herkesin yararlanabileceği diğer şeylerle kendini rahatlatmak ve güç toplamak da bilge insana yaraşır."

Salt organik ve mekanikçi beden anlayışına dayanan bir tıbbın olduğu kadar, zihnin kudretini artırmak için bedene kötü bakmayı, onu hor görmeyi, ihmal etmeyi öneren çileci bir maneviyatın da karşısındayız. Bedenle ruh arasındaki töz birliği anlayışının, tıptan maneviyata kadar tüm alanlarda ama aynı zamanda günlük hayatımızda ve başkalarıyla iliş­ kilerimizde de sonuçları vardır. 
 


Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
528
Baskı Tarihi
1971
Baskı Sayısı
4. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Remzi Kitabevi

Bu kitap, ilkokul öğretmeni olarak yetişmek üzereyken, Birinci Dünya Harbinde savaşa katılan ve sonra Büyük Turan´ı kur

Anadolu İnsanının Cehaleti

Bugün ordunun bilgi yapısında, Birinci Dünya Harbindeki Osmanlı ordusuna bakarak çok şeyler değişmiştir. Fakat o vakit, örneğin bizim bu makineli bölüğünde, İstanbullu bir başçavuştan başka okuma yazma bilen kimse yoktu. Daha ilk derste belli oldu ki bu bölükte, hangi dinden olduğumuzu doğru dürüst ve kesin olarak bilen kimse de yoktur.

Derse başlarken İstanbullu başçavuşa dersi sadece dinlemesini, sual cevaplara katılmamasını söyledim. Sonra da askerlere sordum:

- Bizim dinimiz nedir? Biz hangi dindeniz?

Hep birden:

- Elhamdülillah Müslümanız..

diye cevap vereceklerini sanıyordum. Fakat öyle olmadı. Cevaplar karıştı . Kimisi "İmam-ı azam dinindeniz" dedi. Kimisi "Hazreti Ali dinindeniz" dedi. Kimisi de hiç bir din tayin edemedi. Arada:

- İslamız,

diyenler de çıktı ama;

- Peygamberimiz kimdir?

deyince, onlar da pusulayı şaşırdılar. Akla gelmez peygamber isimleri ortaya atıldı. Hatta birisi:

- Peygamberimiz Enver Paşadır! dedi. İçlerinden peygamberin adını duymuş olan birkaçına da:

- Peygamberimiz sağ mı? Ölü mü?

deyince iş gene çatallaştı. Herkes aklına gelen cevabı veriyordu. Bir kısmı sağ, bir kısmı ölüdür tarafını tuttu. Fakat birisinin kuvvetle konuştuğunu, yahut bir tarafın daha ağır bastığını görünce, diğer tarafın da kolayca o tarafa kaydığı görülüyordu.

Peygamberimiz sağdır diyenlere:

- O halde peygamberimiz hangi şehirde oturur,

diye sordum. Cevaplar tekrar karıştı. Onu İstanbul'da, Şam'da yahut Mekke'de yaşatanlar oldu. Hiç bir yer tayin edemeyenler daha çoktu. Peygamber ölmüştür diyenlere de:

- Peygamberimiz ne kadar zaman evvel öldü?

denildiği zaman bu sefer onlar şaşırdılar. Yüz sene önce, beş yüz sene önce, bin sene önce diye gelişigüzel cevaplar verenler oluyordu. Fakat çoğu, vakit tayin edemiyorlardı.

Dinimizin adı ve peygamberimiz bilinmeyince de din ilkelerini ve ibadetleri doğru dürüst bilen hiç kimse çıkmadı.

Ezan dinlemişlerdi. Fakat ezan ·okumayı bilen yoktu. Namaz kılan bir iki kişi çıktı. Fakat onların da hiç biri, namaz surelerini yanlışsız okuyamadı. Daha garibi, niçin namaz kıldıklarını bir türlü anlatamadılar.

Sonra:

- Köyünde cami olanlar ayağa kalksın,

dedim. Gerçi köylerinde cami olan birkaç kişi kalktılar. Fakat onlar da bayramlarda, cumalarda, adet yerini bulsun diye camiye gitmişlerdi. Köylerinde mektep olan bir· tek kişi çıkmadı. Bazı camili köylerde, cami odasında ,küçük çocuklara imam tarafından Kur'an ezberlettirilmeye çalışıldığını görmüşlerdi. Ama usulü dairesinde ve ayrı bir köy mektebi gören kimse yoktu.

İlk ders beni şaşırtmıştı. Bu bölük o zamanki milletin bir parçasıydı. Hepsi de Anadolu köylüleriydiler. Biz Anadolu köylüsünü dindar, mutaassıp bilirdik. Halbuki bu gördüklerim sadece cahildiler.

Fakat asıl şaşkınlığım ikinci derste oldu. Daha ilk sual cevaplarda anlaşıldı ki, bu askerler yalnız hangi dinden olduklarını değil, hangi milletten olduklarını da bilmiyorlardı.

- Biz hangi milletteniz,

deyince her kafadan bir ses çıktı:

- Biz Türk değil miyiz?

deyince de hemen:

- Estağfurullah!..

diye karşılık verdiler. Türklüğü kabul etmiyorlardı. Halbuki biz Türktük Bu ordu Türk ordusu idi. Türklük için savaşıyorduk. Asırlarca süren maceralardan sonra son sığınağımız ancak bu Türklük olabilirdi. Fakat ne çare ki bu "biz Türk değil miyiz?" diye sorunca "estağfurullah" diye cevap verenlerin görüşüne göre Türk demek Kızılbaş demekti. Kızılbaşlığın ise ne olduğu bilinmiyordu. Ama, onu her halde kötü bir şey sayıyorlardı. Yahut belki de aslında kendileri Kızılbaş oldukları halde böyle görünüyorlardı.

Anadolu'da vaktiyle binlerce, on binlerce insan Kızılbaş oldukları için öldürülmüşlerdi. Gerçi bu öldürülenler hakiki saf Türk aşiretler halkı, Oğuz Türkleriydiler. Demek ki korku hala yaşıyordu...

Dininde, milliyetinde birleşmiş olmayan bu bölük, dersler ilerledikçe görüldü ki, devletin şeklini, devletin adını, padişahın ismini, devletin merkezini, başkumandanı ve onun vekilini de bilmemektedir.

Hele iş, vatan bahsine dönünce, büsbütün karıştı. Kısacası, vatanımızın neresi olduğunu bilen yoktu. Yahut da bütün bilgiler, belirsiz, köksüz, şekilsiz ve yanlıştı.

Bölüğü yakından tanıdıkça daha garip şeylerle de karşılaşıyordum. Askerlerin bir kısmı, kendi isimlerini değil de başka adları taşıyorlardı. Künyelerinde yazılı yerler, asıl doğdukları veya kayıtlı oldukları yerler değildi. Bu kayıtları düzeltmeye ve onları temize çıkarmaya uğraşırken, bunu istemeyen, hatta işi büsbütün karıştıranlar da oldu... Böyle bir toplum, bu harbi elbette ki ruhen isteyerek benimsemiş olamazdı.


Türü
Araştırma
Akademik
Sayfa Sayısı
139
Baskı Tarihi
Haziran 2022
Yazılış Tarihi
2017
ISBN
9786254050688
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Editörü
Devrim Çetinkasap
Mütercimi
Aslı Sümer
Orijinal Adı
Le Miracle de Spinoza

Arka kapak:

Yirmi üç yaşındayken sapkınlık suçlamasıyla Yahudi cemaatinden atılan Baruch Spinoza, hayatını felsefeye vakfetmeye karar verir. Amacı “üstün ve daimi bir sevincin hazzını kendisine sonsuza dek verecek” gerçek iyiyi bulmaktır. Hayatının kalan yirmi yılında devrimci bir eser inşa edecek, filolojinin, sosyolojinin ve etolojinin yanı sıra derinlik psikolojisinin de fikir babalarından biri olmayı başaracaktır. Ama hepsinden önemlisi, arzuyu ve hazzı merkeze alan, Tanrı, ahlak ve mutluluk tasavvurumuzu sarsacak bir felsefenin mucidi olacaktır.

Yahudi Milletinin Seçilmiş Millet Olması Meselesi

Spinoza bundan sonra İbrani halkının özgüllüğü meselesine gelir: Bu halkın özelliği peygamberlik yeteneği midir, özel görevi nedir? İşe, “ilahi seçim” mefhumunun hakiki ebedi saadetin sevinciyle hiçbir ilgisinin olmadığını anlatmakla başlar: Gerçek saadetin hazzına ulaşan, kendisini başkalarından üstün hissetmez ve üstünlüğünü ilahi bir seçilmişlik iddiasına dayandırmaz. “Kendini üstün hissetmenin verdiği sevinç tamamen çocukça değilse eğer, ancak hasetten ve kötü bir yürekten doğmuş olabilir.” O halde Musa'nın İbranilere; Tanrı'nın diğer milletler içerisinden onları seçtiğini (Tesniye, X, 15), diğerlerinin değil onların yanında olduğunu (Tesniye, IV, 4-7), kendisini tanıma imtiyazını onlara bahşettiğini (Tesniye, IV, 32) hiç durmadan anlatmasını nasıl izah edeceğiz?

Spinoza'ya göre bunun çok basit bir cevabı vardır: Bunun sebebi İbranilerin “zihinlerinin çocuksuluğu” ve onları “kanunu öğrenmeye teşvik etmektir”. Hakiki ebedi saadete aklın doğal ışığıyla erişemeyeceklerinden, onlara uyan bir söylem; yani bir yandan ruhlarını okşarken bir yandan da onları adil ve cömert olmakla özetlenebilecek 'Tanrı yasasını takip etmeye teşvik edecek bir söylem kullanmak gerekliydi. Başka bir deyişle İbranilerin insaniyetini yükseltmek için Musa kendisini, onların “katılaşmış” zihin ve yüreklerine uydurmuştu.

Kullandığı kelimeler çok sert gibi görünse de Spinoza'nın tek yaptığı, halkın hem kötülüklerinden hem de kalbini ve aklını ilahi emirlere açmaya direncinden hiç durmadan şikâyet eden Musa'nın ve Kitab-ı Mukaddes peygamberlerinin sözlerine başvurmaktadır.

Spinoza'nın Kitab-ı Mukaddes'in geleneksel Yahudi (hatta Hıristiyan) okumasından tamamen ayrıldığı nokta; İbrani halkının seçilmişliğini herhangi bir şekilde Tanrı'nın tercihi değil, İbranilerin, doğanın değişmez kanunlarında yatan Tanrı kanununu anlayıp uygulamasına yönelik pedagojik bir hile olarak görmesidir:

“Tanrı'nın hükmü derken tabiatın sabit ve değişmez düzenini, başka bir deyişle tabii şeylerin birbirini zincirle- me takip etmesini kastediyorum. Nitekim yukarıda söyle- diğimiz ve başka yerde de gösterdiğimiz gibi, tabiatın her şeyi ortaya çıkartan ve belirleyen evrensel yasaları Tanrı'nın ebedi kararlarından başka şey değildir.”! 

Böyle bir Tanrı ve inayet tasavvuru; doğanın dışında, insandakine benzer bir duyarlılık ve irade barındıran, belirli bir halka çok düşkün olup kendini ona gösterebilen bir Tanrı tasavvuruna sahip Yahudiler ve Hıristiyanlarda hâkim olanın tam zıddıdır. Spinoza'ya göre insanbiçimci temsillerin kaynağı korku ve cehalettir. Ondan birkaç yüzyıl sonra Freud, dünyanın dışındaki, kâdir-i mutlak, seven ve koruyan bir Tanrı'ya ait bu çocuksu temsilleri; dünyanın tehlikeli olduğunu, bir gün öleceğini ve ebeveynlerinin onu koruyacak kadar güçlü olmadığının bilince varan çocuğun hissettiği “çaresizlik” hissine bağlayarak açıklamaya çalışacaktır. İleride göreceğimiz gibi Spinoza düşüncesi Freud'unkinden çok daha az materyalist olsa da, TPİ'sinde anlattığının tam da bu olduğu kesindir ve şayet bu fikirler birkaç yıl öncesinde zihninde filizlenmekte idiyse ki bu çok muhtemeldir-, Yahudi cemaatinden neden o kadar şiddetle dışlandığını anlayabiliriz.